Yasemin GÜLEÇYÜZ |
|
Firavunlar ve Musalar…. |
Acz, fakr, şefkat, tefekkür yolu İnsanın sayısız duygularını lâtifelerini tanımlaması, tahlilini yapması kendini keşfetmesinin sırrını taşıyor içinde. Düşmanlarımız nihayetsiz, en küçük bir mikroba bile yenik düşecek kadar aciziz. (En son domuz gribi salgınındaki hâlimizi görüyoruz.) Bizi bütün düşmanlarımızdan muhafaza edebilecek, gücü her şeye yeten bir kudrete ihtiyacımız var. İhtiyaçlarımız nihayetsiz. Bir listesini yapalım desek sonu gelir mi? Bütün ihtiyaçlarımızı karşılayabilecek rahmet hazineleri nihayetsiz bir zengin Zâta ihtiyacımız var. Biz ihtiyaçlarımızı karşılayabilecek durumda değiliz Onları ancak sonsuz zenginlik sahibi bir Zat verebilir bize. İşte bu tarz tefekkürleri günlük hayatımızın bütün safhalarında ne kadar çok yapabilirsek, Rabbimize kulluk noktasında o kadar ilerleyebiliriz. Çevremizdeki insanlara, sâir varlıklara şefkatimizi, merhametimizi gösterebiliriz. Varlık âleminde acz ve fakrını tefekkür edemeyen, anlayamayan insanın, doğuştan verilen o fıtrî şefkat ve merhamet duygularını inkişaf ettirememesi ilginçtir. Bu açıdan bakıldığında acz, fakr, tefekkür ve şefkat yolunda ilerleme gayretleri bizi Yaratıcımıza götüren en kısa ve kestirme, üstelik de kolay bir metottur. Geçmiş asırlarda varlık âleminin ve kendinin sırlarını keşfetmek için uzun yıllar eğitim alan, hücre odalarında “çile” çeken hakikat arayıcılarına mukabil, dört aşamadan, merhaleden oluşan bu metot asrımızın kurtuluş reçetesidir de aynı zamanda.
Firavunlar, firavuncuklar… Acz ve fakrını tefekkür etmeyen insan şefkatsiz ve merhametsizdir de. “Her şeyin kontrolünü yapabilecek güçte zenginlikteyim!” iddiâsı asrımızın firavun ve firavuncuklarını da çıkarır ortaya... Her şeyin “Ben” merkezi etrafında döndüğü günümüzde şaşılacak bir tablo değildir bu aslında. Medya, eğitim sistemi, reklâm sektörü hep insanın nefsini, egosunu şefkatle okşayan şımartan bir balon gibi şişiren ögelerle doludur. Bu ortamda doğan çocuklar bile etkilenir, adeta ailelerinin küçük diktatörleri oluverirler: “İstiyorum, olacak, olmalı…” Rabbine acz, fakr, duâ ve tevekkülle sığınıp yardım dileyen, nefsinin şımarmasından O'na sığınan bir insanın hallerinden ne kadar da farklıdır hayatın bu rengi! Asırlar boyu bütün firavun ve firavuncuklar, sözde Rablik iddiasında bulunmuşlardır. “Ben sizin Rabbinizim. Size hayatı ve ölümü ben veririm!” diyerek kölelerinden birini serbest bırakıp, diğerini öldüren zalim hükümdara, peygamberin söyledikleri ne kadar da ibretlidir: “Benim Rabbim Güneşi doğdurup, batırandır!”
Merd-i Kıptî “Merd-i Kıpti şecaat arz eylerken sirkatin söyler!” demiş ya ecdad. Toplumsal hafızamız bir siyasînin dürtüp hatırlatmasıyla uyuduğu derin uykulardan uyanıverdi. Yakın tarihimizdeki resmî olarak üstü sıkı sıkıya kapatılan zulümler bir bir bütün teferruatıyla ortaya döküldü, dökülüyor. Bediüzzaman Hazretlerinin işaret edip ispatladığı hakikatlerle Risâle-i Nur’un penceresinden olan biten fırtınayı seyreylemeye çalışırken firavunları, firavuncukları, Musaları ibretle hatırlamamak mümkün mü? Hesap Gününü ve haksızlık yapanlarla hesaplaşmayı unutmak mümkün mü? İmtihan dünyası işte! 22.11.2009 E-Posta: [email protected] |