Kazım GÜLEÇYÜZ |
|
Statüko ve AKP |
Erdoğan, dört-beş ayrı isim taktıkları, ama kamuoyunda daha çok “demokratik açılım” ve “Kürt açılımı” adlarıyla tartışılan, içeriği hâlâ belirsiz projeyle ilgili olarak muhalefetin sergilediği reddiyeci tavrı eleştirirken, “Statüko ile geldiğimiz yer burası ve bu şekilde daha fazla gidebilmemiz mümkün değil; eğer böyle yol alabileceğimize inanıyorsanız, buyurun, bunun nasıl olacağını söyleyin” diyerek, ilk bakışta “meydan okuma” gibi algılanan bir çıkış yapmıştı. Ama farklı bir tahlille, bu “çıkış”ın gerçekte bir “itiraf” olduğuna dair yorumlar da dillendirildi. Çaresizlik ve teslimiyet içeren bir itiraf... Çünkü AKP, statükoyu değiştirmek ve aşmak için eline geçen tarihî fırsatları kullanamadı; 3 Kasım 2002 ve 22 Temmuz 2007 seçimlerinde halkın verdiği büyük desteği değerlendiremedi. Çeyrek yüzyıldır Türkiye’yi sıkboğaz eden ve kendi iktidarının da elini kolunu bağlayan ihtilâl anayasasını devredışı bırakıp, yerine demokratik ve sivil bir anayasayı ikame etmeyi başaramadı. Kapatılmanın eşiğinden döndüğü dâvânın kararı açıklanırken, AYM Başkanı açıkça “Böyle dâvâların önümüze gelmesinden biz de rahatsızız, onun için anayasanın ilgili maddelerini değiştirin” dediği halde, onlara bile dokunamadı. 29 Mart yerel seçimi öncesi söz verdiği birkaç maddelik değişikliği dahi gündeme getiremedi. İşin enteresan tarafı, bu “grogi” pozisyonundaki AKP’nin Genel Başkanı bir taraftan demokratik açılımdan dem vurup statükodan şikâyet ederken, diğer taraftan anayasanın statükoya temel dayanak oluşturan “değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez maddeler”ini tartışmayı “açık bir tahrik” olarak değerlendiriyor. Oysa, o “değişmez maddeler” geçen yıl AKP-MHP ittifakıyla Meclisten geçirilen “üniversitede türban serbestisi”nin Anayasa Mahkemesince iptalinde temel dayanak ve gerekçe olmuştu. Mahkemenin bu kararından çıkan sonucu değerlendiren Okan Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mustafa Koçak, öğrencilerinin “Anayasanın değiştirilemez maddeleri kaçtır?” sorusuna eskiden “3 maddesi” diye cevap verirken, bu karardan sonra cevabını “177” şeklinde değiştirdiğini ifade ediyor. (Yeni Asya, 23.11.09) “Çünkü” diyor, “dokunduğunuz her madde anayasanın başlangıç bölümünde ve ikinci maddesinde belirtilen niteliklerle mutlaka ilintili...” Hal böyle olunca, “Değişmez hükümler tartışılmasın” der, tartışanları “açık tahrik yapmak”la suçlarsanız, ihtilâl anayasasının ve koruduğu statükonun savunucusu pozisyonuna düşersiniz. Bu durumda da statüko ile mücadele söylemleriniz inandırıcılığını kaybeder ve açılım adı altında gündeme getirdikleriniz boşlukta kalıverir. Peki, Erdoğan’ın, tartışılmasını açık tahrik saydığı hususları sıralarken, “değişmez hükümler”i, bayrağımızla başlayıp İstiklâl Marşımızla, sınırlarımızla ve bağımsızlığımızla devam eden bir silsile içine sokuşturmasını nasıl yorumlamalı? Bilhassa, son gelişmelerle fiilen adeta kaldırılma noktasına doğru giden Suriye ve sonra Irak gibi komşularımızla aramızdaki sun'î sınırlara veya özellikle küreselleşme sürecindeki bir dünyada tam bağımsızlığın ne derece mümkün olabileceğine dair öteden beri devam eden tartışmalar bir yana, bugün Türkiye’de “Vatan toprakları küçülsün, bir başka ülkenin peyki haline gelelim” gibi bir talep mi var ki, böyle konuşuyor? Ya da bayrak ve—bestesinin uygunluğuna yönelik eleştirileri saymazsak—millî marş mı tartışma konusu yapılıyor? Kaldı ki, milletin sahiplendiği değerler tartışmaya açılsa ne olur? Tartışılıyor diye millet onlardan vaz mı geçer? Bundan mı korkuluyor? Bu, halka güvensizlik değil mi? “Değişmez maddeler”i bunların arasına sıkıştırmanın ise hiçbir tutarlı mantığı yok. Dahası, bunları savunan, gerçekte, bu maddelerde bol bol geçen Atatürk milliyetçiliği ile ilke ve inkılâplarının gönüllü avukatlığına soyunmuş olur. O zaman da statükodan şikâyete hakkı olmaz. 25.11.2009 E-Posta: [email protected] |