Görüş |
İstifa etmesi gereken Alevilerdir
Son günlerin gündemi CHP Başkan Yardımcısı Onur Öymen’in 10 Kasım 2009 tarihinde TBMM kürsüsünden Dersim Katliamını öven ve icap ederse demokratik açılımı yerine Atatürk’ün 1937’de yapmış olduğu gibi olayların bastırılabileceğini ifade etmesi oldu. Alevilerle beraber tüm sağduyu sahibi kesimler bu sözlere tepki gösterdi. Sivil toplum kuruluşları CHP hakkında ırkcı ve totaliter söylemler nedeniyle soruşturma açılması için girişimler başlattılar. Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı ve Alevi Kültür Dernekleri Onur Öymen’i istifaya çağırdılar. Onur Öymen’in söylemleri CHP’nin bu zamana kadar pek açığa çıkmayan fikrini ve zikrini ortaya koymuştur. O zaman Öymen’in istifası çözüm değildir. Hatta Onur Öymen’e teşekkür edilmesi gerekir. Çünkü CHP’nin içindeki faşist düşünceyi ortaya koymuştur. O zaman Alevilerce yapılacak tek bir şey vardır: 80 yıldır CHP zihniyetine verdikleri desteği çekmeleridir. Yani, ‘istifa’ etmesi gerekenler Alevilerdir. Zira CHP’den bir Öymen gider geride yüzlerce Öymen kalır. Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı ve Alevi Kültür Derneklerinin ve bu topraklarda yaşayan tüm Alevilerin yapacağı tek şey Dersim’de çoluk çocuk, kadın erkek demeden binlerce kişiyi katleden bu zihniyetten, CHP’den istifa ederek o partiyi tarihin karanlık sayfalarına gömmektir. Bu arada Onur Öymen’i istifaya davet edip CHP’yi bataklıktan çıkarmaya çalışan Kılıçdaroğlu, şayet Öymen gibi düşünmüyorsa; yapacağı tek şey kendisinin CHP’den istifa etmesidir. |
KADİR TUNCAY 23.11.2009 |
İSRAF GİRDABI
Günümüzde alış veriş kültürü, abartılarak, meşrû ve gayrimeşrû reklâmlarla, ölçüsüz dağıtılan kredi kartları ve görenek belâsı ile kişilerin ve toplumların maddî ve mânevî hayatını tehdit eden bir hastalık ve israf boyutuna ulaşmıştır. Son verilere göre kredi kartı sayısı 45 milyon civarında seyrederken kredi kartı ve ferdî kredi borçlarını ödeyemeyenlerin sayısı 1.5 milyona yaklaşmıştır. Ödenmeyen borçlar bunun sonucu meydana gelen bunalımlar, intiharlar, boşanmalar neticesi dağılan aileler ve ortada kalan çocuklar vb. israfın sonucu ve bir diğer görüntüsüdür. İsraf ekonomisinin ortaya çıkardığı ürkütücü tabloda, ülkemizde sadece bir günde 5-10 milyon arasında ekmeğin çöpe atıldığını ve buna ülkemizdeki diğer israf kalemlerinin ve dünya genelindeki israfların da eklendiğini düşündüğümüzde, açlık sınırında olan bütün dünya insanlığını doyuracak büyüklükte olan bir büyük israfın korkunç yüzü bütün çıplaklığıyla ortaya çıkmaktadır. Söz konusu alış verişlerde reklâm metaı olarak, başta kadın olmak üzere, müşteriyi cezp ve celp etmek için, iştah çekici şeyler öncelik taşır ve vitrinlerde yer alarak teşhir edilir. Belki de evinde çocuklarına yetecek ekmek ve geçim imkânı kıt olan toplum fertleri düşünmeden, acemi balıklar gibi bu reklâm ve cazibeye balıklama atlayarak, oltasına takılıp, kendi defnedileceği kuyusunu, adeta kendisi kazar. Bizim Toroslarda Barcın Yaylası yöresinde sık sık tekrarlanan şöyle bir atalar sözümüz vardır: “Bir gişinin gendi gendine ettiği kötülüğü 9 köy billense o adama yapamaz”. Konuyla ilgili diğer bir atalar sözünde ise “Ayağını yorganına göre uzat" denilmektedir. İşte günümüz insanı ölçüsüzce yaptığı harcamalarla, içine düştüğü israf girdabı sonucu maddeten; fıtrata uygun hareket etmeyerek israf ve haramlara girdiği için manen huzursuzdur. Bu durumda malı ile birlikte duyguları, hayalleri, ruh ve psikolojisi ile de adeta Bermuda Şeytan Üçgeni hususiyeti taşıyan israfın kasırgasına kapılarak perişan olur. Başta ömür sermayesinin boşa geçirilip israfını ve bütün israfları reddeden Cenâb-ı Hak, A’raf Sûresi 31. âyette “Yiyiniz, içiniz fakat israf etmeyiniz” buyurarak; insanlığın yaşayış ve hayat programını ve rotasını çizmiştir. Yerdeki bir ekmek kırıntısı ve yemek yenilen kaptaki bir bulgur tanesinin bile israfını zemmeden, hayat ve iktisat rehberimiz Hz. Rasûlullah (asm) “Kanaat tükenmez bir hazinedir” buyurarak iktisat ve kanaate riâyet edilmesini, israfın insan ve mü’minin hayatında yer almamasını emir buyurmuşlardır. İmam-ı Azam Hazretleri ise bu sırra bir işaret olarak “Hayırda ve ihsanda—fakat müstehak olanlara—israf olmadığı gibi; israfta da hiçbir hayır yoktur” diyerek bu hükmü teyit etmiştir. İktisat ve kanaatin fıtrî, israf ve savurganlığın ise gayr-ı fıtrî olduğunu eserlerinde ispat eden ve hayatı minnetsizlik, izzet ve iktisat şahikalarıyla dolu olan Bediüzzaman ise, Kur’ân hakikatleri olan Lem’alar adlı eserinin 19. Lem’ası olan İktisat Risâlesi’nin Birinci Nüktesi’nde: “Hâlık-ı Rahîm, nev-î beşere verdiği nimetlerin mukabilinde şükür istiyor. İsraf ise şükre zıttır, nimete karşı hasâretli bir istihfaftır. İktisat ise, nimete karşı ticaretli bir ihtiramdır. Evet, iktisat hem bir şükr-ü mânevî, hem nimetlerdeki rahmet-i İlâhiyeye karşı bir hürmet, hem kat'î bir surette sebeb-i bereket, hem bedene perhiz gibi bir medar-ı sıhhat, hem mânevî dilencilik zilletinden kurtaracak bir sebeb-i izzet, hem nimet içindeki lezzeti hissetmesine ve zâhiren lezzetsiz görünen nimetlerdeki lezzeti tatmasına kuvvetli bir sebeptir. İsraf ise, mezkûr hikmetlere muhalif olduğundan, vahîm neticeleri vardır” hakikatleri ile israf ve iktisat meselelerini çeşitli açılardan karşılaştırır. Üçüncü Nüktede geçen: “İşte, madem ağızdaki kuvve-i zâika bir kapıcıdır; mide, cesedin idaresi noktasında bir efendi ve bir hâkimdir. O saraya veyahut o şehre gelen ve sarayın hâkimine verilen hediyenin yüz derece kıymeti varsa, kapıcıya bahşiş nev'înden ancak beş derecesi muvafık olur, fazla olamaz. Tâ ki, kapıcı gururlanıp, baştan çıkıp, vazifeyi unutup, fazla bahşiş veren ihtilâlcileri saray dahiline sokmasın. İşte, bu sırra binaen, şimdi iki lokma farz ediyoruz. Bir lokma, peynir ve yumurta gibi mugaddî maddeden hediye kırk para, diğer lokma en âlâ baklavadan on kuruş olsa; bu iki lokma, ağza girmeden, beden itibarıyla farkları yoktur, müsavidirler. Boğazdan geçtikten sonra, ceset beslemesinde yine müsavidirler. Belki, Bazen kırk paralık peynir daha iyi besler. Yalnız, ağızdaki kuvve-i zâikayı okşamak noktasında yarım dakika bir fark var. Yarım dakika hatırı için kırk paradan on kuruşa çıkmak ne kadar mânâsız ve zararlı bir israf olduğu kıyas edilsin. Şimdi, saray hâkimine gelen hediye kırk para olmakla beraber, kapıcıya dokuz defa fazla bahşiş vermek, kapıcıyı baştan çıkarır. ‘Hâkim benim’ der” hakikatleriyle ise, İktisat düsturunun püf noktasını nazara vererek, iktisatlı olmanın yollarını gösterir. İktisat ve kanaatteki güzellik ve mutluluğu; israf ve savurganlıktaki perişaniyeti, İktisat Risâlesi’nin engin denizleri olan satırlarına havâle ederken; bu risâlenin sonunda yer alan büyük tıp dâhîsi İbn-i Sina’nın şu sözleri adeta bütün konuyu özetler: “İlm-i Tıbb’ı iki satırla topluyorum. Sözün güzelliği kısalığındadır. Yediğin vakit az ye. Yedikten sonra dört-beş saat kadar daha yeme. Şifa, hazımdadır. Yâni, kolayca hazmedeceğin miktarı ye. Nefse ve mîdeye en ağır ve yorucu hâl, taam taam üstüne yemektir. (Yâni vücuda en muzır, dört beş saat fasıla vermeden yemek yemek veyahut telezzüz için mütenevvî yemekleri birbiri üstüne mîdeye doldurmaktır.)....” Hepimize, israftan uzak, mutlu ve hayırlı bir ömür vermesini Cenâb-ı Hak’tan temenni ediyoruz. Bir başka muhaverede buluşmak ümidiyle... |
ABDULLAH ŞAHİN 23.11.2009 |