Suna DURMAZ |
|
Bir milet, iki devlet |
Azerbaycan-Türkiye ilişkilerini yakından takip edenler, iki ülke arasındaki kardeşlik ve dostluğu vurgulayan bir deyim olan “Bir millet iki devlet” sözcüğünü hatırlarlar. Duyulduğunda kulağa çok hoş gelen bu duygu dolu sözcükte, iki ülke halkları kasdedilerek “Dalımız budağımız ayrılsa da, köklerimiz aynıdır” denilmek isteniyor. Azerbaycan ile aynı ırktan gelmekteyiz. Bir millet iki devlet olduğumuz doğrudur. Ancak kardeş olmak için illâ da ırkdaş olmak gerekmiyor. Din kardeşliği diye bir kardeşlik var ki, ırkdaş olmaktan daha da kıymetlidir. Cenâb-ı Hak Hucurât Sûresi 10. âyetinde “Mü’minler ancak kardeştirler” diye buyurarak bu kıymetli kardeşliğe dikkat çekiyor. Bugün bir buçuk milyar gibi büyük bir sayıya ulaşmış olan İslâm ümmeti içinde onlarca millet vardır ve bu milletler ilâhî fermanla kardeş olarak ilân edilmişlerdir. Bu milletler içinde Türk ve Arap milletlerinin ayrı bir yeri vardır. Bu iki millet sırt sırta verdiğinde İslâm ümmeti çok hayır görmüştür; ayrıldıklarında ise ümmet felâketlere sürüklenmiştir. Bu yüzden, Arap-Türk dostluğunun pekiştirilmesi gerekmektedir. Konunun önemini idrâk edenler, meselâ son yıllarda olumlu bir gelişme içine giren Türkiye-Suriye ilişkilerini daha da geliştirmek için çaba göstermektedirler. Bu minvalde, Avrasya Yazarlar Birliği ile Suriye Arap Yazarlar Birliği 11-12 Kasım tarihleri arasında Suriye’nin Lazikıye şehrinde “Türklerin Gözüyle Araplar” konulu bir sempozyum düzenlemişler. Sempozyumda “Türk Edebiyatında Araplar,” “Türk Basınında Arap İmgesi,” “Türk Sinemasında Araplar,” “Türkler Arasında Araplara Yönelik Muhabbetin Dinîl Kaynakları,” “ İslâm Toplumlarının Birbirine Bakışı” başlıklı tebliğler sunulmuş. Sempozyumda konuşan Arap Yazarlar Birliği Başkanı Dr. Hüseyin Cuma, Türkiye-Suriye dostluğuna işareten “Bir millet iki devlet” mânâsına gelen “Nahnu devletani, lişşa’bin vâhid” diyerek izleyicileri duygulandırmış. Hüseyin Cuma’nın Türk-Arap dostluğunu vurgulamak için seçmiş olduğu kelimeler önemli. Ancak bundan daha da önemlisi, Suriye Devlet Başkanı Beşşâr Esed’in sempozyuma gönderdiği mesajdır. Mesajında” Osmanlı İmparatorluğu Suriye’de emperyalist değildi. Eğer emperyalist olsa idi dört yüzyıl bu topraklarda kalamazdı” diyen Beşşâr Esed, çok önemli bir noktaya işaret etmiştir. Bu itirafın Arap milliyetçiliğinin merkezi sayılan Suriye’den gelmesi, Türkiye için çok çok önemli bir gelişmedir. Zîra Türklerin Arap milliyetçileri arasındaki seksen yıllık imajı “müsta’mir” yani “sömürgeci” dir. Osmanlıya yapıştırılan sömürgeci sıfatına Arap edebiyatında ve sinemasında sıklıkla rastlanmaktadır. Yedi sekiz sene öncesine gittiğimizde, Suriye’de çekilmiş olan ”Uhuvvetü et-Türâb” (Toprak Kardeşliği) gibi tarih içerikli birçok dizi filmde, Osmanlı devleti Arapları sömüren ‘emperyalist’ olarak gösterilmiştir. Meşhur şâir Halil Cobrân gibi 20. yüzyıl Arap ediplerinden bir kısmı, yazmış oldukları eserlerde Osmanlı devletini sömürgeci olarak vasfetmişler; Devlet-i Âliyeyi Arapların başına gelen felâketlerin tek sorumlusu olarak göstermişlerdir. Osmanlı nefreti yayan bu eserlerin Türk-Arap kardeşliğine verdiği zarar çok büyük olmuştur. 25 yıldır Kuveyt’te ikamet ediyorum. Bu zaman zarfında, Arap kardeşlerimizden “Entüm eyyühel Etrâk, iste’mertümûna erbaa mi’ete seneten” (Siz Türkler bizi dörtyüzyıl boyunca sömürdünüz) diye sık sık sitemler işitmişimdir. Buna mukabil, emperyalist Batı devletlerine mahsus olan sömürgecilik vasfının Osmanlı ile uzaktan yakından hiçbir alâkasının olmadığını, gücüm yettiğince anlatmaya çabalamış, hal ve davranışlarımla iyi bir ‘Müslüman Türk’ imajı çizmeye gayret etmişimdir. Son 10 yılda Ortadoğu’da gelişen olaylar ve bu olaylar karşısında Türkiye’nin sergilemiş olduğu “haktan taraf” tavrı, Araplarla aramızdaki buzları eritmeye başladı. Arap kardeşlerimiz; Türklerin düşman değil, dost olduklarını yavaş yavaş anlamaya başladılar hamd olsun. Kuveyt Üniversitesi öğretim üyelerinden Halepli bir arkadaşımız için düzenlenen veda çayında bunun işaretlerini gördüm. Kapıdan içeri girdiğimde, Suriye- Türkiye arasında ki vize işlemlerinin kaldırılmasından duydukları memnuniyeti dile getiren Cezairli, Mısırlı, Sudanlı, Suriyeli arkadaşlar hep bir ağızdan “Teâlû ve kudûna, velev kuntüm müste’merîna” (Sömürseniz dahi gelin, önümüze geçin ve bize önder olun) diye Türkler hakkındaki duygularını dile getirdiler. Bu sözleri duyunca, konuyla ilgili 20 yıl önceki bir hatıram aklıma geldi. Kuveyt Üniversitesine bağlı Dil Okulunda okurken, ders kitaplarımızdan birinde Halil Cobrân’ın “Sömürgeci Osmanlı” tezi geçiyordu. Cobrân’ın iddiasına göre, Lübnan ve Suriye’den Latin Amerika ülkelerine yapılan yoğun Arap hicretinin sebebi, Osmanlının Araplara uyguladığı ırkçı politikaydı. Tabiî olarak, Halil Cobrân’ın bu tezine tepki göstermiştim. Gösterdiğim tepkiden etkilenmiş olan Mısırlı Profesörümüz, konuyla ilgili olarak ard arda iki ders münâzara yapılacağını ilân etti. Ve bana “Osmanlının sömürgeci olmadığını arkadaşlarına ispat et” dedi. Sınıfta iki Türk öğrenci idik. Diğer arkadaş “Âcil işim çıktı, gitmem lâzım” dedi ve gitti. Arkadaşım gidince münâzarayı yapacak tek Türk ben kaldım. 30-40 kişilik sınıf önünde, Osmanlı devletinin batılı devletler gibi sömürgeci bir devlet olmadığını ispatlamak için hayli gayret gösterdim, öğrencilerin ve Mısırlı hocamızın sorularına cevaplar verebildim. İşte nereden nereye geldik... Düne kadar ders kitaplarında Osmanlının sömürgeci olduğunu okutan Araplar, bugün “Osmanlı emperyalist değildi” diyorlar. Rabbim, Sana hamd olsun. 22.11.2009 E-Posta: [email protected]@hotmail.com |