Şükrü BULUT |
|
Köyün Bekçileri... |
Yazımızın başlığı “çobansız köy” olacaktı. Birçoğumuz çobanlığı veya çobanlığımızı unuttuğumuzdan, yanlış anlaşılabilir endişesiyle değiştirdik. Halbuki Efendimiz (a.s.m.), “Hepiniz çobansınız ve hepiniz raiyyetinizden sorumlusunuz” diyor. Sonra da çobanlıktan anlayacağımız mânânın üst başlıkları aynı hadis-i şerifin devamında zikrediliyor. Bekçilikte mânâ daha dardır. “Zarardan koruma” mânâsı bu tabirde öne çıkar. Yapılacak güzel işlerden ziyade “sakınılması gereken” hususlar anlaşılır. Türkiye’de raiyyetin mevcut siyasî kadrolardan ve onların marifetiyle işbaşına geçmiş bürokrasiden “güzel işler beklediği” dönem yavaş yavaş geride kalırken, “şerlerin ve kötülüklerin” toplumdaki sökünü, ahalinin zihnine milletin üzerine vatan, millet ve İslâmiyet zararına boca edilen sefahete karşı “Yardım eden yok mu?” sorusunu getiriyor. Her gün genişleyen ve umumîleşme istidadı gösteren bu maddî-manevî yangını söndürmede “yardımcı kuvvetler” bekleyen halkın yeise doğru sürüklenme tehlikesi, hamiyet sahibi herkesin meselesi olsa gerek. İyiliğin ve güzelin kanunlarca tutsak edildiği ve sefahetin de rejimin koruması altına alındığı Türkiye’de vatanını ve milletini seven herkesin bunun için feryat etmesi gerekiyor. Bâtılı tasvir sâfi zihinleri elbette bozar. Hamiyetperverleri paniğe ve saldırgan dinsizliği atağa sevk edecek bilgilendirmenin de bize faydası olmaz. Fakat günümüz Türkiye’sinde ruh sağlıkları bozulmasın diye TV’lerin anahaber saatlerini seyretmeyen insanların sayısı az değil. Hatta felâket ve çürüme haberleriyle ruha gelen darbe ve baskıların uzvî hastalıkları tetiklediğini iyi bilen Müslümanların bir kısmı, moral bozucu renkli renksiz gazete ve mecmualara bakmaktan da imtina ediyorlar. İnsanî değerleri düzleyerek haber yapan ekran ve gazeteleri rahatça izleyebilmek için vicdandan, insanî hislerden, iffet ve ahlâktan gelen itirazları kulak ardı edip sesleri susturmak gerekiyor. Yerlerde çiğnenen insanlığın iffet ve değerlerine bigâne kalarak “sağlıklı yaşamak” mümkün olmuyor. Güzel ve hayırlı işlerin zincirlerle bağlı ve şerlerin kapılarının sonuna kadar açık bırakıldığını mutlaka sizler de görüyorsunuzdur. İnsanlık tarihinde, Allah korusun, büyük gazapları celb eden bunca fiillerin işlenmesine seyirci kalan ve bazen de o işleri kolaylaştıran idarecilerin bulunduğu bir Türkiye’de “emniyet bozgunu” yaşıyoruz. Milletin beden, ruh ve içtimaî sağlıklarıyla vazifeli kadrolara duyulan güvenin, inkisarlarla cemiyeti terk etmeye başlaması, yeni bunalım ve felâketleri tedai ettiriyor. “Bekçi” ve “yasak” kelimelerinin hiç de sevimli olmadığını biz de biliyoruz. Fakat global eşkiyaca garat edilen fukara milletin zarurî serveti, ayaklar altında çiğnenen iffeti, Ergenekoncularca tahkir edilen izzeti ve her gün yeni bir felâket haberiyle sarsılan sıhhati, sizin de aklınıza def-i şer mânâsındaki “bekçiyi” getirmiyor mu? Çobandan vazgeçtik... Zira çoban, raiyyetinin hayır ve iyiliği yolunda dağ taş demeden, gece gündüzde kurt ve canavar korkusuna kapılmaksızın ve kendi rahatını heder ederek koşturur. Biz ise, düne kadar din ve vatan üzerine hamasî nutuklar söyleyen kadrolardan, yalnızca hayır ve güzele yardım etmek isteyenlerin rahat bırakılmasını istiyoruz. Yukarda arz ettiğimiz gibi iyilik yapmak isteyenlerin, güzeli gösterenlerin veya doğruyu tavsiyeye çalışanların yolları her gün taş ve dikenle kapatılırken; milletin aslî değerlerine musallat sefahete “duble yollar” yapılıyor. Yaklaşan belâ, musibet ve felâketlerden milletin haberdar olmaması için devletçe tedbirler alınıyor. İşin en acı tarafı da köye bekçi tuttuklarımızın “sefihlerin” oyunlarına şuursuzca entegre olmaları... Bu gidişle ahali bekçi ile hırsızı, katil ile mağduru, iffetli ile faciri ve Mehmet ile Salamon’u birbirinden ayıramayacak hale gelecek... Buna karşı, Mamehuran hırsızlarını tevbekâr eden sırrı yakalayıp, ahalinin tamamını “emr-i bilmaruf, nehy-i anilmünker” çizgisinde seferber etmekten ve buna yönelik manevî hizmetlere yoğunlaşmaktan başka çare var mı? 23.11.2009 E-Posta: [email protected] |