Osman ZENGİN |
|
Kurban Bayramının kurbanlıkları nereye kayboldu? |
Müslümanın iki bayramından biri olan Kurban Bayramı, Arap âleminde “iyd-i adha” olarak adlandırılır. Aslında Kurban Bayramının önemli bir özelliği de; İslâmın beş şartından biri olan, mâlî durumları müsâit Müslümanların ifa ettiği Hac ibadetinin de bayramı olmasıdır. Zaten hac mevsiminin içinde olduğu ayın adı da Zilhicce, yani Hac ayıdır. Ama işte, oradan uzakta olan diğer Müslümanlar da, o günlerde Allah için kurban kestiğinden “Kurban Bayramı” denilmiştir. Hani, bayramlarla alâkalı klâsikleşmiş bir tâbir vardır: “Ahh o eski bayramlar nerede? Veya bizim çocukluğumuzdaki bayramlar başka olurdu” gibi. Gerçekten, biz de o çocukluk günlerimizdeki bayramları aramıyor değiliz. O günleri hiç unutmuyoruz, sinema şeridi gibi gözümüzün önüne de geliveriyor. Bundan 45-50 sene önceki Ankara’da, büyük şehirde doğmuş ve köy hayatını da sadece filmlerde görmüş olarak büyüdüğümüzden, köy yerlerinde görülen normal ve sıradan herhangi bir şey, bizler için cazip geliyordu. Meselâ; koyun-kuzu gibi mahlûkâtı görmek dahi, bize enteresan geliyordu. İyi ki o zamanlarda atlı arabalar vardı da, o sayede—yakînen olmasa da—atları devamlı görebiliyorduk, onlara karşı bir âşinalığımız vardı. Koyun, kuzu gibi mübarek hayvanları ise biz, ancak Kurban Bayramı yaklaştığında görebiliyorduk. Neredeyse bayrama bir ay kala gelen kurbanlıkları, Ankara cadde ve sokaklarında görmek, değişik bir zevk veriyordu. Ve o çocukluk hâlimizle de, bu hayvanları görmenin mutluluğu yanında, Kurban Bayramının yaklaştığını anlar, bayramın geleceğinin sevinç ve hazzını duyardık içimizde. Satıcılar, kurbanlıkları satabilmek için sokak ve caddelerde gezdirir, bu da değişik manzaralara sebep olurdu. Bazılarının boyunlarında asılı olan çıngırakların çıkardığı sesler, bazen solo, bazen de koro halinde hayvanların “meeee” sesleri birbirine karışır, biz de onları işittikçe, seyrettikçe çok hoşumuza giderdi. Kendimizi, sanki panayıra gelmiş zannederdik. Bayrama birkaç gün kala da, babamın evimize getirdiği kurbanlık, artık bize tam bir eğlence olurdu. Onu bahçeye bağlar, geceleri de kömürlüğe koyardık. Artık, birkaç gün o hayvan bizim canlı bir oyuncağımız olurdu. Ona yem ve su vermek zevkli bir şeydi bizim için. Bayram sabahında ise; babam bizi Bayram namazı için camiye götürür, gelince de kurban keserdi. Tabiî o anda bize de iş düşerdi. Biz bir taraftan hayvanın kesilmesine acırdık, bir taraftan da babamın derisini yüzerken bize hayvanın bacağını tutturmasına ise sevinmezdik. Dakikalarca elimiz havada beklerdik, eğer elimizi bir kaydıracak olsak, artık babamızdan işiteceğimiz azarı da bilirdik. Ağabeyim bir bacağını, ben bir bacağını tutardık. Kurban faslı bitip, kurban etinden veya ciğerinden orucumuzu açtıktan sonra, kahvaltıyı müteâkip komşularımızı dolaşırdık bayram tebriği için. Çocukluk hâli ya, en çok da o gün alacağımız bayram harçlığını düşündükçe sevinirdik. Zaten bu iş için komşu amca ve teyzeler bize; kimi şeker, kimi mendil vs. bazıları da para verirdi. O zamanın sarı ve bakır on kuruşlarını alınca nasıl sevinirdik. Nadir de olsa, yine sarı ve beyaz yirmi beş kuruş veren olursa, artık sevincimiz katlanırdı. Para aldığımız evden sokağa çıkınca, diğer komşu çocuklarını, arkadaşlarımızı da aynı iş için dolaşırken görünce, hemen tüyoyu verirdik. “Ahmed amca para veriyor, oraya gidin” diye. Hatta, bazen kendimizde biraz değişiklik yaparak, aynı eve tekrar giderdik. Ya bizi tanırlar, şekerle savarlardı. Ya da tanıyamazlardı, tekrar para verirlerdi. Artık bu da arkadaşlarımız arasında bir rekabet durumu olurdu. “Ben o amcadan iki defa para aldım” diye. Babama veya rahmetli anneme bu durumu anlatınca kızardı bize, “Bir daha öyle yapmayın yavrum, günah!” diye. Ah çocukluk günleri! Mazi oldular çoktan. Şimdilerde sokaklara bakıyorum da, o manzaralar yok artık. Yani, Kurban Bayramının alâmeti olan kurbanlıkları artık sokaklarda göremezsiniz. Yakın zamana kadar devam eden bu âdet; birkaç senedir, yarı haklı, yarı haksız sebeplerden dolayı kaldırılınca, bugünün çocuklarının, bizim çocukluğumuzdaki duyguları alamayışına da hayıflanıyorum. 27.11.2009 E-Posta: [email protected] |