M. Latif SALİHOĞLU |
|
Kardeşliği haykırma zamanı |
Hükûmetin başlatmış olduğu "açılım süreci"nin sekteye uğraması, kan ve şiddet ortamından beslenenlerin iştahını kabartmışa benziyor. Kabaran bu iştahlarıyla, her gün bir başka mahalde hadise çıkarıyorlar. Kalabalıkları güvenlik güçleriyle çatıştırıyorlar, hatta vatandaşı vatandaşla karşı karşıya getirmeye uğraşıyorlar. Ne yazık ki, bu uğraşlarında yer yer emellerine ulaşıyorlar: Diyarbakır'da, İzmir'de, İstanbul Dolapdere'de ve son olarak Muş Bulanık'ta yaşanan ölüm ve yaralanma vak'ası, tırmanan tehlikenin göstergesi mahiyetini taşıyor. Böylesi tehlikelerin zuhur ettiği zamanlarda, imân ve hamiyet sahiplerine de mühim vazifeler terettüp ediyor. Bir şekilde bize ulaşıp "Bu gibi durumlarda biz ne yapalım, neler tavsiye edersiniz?" diye soran okuyucularımıza, kısaca şunları söylüyoruz: Birbirine düşman hale getirilmek istenen Türk ve Kürt kardeşler, böyle durumlarda birbirine daha fazla sarılıp kucaklaşmalı. Kışkırtıcıların hevesini kursaklarına hapsedecek derecede kenetlenip kaynaşmalı. El ele, omuz omuza hareket etmeli. Hiç ayrım yapılmaksızın, birbirinin taziyesine giderek acıları paylaşmalı. Vefat edenleri hakikî kardeşlerimiz olarak bilmeli ve onlara rahmet duâları okumalı. Aynı anda, cuntacılara, terör örgütlerine, bunlara destek sağlayanlara, kan ve kin batağından beslenenlere de hep birlikte lânet yağdırmalı. Nihayet, kardeşliğimizi kimsenin bozamayacağını kat'î bir kararlılıkla ve belki de haykırarak dile getirmeli. Evet, şunu katiyyen bilmeli ki: Kürtlerle Türklerin saadeti gibi, felâketi de birbiriyle bağlıdır, bağlantılıdır. Birinin başına felâket geldiğinde, diğeri mesut olamaz ve olamamış. Bu gerçeğe, en az bin yıllık tarihimiz şahittir. Bediüzzaman Hazretleri, yüz sene evvel kaleme aldığı Münâzarât isimli eserinde, "Kürtlerin içtimaî hayatının, Türklerin hayat ve saadetinden" neşet edip çıktığını ifade eder. (Age, s. 126) Gerek dinî, gerek tarihî ve gerekse sosyal gerçeklik gösteriyor ki, Kürtlerle Türklerin birbirimizden ayrılması ve kopması da, imkân ve ihtimal haricidir. Geriye, sadece ve sadece bir tek yol, bir tek ihtimal kalıyor: Kardeşcesine birarada yaşamak... Madem öyle, o halde bunun gereğini yapmaktan başka çıkar yol yoktur. Görülüyor ki, kardeşler, ısrarla ve inatla birbirine düşman edilmeye çalışılıyor. Tıpkı, 1920'ler de yapıldığı gibi... Bundan doksan yıl evvel, Paris Konferansında biraraya getirilen Kürt ve Ermeni (Şerif Paşa ile Bogos Nubar) liderler, Türkiye ve Türkler aleyhinde kullanılmak istenmiş. Bu şer ittifakını bozanların başında ise, hiç şüphesiz Bediüzzaman Hazretleri ve Kürt uleması ile umerası geliyor. Bu zâtlar, gerek gazetelerde yazılar yazarak ve gerekse Paris'e protesto telgrafları çekerek, şer ittifakını bozmaya muvaffak olmuşlardır. (Bkz: Sebilürreşad, 4 Mart 1920) İşte, şimdi yine bir şer ittifakının tırmandırmaya çalıştığı dehşetli bir tehlike ile karşı karşıya gelmiş bulunmaktayız. Bu tehlikeyi bertaraf etmek için, Bediüzzaman Hazretlerinin, benzer durumlarda takındığı tavır ve söylediği sözler, bizler için harikulâde bir örneklik teşkil ediyor. Dolayısıyla, olup bitenlere bakarak bigâne kalmak, yahut nemelâzım diyerek susmak, hamiyet sahiplerine yakışmaz. Hasılı: Din ve imân kardeşliğini ihyâ etmede, herkese terettüp eden vazifeler var. Bunun gereğini yapmak için hemen harekete geçmeli; alevlerin bacayı sarmasını beklememeli.
Tarihin yorumu 17 Aralık 1918
Kürt Teâli, işgal günü kuruldu
İngiliz öncülüğündeki işgal kuvvetlerinin donanması, Mondros Mütarekesinin (30 Ekim 1918) ardından, İstanbul'a doğru harekete geçti. İki hafta sonra, İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan kuvvetlerine bağlı 61 parçalık donanma, İstanbul limanına demir atarak karaya asker çıkardı. İstanbul'un kademeli şeklindeki işgali, bu sûretle başlamış oldu. "Güvenliği sağlama" gerekçesiyle gelen işgalcilerden destek alan siyasî ve ideololojik ayrılıkçı hareketlere de, böylelikle gün doğmuş görünüyordu. İşte, o ayrılıkçı hareketlerden biri de, Kürt (Kürdistan) Teâli Cemiyetiydi. Bu cemiyet, uzun bir hazırlık devresinden sonra, nihayet 17 Aralık 1918'de resmî kuruluş başvurusunda bulundu. Bu başvurunun kabul görmemesi söz konusu değildi. Zira, İşgal Yüksek Komiserliğinin her kesim ve her kademe üzerinde bâriz şekilde baskısı vardı. Üstelik, bu baskı sadece İstanbul ve hükûmet merkezi ile de sınırlı değildi. Meselâ, Kürt Teâli Cemiyetinin resmî olarak kurulduğu aynı gün (17 Aralık), Ermenilerin de aralarında bulunduğu 1500 kişilik Fransız kuvveti Mersin'e çıkarma yaparak Anadolu'yu (Tarsus, Adana, Ceyhan, Toprakkale, Pozantı...) işgale başladı. Yine aynı gün içinde, Hintli sömürge askerlerinin bulunduğu İngiliz kuvvetleri de Mersin'e bir başka cepheden girdiler ve oradan Anteb'e doğru harekete geçtiler. İşgal kuvvetlerinin bu hareketinden cesaret alan Ermeni komitacılar ise, yurdun çeşitli yerlerinde taşkınlıklarda bulundular. İşte, böyle bir zaman ve zeminde kurulan Kürt Teâli Cemiyetinin, İşgal Yüksek Komiserliğinden bağımsız şekilde hareket etmesi mümkün görünmüyor. O zamanlar, sadece Kürt Teâli değil, yine işgal dönemi İstanbulu'nda kurulan İslâm Teâli Cemiyeti de, İngilizlerin inisiyatifi dahilinde hareket ediyordu. Yani, şu "Teâli" tâbiri, bir çeşit İngiliz patenti olup, o dönemde kitleleri aldatmaktan başka bir anlam taşımıyordu. 17.12.2009 E-Posta: [email protected] |