M. Latif SALİHOĞLU |
|
Yakın tarih yeniden yazılsın (1) |
Yakın tarihimiz, resmî dilde resmen "yalan tarih"e döndürülmüş. Son yüz yılın olaylarından söz eden ders kitaplarında, neredeyse "doğru söyleyen tarih"ten eser yok. Bu gerçeği, hür vicdanlı cesur tarihçilerin, araştırmacıların çoğu görmüş ve gördüğünü de idrak sahiplerine bir şekilde yansıtmıştır. "Yalan Söyleyen Tarih Utansın" diyen merhum Mustafa Müftüoğlu ve "Lozan'ın İçyüzü"nü aydınlatmaya çalışan Kadir Mısıroğlu, birer cesur yürektir. Allah, sayılarını çoğaltsın. Resmî tarih, sadece yalan–yanlış şeylerden de ibaret değil. İçinde ayrıca isnat var, iftira var, kasdî çarpıtmalar var, plânlı örtbaslar var. Kezâ, dayanılmaz zulüm ve baskıları gizleme, insanlık dışı uygulamalara kılıf uydurma gayretkeşliği var. Yerine göre habbeyi kubbe, kubbeyi ise habbe gösterme sihirbazlığı var. Var oğlu var... Bunu ise, insanlık reddediyor. Akıl, vicdan, mantık, ruh reddediyor. Gerçeği görüp "Böyle gelmiş, böyle gider" diyemezsiniz. "Nemelâzım" diyemezsiniz. Kendimizi kandırsak da, gelecek nesli kandıramayız. İnsanları kandırsak da, Allah'ı kandıramayız. Yalanlarla, kandırmalarla, yanıltmalarla ülkemize, milletimize hayırlı hiçbir hizmet yapamayız; sadece kötülük yapmış oluruz. Ne yazık ki, bu kötülüğü bir asırdır yapanlar olduğu gibi, günümüzde de yapmaya berdevam olanlar var. İlköğretimden üniversite seviyesine varıncaya kadar, eğitim–öğretimin hemen her kademesinde "yalan söyleyen tarih" dersleri verilmeye devam ediliyor. Birçok yerden haber alıyoruz ki, bazı işgüzâr öğretmenler, yalan ve yanlış bilgileri aktarmakla da yetinmiyor, ayrıca evlâtlarımızın zihinlerini iftira ile bulandırma, kalplerine zalimlerin muhabbetini yerleştirme, cerbeze ve kasdî çarpıtma manevralarıyla gerçek ve sahte kahramanların yerini değiştirme vazifesini üstlenmişcesine öğrencilere zehir–zemberek dersler veriyor. Şimdi, daha emin ve daha kararlı şekilde diyebiliriz ki, bu durum böyle sürüp gitmeyecek. Genel hava büyük ölçüde değişti, daha da değişecek. İbre değişti, daha da değişecek. Esasında, bu açıdan da tarihin dönüm noktasına gelmiş bulunuyoruz. Bir asra yakındır, resmî cenahta "yalan rüzgârı" estiriliyordu. Şimdi, bu rüzgâr bile tersine esmek, yani hak ve hakikata kuvvet verecek istikamette esmek durumunda. Bunu gerekli, hatta zarurî kılan pekçok sebep var, gerekçe var. Velhâsıl, insanî/vicdanî gerekçeler gibi, konjonktürel şartlar ile bilumum sosyal ve siyasî gelişmeler de, tarihimizin, özellikle yakın tarihimizin yeniden yazılmasını iktiza ediyor, hatta zarurî kılıyor.
Doğru tarih yazılsın ki...
Şu an önümde bir "Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi" kitabı var. Muhtevası, tam da yukarıda anlatmaya çalıştığımız türden. Baştan sonra yalan–yanlış bilgiler, çarpıtma örnekleriyle dolu bölümler. İçinde neredeyse "doğru"dan eser yok. Bu kitap, diğer benzerleri gibi, binlerce öğrencisi bulunan bir üniversitemizde "ders kitabı" yerinde okutuluyor. Yakın tarih konusu, yani "Devrim Tarihi" dersi, esasında bütün üniversitelerin bütün fakültelerinde "mecburi ders"tir. Dolayısıyla, ilk ve orta öğretimde olduğu gibi, üniversiteye giden bütün evlâtlarımıza da aynı dersler veriliyor. Yani, aynı yalanlar mükerreren okunup okutuluyor. Hiç tereddütsüz, buna bir yerde dur demek lâzım. Aynı şekilde, evlâtlarımıza artık doğru tarihi ve bilhassa yakın tarihin doğrularını öğretmemiz lâzım. Zira, kimsenin, ama hiç kimsenin bizi ve evlâtlarımızı "yalan tarih"in hamalı gibi kullanmaya hakkı yoktur. Hakkı olmadığı gibi, haddi de olmamalı. Hiç olmazsa, bundan sonra... Evet, yakın tarihimiz yeniden yazılmalı; doğru şekilde ve olduğu gibi yazılmalı. Tâ ki... 1) 1876'da vefat eden Sultan Abdülaziz'in "ölüm sebebi" hakkındaki şüphe ve tereddütler tümüyle izâle olsun. Padişahın "intihar" mı ettiği, yoksa darbeciler tarafından "intihar süsü" verilerek mi katledildiği açıkça bilinsin, anlaşılsın. 2) 1876–1909 yılları arasında padişahlık yapan Sultan II. Abdülhamid'in uyguladığı "istibdat rejimi"nin hem gerçek sebepleri anlaşılsın, hem de haklılık–haksızlık derecesi bilinsin. Böylelikle, zihinlerde yer etmiş "Kızıl Sultan" ile "Ulu Hakan" ikilemi ortadan kalksın. 3) Jön Türklerin asıl maksadının ne olduğu, onları takiben gelen İttihat ve Terakki Cemiyetinin zamanla nasıl bir yapıya büründüğü, on yıl müddetle ülkeyi yeneten bu cemiyete mensup şahıs ve kadroların iç ve dış politikada takip ettiği usûl ve esasların doğruluk ve yanlışlık dereceleri hakkıyla bilinsin. 4) İttihat–Terakki iktidarını müteakkip yaşanan sarsıntılı, çalkantılı yılların, İstiklâl harbi döneminin analizleri doğru ve sağlıklı şekilde yapılsın. 1918–23 yılları arasında sahne alan meşurlar arasında, sahte olanlarla sahiden kahraman olanların yer değiştirip değiştirmediği hususu açıklık kazansın; zanlar, şüpheler, tereddütler bir bir izale edilsin. 5) İstanbul işgal altındayken, 19 Osmanlı subayının 1919 Mayısında Bandırma Vapuruyla Anadolu'ya (Samsun'a) gidiş gerekçesinin ne olduğu, onları kimin ne maksatla gönderdiği, bunda hem Sultan Vahdeddin'in, hem de İşgal Komiserliğinin ne gibi bir rolünün veya etkisinin bulunduğu hususu, artık 90 yıldır süren muğlaklıktan kurtulsun da bir zahmet vüzûha kavuşturulsun. 6) Ordu müfettişi M. Kemal ile birlikte "Amasya Tamimi"ni hazırlayan, altına söz ve yazıyla imza atan ordu komutanlarının kim olduğu, bunların Kurtuluş Savaşında neler yaptığı, nasıl kahramanlıklar sergilediği ve bilâhare başlarına ne gibi şeyler geldiği, onlara (tamamına) hem askerî, hem de siyasî sahadan nasıl el çektirildiği, şüpheye, tereddüde yer kalmayacak şekilde açıklık kazansın. Evet, 80 maddeyi aşan "Yakın tarihimiz yeniden yazılsın" dizisi, özetler halinde devam edecek. 25.11.2009 E-Posta: [email protected] |