Kazım GÜLEÇYÜZ |
|
Beş kayıp yıl |
Geçtiğimiz 3 Kasım’da, AKP’nin tek başına iktidar olarak ülkeyi “idare ettiği” sürecin yedinci yılını doldurup sekizinci yılına girdik. Gül’ün başbakanlığında kurulan ilk AKP hükümetinin işbaşı yaptığı tarihi esas alırsak, fiilî iktidar sorumluluğunu üstlenmelerinin sekizinci yılına da 18 Kasım’da ulaştık ve bugün itibarıyla sekizinci senenin ilk ayı dolmak üzere. Bugünün, yani 17 Aralık’ın ayrı bir özelliği daha var. AB’den üyelik müzakerelerine başlama tarihi aldığımız günün beşinci yılı bugün doldu. Üyelik hedefine ulaşmak için yapılması gereken reformlar açısından geriye dönüp bakınca, bu istikamette atılan adımların 17 Aralık 2004’e kadar yapılanlarla sınırlı kaldığını görmekteyiz. Onların içinde en kayda değer olanlardan biri, MGK’yı sivilleştirmek ve işlevini kısmen de olsa demokratik kriterlere uygun hale getirmek için yapılan anayasa değişikliğiydi. Bu çerçevede kurul toplantılarına katılan bakanların sayısı arttırıldı, öteden beri bir orgeneralin üstlendiği genel sekreterlik makamı Dışişleri kökenli bir diplomata aktarıldı ve genel sekreterlik bünyesinde faaliyet gösteren dairelerin bir kısmı lağvedildi. Psikolojik harekât ve fişleme gibi çok tartışılan faaliyetlere de son verildiği gibi bir algı oluştu. Ama zaman içinde, bu işlevlerin Genelkurmay ve İçişleri Bakanlığı bünyesindeki farklı adreslere taşındığı anlaşıldı. Son aylarda ülke gündemini meşgul eden Albay Çiçek imzalı andıç ve benzerleri, bunu açıkça gözler önüne serdi. Kuruldaki sivil üye sayısının arttırılması da sonraki işleyişi fazla değiştirmedi ve dönemin Genelkurmay Başkanı Kıvrıkoğlu’nun “Yüz üye de getirseler bizim için fark etmez” diyerek ortaya koyduğu tavrı doğrulayan bir tablo ortaya çıktı. Ve asker-sivil ilişkileri AB ülkelerinde geçerli demokratik kriterlere uygun hale getirilemedi. Genelkurmay adına verilen siyasî nitelikteki mesajların bazı üslûp ve yöntem farklarıyla da olsa devam etmesi, hattâ bunların zaman zaman müdahale olarak algılanmaya elverişli sen derece sert tonlamalarla ifade edilmesi, temelde çok fazla değişen birşey olmadığını defaatle gösterdi. Bu noktadaki sorunun ne kadar derin ve yapısal nitelikte olduğunu ortaya koyan en önemli göstergelerden biri, gizli anayasa olarak da adlandırılan Millî Güvenlik Siyaset Belgesi uygulamasının aynen devam ettirilmesi oldu. 17 Aralık 2004 öncesinde MGK reformunu gerçekleştiren hükümetin, 2005 yazında 28 Şubat zihniyetini yansıtan yeni bir MGSB’ne onay vermesi ise, anlaşılması ve izahı çok zor bir çelişki oluşturdu. Sonuçta, MGK reformunun eksik ve yarım bırakılması sebebiyle, askerin demokratik ve sivil kontrolü açısından olması gereken sonuçlara ulaşılamazken, yargı reformunun bir türlü gündeme getirilememesi de, işleyişteki yargı vesayetini koyulaştıran mâlûm gelişmelerin önünü açtı. Bu açıdan bakıldığında, 17 Aralık 2004’ten bu yana geçen beş yılı, maalesef kayıp yıllar olarak değerlendirmek gerekiyor. Bu durumun, müzakere tarihi aldıktan sonra reformlara daha bir asılmak gerekirken, tam tersine anlaşılmaz bir şekilde sürecin fiilen askıya alınması ise, son derece garip bir paradoks ve çelişki oluşturuyor. Eğer AB reformları için 17 Aralık 2004’e kadar gösterilen yoğun ve enerjik çaba, müzakere tarihi belli olduktan sonra daha da arttırılıp hızlandırılmış; bu çerçevede yeni anayasa projesi sonuçlandırılıp, bilhassa iki kronik sorun olan asker-sivil ilişkileri ile yargı alanında yapısal reformlar gerçekleştirilebilmiş olsaydı, bugün çok daha farklı ve olumlu bir noktaya ulaşabilirdik. Demokratik açılım sürecinin tıkandığı, tam tersine yine OHAL ve sıkıyönetim senaryolarının seslendirildiği bir ülke manzarası oluşmazdı. AB cenahındaki engelleme çabaları, Sarkozy ve Merkel gibilerin tavrı ayrı konu. Ama onlar bizdeki reform isteksizliğinin bahanesi olamaz. Beş yıldır AB sürecini savsaklamanın bedelini AKP hem kendisi ödüyor, hem ülkeye ödetiyor. 17.12.2009 E-Posta: [email protected] |
Önceki Yazıları (16.12.2009) - Yargıyı kim yıpratıyor? (15.12.2009) - Açılımdan OHAL’e mi? (11.12.2009) - Açılımdan kaosa mı? (09.12.2009) - Demokrasiye pusu (08.12.2009) - Islak imza, YAŞ manevra |