M. Latif SALİHOĞLU |
|
Yakın tarihle yüzleşme zamanı |
Bir ağacın dalındaki meyvelerin, o ağacın kök ve damarlarıyla doğrudan bir ilintisi, bir bağlantısı vardır. Şüphesiz, meyvenin durumunu başka faktörler, başka unsurlar da etkiler: Su, hava, ışık, toprak gibi... Ancak, bu unsurların tamamı, o ağacın toprağa iyi kök salmasına hizmet eder. Dolayısıyla, kök ne derece sağlam ise, meyve de o nisbette güzel, verimli ve sağlıklı olur. Kök–meyve bağlantısı, sosyal hayatın idamesi ve sağlıklı, şuurlu nesillerin devamı için de çarpıcı ve son derece tutarlı bir örnek teşkil ediyor. "Darb–ı mesel"de deniliyor ki: "Geçmişini bilmeyen bir millet, geleceğini de göremez, bilemez." Geçmiş (mazi) burada kök, gelecek (âti) ise meyve anlamına gelir. Nitekim, şâir Yahya Kemal, bir münâzarâ esnasında “Ben kökü mazide olan atiyim” diyerek, bu mânâyı güzel bir şekilde vecizeleştirir. Demek ki neymiş? Bizlerin geçmişini, mâzisini, tarihini iyi bilmesi gerekiyor. Üstelik, buna zaruret derecesinde ihtiyaç var. Zira, günümüz insanı ve bilhassa yeni gelen nesil, bu hususta son derece zayıf, sığ ve hatta yalan–yanlış bilgilere sahiptir. Bu yüzden de, yalpalamaktan, yanlışlara düşmekten, çıkmazlara sapmaktan bir türlü kurtulamıyor. Asıl fecâat ise şudur: Vasat/normal zamanlı tarihini bilmesi gereken bu milletin evlâdı, ne yazık ki yakın, çok yakın tarihini dahi doğru şekilde bilmiyor, bilemiyor. Üstelik, bildiklerinin çoğu da yalan ve düzmece şeyler. Yani, yasaklanan, karanlığa gömülen, üzeri örtbas edilen yakın tarih safhaları bir yana, bilhassa okullarda okutulan konuların pekçoğu ne yazık ki düzmece tarihten ibarettir. Biz bu köşede zaman zaman bu fecâatin çarpıcı örneklerini sunmaktayız. Sunmaya da devam azmindeyiz. Şükürler olsun ki, insanlarımızın yakın tarihe olan ilgisi ve merak duygusu günden güne ziyadeleşmeye, dolayısıyla yakın tarihteki konuları irdelemede müşevvik bir unsur haline gelmeye başladı. Bu ilgi ve merak hali, yazarlara, araştırmacılara da büyük cesaret kazandırdı. Araştırmacılar, yakın tarihin tozunu attırmada, şimdi çok daha cesur davranıyor. Son zamanlarda gündeme bomba gibi düşen "Dersim Fâciası", yüz yıllık yakın tarihimizin üzerindeki sis perdesini izale ettiği gibi, şiddetli bir tetiklemeyle, şimdiye kadar üzeri örbas edilmiş hemen bütün meselelerini de tartışma meydanına doğru sürükleyip getirdi. Hadise, şimdi öyle bir dinamizm kazandı ki, bunu durdurmaya veya önüne geçmeye hiç kimsenin gücü yetmez. Üstelik, yakın tarihin olayları deşildikçe, insanlarımızın hayret ve taaccübü bir kat daha artıyor ve zincirleme şekilde daha başka konuları da pür merak ve iştiyakla bir an evvel bilmek, öğrenmek istiyor. Öyle görünüyor ki, bundan böyle vicdanlı tarihçiler rahatça konuşacak ve millet de onları dinleyerek doğruları öğrenecek. Bu da, fevkalâde güzel ve hayırlı bir gelişmedir. Bediüzzaman Hazretlerinin, hakikatli bir vecizesini naklederek konuyu noktalayalım: "Hakikî vukuatı kaydeden tarih, hakikate en doğru şahittir."
Tarihin yorumu 24 Kasım 1940
Trakya'da Hitler sıkıyönetimi
Bir ismi de "Alman Harbe" olan İkinci Dünya Savaşı Avrupa kıt'asında bütün şiddetiyle devam ederken, bundan Türkiye de ciddî şekilde etkilenmeye başladı. Ankara hükümeti, İstanbul, Çanakkale ve Kocaeli vilayetleri de dahil olmak üzere Trakya Bölgesinin tamamında sıkıyönetim ilân etti. Sıkıyönetim, ışıkları karatma ve kısmî seferberliğe kadar varan bir dizi tedbirlerin alınmasına yol açan temel sebep, İtalyanların Yunanistan'a saldırmaya ve Almanların da Bulgaristan'ı işgal etmeye başlamasıydı. Bu tarihte, Başbakanlık makamında Dr. Refik Saydam bulunuyordu. Ancak, ülkenin iç ve dış politikasını birinci derecede etkileyen kişi hem CHP Genel Başkanı olan, hem de Cumhurbaşkanlığı makamını işgal eden İsmet Paşaydı. Dolayısıyla, Başbakan Refik Saydam ve kabinesi, İsmet Paşanın tesiri ve gölgesi altında icraat yapmaktaydı. Hitler'den ve Alman ordularından çekinen İsmet Paşa, ne olur ne olmaz ihtimaliyle hareket ederek, Trakya Bölgesinde seferberlik şartlarında bir sıkıyönetimin uygulanmasını istedi. Hükümet de dediğini aynen yaptı ve bu vaziyeti uzun müddet devam ettirdi. Oysa Hitler, yayınladığı beyannâme ile hiçbir cephede Müslümanlara saldırmayacağını, hatta elinden gelse onları himaye etmeye çalışacağını duyurmuştu. Ancak, böyle demesine ve bilfiil öyle yapmasına rağmen, o dönemin TC hükümeti Hitler ve Musollini'yi itimat etmeyerek, olağanüstü tedbirler alma cihetine gitti. Alınan tedbirler cümlesinden biri de, buğday ve sair hububat üzerinde hükümet tasarrufunu serbest bırakmak olmuştur. Hükümet yetkilileri, köylü, çiftçi gibi buğday üreticisine istediği şekilde müdahale etmiş, mahsulüne elkoymuş, istediği kadarını almış ve yaklaşık dört yıl müddetle onlara bir nevi gavur azabını çektirmiştir. 24.11.2009 E-Posta: [email protected] |