Kazım GÜLEÇYÜZ |
|
Minare yasağı |
Müslümanlar Kurban Bayramını kutlarken İsviçre’deki referandumdan çıkan minare yasağına hem İslâm âleminin, hem de daha yoğun şekilde Avrupa ülkeleri, AB ve ABD’den oluşan Batının tepkileri devam ediyor. Bu tepkiler içinde en çok dikkat çekenlerden birinin, referandum sonucunu “entegrasyona ve dinî özgürlüklere ağır bir darbe” olarak niteleyen Vatikan’dan gelmiş olması özellikle ilginç. Bu çıkışın, Papa’nın göreve gelir gelmez yaptığı o talihsiz konuşmanın İslâm dünyasında yol açtığı derin tepkileri yatıştırma niyetiyle bir irtibatı var mı, bilmiyoruz. Öyleyse, bunu da olumlu bir yaklaşım olarak değerlendirmek gerekir. Esasen o konuşmadan sonra Vatikan Müslümanlara sıcak mesajlar vermeye itina gösterdi. Bu bağlamda, Vatikan çıkışlı “Avrupa Allah’ı Müslümanlarla hatırladı, bu sebeple onlara teşekkür borçluyuz;” “Aileyi ve ahlâkî değerleri korumak için Müslümanlarla işbirliği yapmalıyız” ve “Faizsiz bankacılık, küresel krizi aşmak için çıkış yolu olabilir” mesajları bilhassa önemli. Vatikan’ın minare yasağına karşı sergilediği net tavır da, bu zincirin yeni bir halkası olarak, dünyanın şiddetle ihtiyaç duyduğu Müslüman-Hıristiyan dayanışmasına yeni bir katkı sunuyor. Minareye yasak krizinin getirdiği bir diğer olumlu gelişme, AB’nin farkını ortaya çıkarması. Avrupa’nın tam orta yerinde olduğu halde AB üyesi olmayan İsviçre’deki bu kriz üzerine Brüksel’in birliğe vücut veren temel hukuk ve demokrasi kriterleri ekseninde ortaya koyduğu tavır, net bir şekilde din özgürlüğünden yana oldu. Böylece, yakın zamanlara kadar Türkiye’deki dindarları AB’den soğutmak için yapılan “AB üyesi olursak ezan sesi kısılacak” gibisinden propagandaların da asılsızlığı gözler önüne serildi. Din özgürlüğü de dahil olmak üzere, temel hak ve hürriyetler üzerine bina edilen bir yapıda bu özgürlükleri daraltacak ve kısıtlayacak bir girişimin destek bulup kalıcı olamayacağı görüldü. Nitekim bugün Almanya başta olmak üzere Avrupa’nın birçok yerleşim yerinde minareli camiler yükseliyor ve sayıları da giderek çoğalıyor. Onun için, İsviçre’de düşük bir katılımla gerçekleşen referandumda, ülkedeki Müslümanların sayısına aşağı yukarı denk bir fark ile kabul edilen, ama gerek iç hukuk mekanizmaları, gerekse AİHM yoluyla iptali girişimleri şimdiden başlatılan minare yasağından hareketle genelleyici suçlamalar yapmaktan kaçınılması ve tam tersine, bu olayın, İsviçre ve Avrupa halklarına İslâmın korkulacak bir din olmadığını anlatma fırsatı olarak değerlendirilmesi büyük önem taşıyor. Referandum öncesinde yasaktan yana tavır alan partilerin yürüttüğü “anti-İslâm” propagandanın menfî izlerini silmek ve insanları “doğru İslâm”ın müşfik yüzüyle tanıştırmak için, bu anlamda pozitif bir kampanyaya çok ihtiyaç var. Onun için, bazı Müslümanların evvelce karikatür krizinde düştüğü provokasyon tuzaklarından kesinlikle uzak durularak, işin bu ciheti üzerinde yoğunlaşılması ve minare krizinin müsbet bir tebliğ vesilesi olarak görülmesi icab ediyor. Minare yasağından söz açılmışken, fazla uzağa gitmeden, kendi ülkemizin yakın tarihindeki bazı minare düşmanlığı örneklerini de hatırlayalım. Bunlardan biri, İstanbul’un fethinden sonra beş asır cami olarak hizmet veren Ayasofya’nın korsan bir kararname ile müzeye çevrildiği günlerde, mabedin cami hüviyetini tamamen tahrip etmek için minarelerinin yıkılmasının da gündeme gelmesi ve merhum İ. Hakkı Konyalı’nın, Yeni Asya'da yazdığı üzere, “Yıkarsanız kubbe de çöker” diyerek bu menfur girişimi engellemesi. Bir diğeri, 1996’da Teoman Koman döneminde Jandarma Genel Komutanlığının kışlalarda yeni cami yapımını, mevcut cami ve mescitlerde ezan okunmasını yasaklayıp, boş bidonlardan yapılan minarelerin yıkılmasını emreden yazısı. 28 Şubat’ın bu genelgeden 11 ay sonra patlak verdiğini hatırlatarak bu bahsi şimdilik bitirelim. 03.12.2009 E-Posta: [email protected] |
Önceki Yazıları (27.11.2009) - Kurban Bayramınız mübarek olsun (26.11.2009) - Ankara ekseni mi? (24.11.2009) - Kemalizm ve AKP (21.11.2009) - Türklüğe de suikast (20.11.2009) - İslâm ve Türkler |