Robert MİRANDA |
|
İsviçre’de referandum, korkunun gücünü yansıtıyor |
İnsanların anlamadığı ve bilmediği şeylere karşı beslediği korku duygusunun yol açtığı çılgınlığa bir örnek geçtiğimiz haftalarda İsviçre’de, seçmenlerin çoğunluğunun minare yasağına destek verici yönde oy kullandığı referandumla yaşandı. Bu oylama, oy verenlerin Müslümanlarla ilgili önyargılarının en açık seçik deliliydi. İslâmiyet dünya üzerinde yaşayan bir milyardan fazla insana umut ve teselli veren bir dindir. Din özgürlüğü asırlardan beri mücadelesi verilen bir haktır ve sayısız trajik çatışmalara yol açmıştır. Birleşmiş Milletler, din ve inanç özgürlüğünü 1948 yılında yayınlanan Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi’nin 18. maddesinde şu ifadelerle tanımıştır: “Herkes özgür düşünme, vicdan ve dinî inanç hakkına sahiptir. Bu hak her türlü dini veya neye inanırsa inansın her türlü inancı kapsamaktadır.” Amerikan Başkanı Thomas Jefferson bir defasında şunları yazmıştı: “Din özgürlüğü hakkı, insanoğlunun tabiî haklarından biridir ve bu hakkı kısıtlayan veya engelleyen herhangi bir eylem tabiî hakların ihlâli anlamına gelmektedir.” Batılı toplumların İslâm korkusunun kökeninde, sağ kanat muhafazakâr siyasetçilerin İslâm karşıtı retorikleri yatmaktadır. Bunlar Müslümanların genellikle “fundamentalist (köktendinci), militan, radikal, terörist ve bütün dünyayı İslâmlaştırmaya çalışan demagoglar” olduklarından dem vururlar. Peki Müslüman dünyasının düşmanlarını Haçlı zihniyeti etrafında birleştiren ve Müslümanları ve İslâmı karalama ve her kötülüğün kaynağı olarak gösterme çabasına sebep olan bu korkunun kaynağı gerçekte nedir? Batılıların modern İslâm korkusunun kaynağını Batılı emperyalist devletlerin yeni düşmanlarını tanımlamakta kullandığı şu terimde bulabiliriz: “Haydut devletler”... Bu terim, Amerika Birleşik Devletleri’nde, Berlin Duvarı’nın yıkılmasından ve Sovyetlerin dağılmasından çok kısa bir süre sonra sıkça kullanılmaya başlandı. Eski Savunma Bakanı McNamara, 1989 yılında Senato’nun Bütçe Komisyonu toplantısında, ABD Savunma Bakanlığı’nın yüksek miktarda yaptığı harcamalara devam edebilmek için yeni gerekçelere ihtiyacı olduğunu söyleyecekti. İşte Pentagon’un yapmış olduğu yüksek miktarda harcamaları için bulduğu mazeretin ana felsefesi “haydut devletler ve yasadışı nükleer faaliyetlerdi”... George W. Bush bu uyduruk argümanları 2003 yılında Irak’a saldırmak için bahane etti. Irak Savaşı Amerikan halkına yapay gerekçelerle anlatıldı ve Batılı petrol şirketlerinin kârlarını arttırmaya ve Avrupa, Japonya ve Amerika’ya petrol akışını kontrol altına almaya yaradı. Bütün bunlar bir yana, İsviçre, esasında Batılıların halihazırda idrak etmekte zorlandığı bir fenomeni yansıtıyor. Nasıl olurda İslâm Avrupa’da bu kadar hızlı bir şekilde yayılırken, Hıristiyanlık geriye gidebilir? Batılıların esas korku duyduğu şey, İslâm’ın herhangi organize bir misyonerlik faaliyetine gerek duymadan Avrupa’da önlenemeyen şekilde yayılma kapasitesidir.. Bu korku İsviçre’de minare yasağı şeklinde yansıdı. Bunun sebebi İsviçrelilerin İslâmı, kontrol edilemeyen bir tehdit olarak görmesi miydi? İsviçrelilerin yaşadığı korkunun kökeninde yatan şey, onların İslâm’ın hiçbir organize tebliğ faaliyetine gerek duymadan yayılma hızı ve kapasitesine şahit olmaları ve her gün ihtida eden yüzlerce insanı örnek olarak görmeleridir. İslâm daha ilk doğduğu günden itibaren, mantık ve sebeplere dayanan izahlarıyla yayılmış ve asla misyonerlik anlamında bir faaliyeti olmamıştır. İslâm’ın kuralları Kur’ân’a, Hz. Muhammed’in (asm) sözleri ve fiillerine, kıyaslı çıkarımlara, âlimlerin konsensüsüne ve bireysel muhakemeye dayanır, insanları dönüştürmeye çalışan bireylerin evanjelik faaliyetlerine değil. Peygamberimizin çağdaşları İslâm ve Müslüman kelimelerini duyduklarında, bunu insanoğlunun “Allah’a teslim olması” ve “Allah’a teslim olan insan” olarak algıladılar. Tıpkı Kur’ân’da (3:57) geçen ve Hz İbrahim’i (as) tanımlamak için kullanılan “hanif” (Allah’ı bir tanıyan, hakka yönelen) tabiri ve (3:52)’de geçen Havariler’in Hz. İsa’ya söyledikleri: “Şahit ol, biz Müslümanlarız” tabirlerinde olduğu gibi... Marshall G. S. Hodgson, “Dünya Tarihini Yeniden Düşünmek” adlı eserinde şunları söyler: “İslâm’ın Allah’ın iradesine bağlı bir dünya düzeni konusundaki bilinçli ümidi, bizlere dünya tarihindeki en muhteşem vaadi yansıtır ve...insanlık değerleri ile yüklüdür...” Biz Müslümanlar, toplumların ırk, din ve gelir adaleti bakımından büyük farklılıklarla bölündüğüne şahit olmaktayız. Müslümanlar, tıpkı diğer başkaları gibi, mutlu, huzurlu ve ailelerimizin temel ihtiyaçlarını karşılayabileceğimiz bir hayat istemekteyiz. Öyle bir hayat ki, bütün insanlık, ırkı, dini, makamı ve varlığı ne olursa olsun saygın bir şekilde yaşayabilmeli...
Tercüme: Umut Yavuz 17.12.2009 E-Posta: [email protected] |