Abdil YILDIRIM |
|
Kardeşlerimizin meziyetleri ile iftihar ediyor muyuz? |
Bediüzzaman Hazretleri, Emirdağ’ında ikamete mecbur edildiği yıllarda, sık sık kır gezilerine çıkmakta, zikir ve tefekkürle meşgul olmaktadır. Bir gün yine kırlarda talebeleri ile ders yaparken, başlarının üstünde birkaç uçak, alçaktan uçarak geçip gider. Bu uçaklar belki de kendisini takip ve taciz etmek için alçak irtifadan ve tam üzerlerinden uçmaktadır. Ama Bediüzzaman, onların amaçlarına ve niyetlerine hiç ehemmiyet vermez. Yanında bulunan talebelerine dönerek, “Nev’îmle iftihar ediyorum, bu tayyareler insan istidadının semeresidir” der. İnsan, sahip olduğu istidatları ve ortaya çıkardığı icatları ile gerçekten de iftihar edilecek bir varlıktır. Bir insanın başarısı ile başka bir insan sevinç duyar, onunla iftihar edebilir. Çünkü insan olmak gibi ortak bir noktaları vardır. Nasıl ki askerde aynı memleketten gelen insanlar hemşehricilik damarı ile birbirlerine daha yakın olurlar. Aynı okulda okuyanların, aynı mesleği icrâ edenlerin, aynı takımı tutanların ortak bir noktaları vardır ve bununla birbirlerine bağlılık hissederler. Toplumda “aidiyet duygusu” denilen bu duygu, insanların ortak bağlarını ve istinat noktalarını teşkil eder. Sevinçlerini, kederlerini, başarılarını, mağlûbiyetlerini ve mahcubiyetlerini aidiyet duygusu ile paylaşırlar. Bir köyden bir başbakan veya cumhurbaşkanı çıksa, o köyün insanları onunla iftihar eder. Köylüler, “Başbakan bizim köylümüzdür, onunla iftihar ediyoruz” diyerek, o insanın makamından kendilerine de bir pay çıkarırlar. İnsanlığa faydası dokunan, başarılı ve yararlı işler yapan insanlar da, bütün insanlığın medar-ı iftiharıdır. Onlarla iftihar etmek her insanın hakkıdır. Bediüzzaman Hazretleri de, uçağı yapanların dinine, diline, ırkına ve o uçakları başı üzerinde uçuranların niyetlerine bakmaz, insan zekâsının başarısından dolayı, insan olmak hasebiyle iftihar eder. Bu davranışı ile insan olmanın önemine vurgu yapar. Cenâb-ı Hak insanı öyle istidatlarla donatmış ki, bu istidatları dolayısıyla bir insan, başka canlıların bir nev’înden daha değerlidir. Allah’ın her mahlûkunun ve her san’atının kendi makamında bir değeri vardır. Ama insanda bulunan istidatlar ve Rabbânî san’atlar, başka hiçbir mahlûkta yoktur. Eşref-i mahlûkat olarak yaratılan insan, aynı zamanda kâinat sarayındaki diğer sekenelerin sakinlerine bir nezaretçi ve arz memleketine de bir halife olarak gönderilmiştir. Bediüzzaman Hazretleri bu yüzden insana çok değer verir. İnsan nev’î ile iftihar eder. Bediüzzaman Hazretleri, tayyareyi icad eden insanları takdir ediyor. O insanların kimliğine, inancına, ırkına bakmıyor. Böylece insanlığa bir medeniyet dersi verirken, talebelerine de muavenet ve muhabbet dersi veriyor. Üstâdımız, “nev’îmle iftihar ediyorum” diyerek teknik bir hizmetin mensuplarını takdir ederken, bizler iman dâvâsına hizmet eden kardeşlerimizle ne kadar iftihar ediyoruz? “Kardeşlerinizin meziyetlerini şahıslarınızda ve faziletlerini kendinizde tasavvur edip, onların şerefleriyle şâkirâne iftihar etmektir” düsturuna ne kadar riâyet edebiliyoruz? Sadece insan olmak bile başka insanların hizmeti ve başarısı ile iftihar etmeye yetiyorsa, Kur’ân ve iman dâvâsına hizmet edenlerin hizmetleri acaba ne kadar takdire müstehak ve iftihara vesiledir? Bizim yapamadığımız bir hizmeti bir kardeşimiz yapıyorsa, bazı kardeşlerimizin bizden üstün istidatları varsa, onlarla iftihar etmek vazifemizdir. Onların başarılı hizmetleri, bizim hizmetimizin başarısı demektir. İnsan, sırtındaki yükün başkaları tarafından paylaşılmasından ancak sevinç duyar. Çünkü kendi yükü hafifler. Kendisinden güçlü kardeşlerinin kendisine yardımcı olmasından da memnun olur. Ne mutlu kardeşlerinin meziyetleri ile “şâkirâne” iftihar edenlere. 18.11.2009 E-Posta: [email protected] |