M. Latif SALİHOĞLU |
|
Gerilimi dindirmenin yolu |
Kimi bilerek ve kasten, kimi de bilmeyerek gerilime çanak tutarak, ülkenin zarar hanesine katkıda bulunuyor. Gerilimi bilerek ve severek tırmandıranların elinde, vatanın, milletin ve hatta insanlığın hayrına olacak bir meziyetleri, bir sermayeleri yoktur. Bunlar kandan, kinden, husûmetten, gerilimden beslenirler. Bütün işleri güçleri yara kaşıyıcılığı yapmak, sinir uçlarıyla fütursuzca oynamak, zıtlaşmaları körüklemek... Zaten, başka da bir iş yapamazlar, başka hizmetleri göremezler. Hayat felsefelerini hep "beğenmemek, itiraz etmek, karşı gelmek, yakmak, yıkmak, tahrip etmek..." üzerine inşa ederler. Bin yıl yaşasalar, bunlar yine de ıslâh olmaz, yine de iflâh etmezler. Anarşisttirler. Gerilim olmazsa, husûmet biterse, bunlar da biterler, tükenirler. Bu sebeple, yangına körükle gitmeyi, ateşe benzin dökmeyi tercih ederler. Ülkemizde, böylelerine mebzul miktarda rastlamak mümkün. Bu durum, elbette ki üzücüdür, elem ve ıztırap vericidir; ama, o nisbette de gerçektir, çok acı bir gerçek... Acaba elden ne gelir ve neler yapılabilir diye düşünmek durumundayız. Böylelerine "anarşist nazarıyla" bakmak ve ona göre tedbir almaktan başka bir çare görünmüyor. Köklü tedbir, kànun hakimiyetine, vicdan hakimiyetine dayanır. Fakat, o kànun kànun olmalı; o vicdan vicdan olmalı. Bunların üzerinde başka unsurlar olmamalı, başka tahakkümler bulunmamalı. Ne yazık ki, sıkıntının en önemli bir parçası, bu noktada düğümleniyor. Bizdeki "ithal kànunlar"ın çoğu lastiklidir. Fıtrî kànunlara ters düşüyor; yani, fıtrî hukukla örtüşmüyor, bağdaşmıyor. Bu lastikli kànunlar, çoğu zaman fikir ve inanç hürriyetine müdahale sûretinde kullanılabiliyor. Kànunlar gibi, vicdanlar da zaman zaman benzer baskılara, müdahalelere mâruz kalabiliyor. Kànunların, vicdanların, düşüncelerin rahat bırakılmaması ve bunların kendi fıtrî mecralarında ilerleyememesi hali ise, yukarıda ifade ettiğimiz anarşist ruhlu tahribatçıların işine geliyor. Onlar için istismar malzemelerini üretiyor. Öte yandan, muhalif fikirlerin üzerine de fikirle; aykırı siyasetlerin üzerine siyasetle gidilmeli. Açıklıktan, şeffaflıktan yana olunmalı. Yalanın, yanlışın ve her türlü istismarın önüne ancak bu sûretle geçilebilir. Her devlette, her hükûmette muhalif kimseler, aykırı kesimler bulunabilir. Muhalifler, kuvvet kullanmadığı, şiddete başvurmadığı, can ve mala karşı tahribatta bulunmadığı takdirde hür ve serbest bırakılmalı. Tâ ki, kendi yanlışlarıyla başbaşa kalıp tükensinler. Aksi halde, yanlışlarını doğru tevehhüm ederek, yoluna devam edebilir. Her türlü fikir, inanç ve siyaset hürriyetine rağmen, yine de şiddet metodunu tercih edenler olursa, o takdirde "kànun kuvveti"ni hakim kılmaktan başka çare kalmıyor. Buna ise, kimsenin karşı gelebilme şansı da yok, gücü de...
Tarihin yorumu 8 Aralık 1941
Alman Harbi, Dünya Harbine dönüştü
Yaklaşık iki yıldır devam eden Avrupa Savaşı, Japonya ve Amerika'nın (ABD) da bilfiil dahil olmasıyla, 8 Aralık 1941'de Dünya Savaşına dönüştü. Kesintisiz altı yıl müddetle devam eden ve 30 milyondan fazla (bazı kaynaklarda iki misli) insanın hayatına mal olan II. Dünya Harbinin ismi, başlangıçta "Alman Harbi" şeklindeydi. Zira, bu savaş, Alman ordularının 1 Eylül 1939'da sınırı geçerek Polonya'ya saldırmasıyla başlamıştı. Hemen ardından, peşpeşe şu gelişmeler yaşandı: 1) Birleşik Krallık (İngiltere) 3 Eylül'de, bir gün sonra da Fransa, Almanya'ya savaş ilân ederek, kanlı boğuşma sahasını genişlettiler. 2) Rusya ise, 17 Eylül 1939 günü Sovyet Kızıl Ordusuna bağlı birlikleri Polonya'nın doğu sınırına kaydırdı. 3) Alman ve Rus ateşi arasında kalan Polonya, 27 Eylül 1939'da Almanya'ya teslim oldu. Bu başarıdan cesaret alan Hitler, Avrupa'nın diğer ülkelerine de saldırdı. 4) Rusya, 1940 Haziran'ında Baltık Ülkelerine (Litvanya, Letonya ve Estonya) tehditkâr bir nota göndererek, onları kendi safına katılmaya mecbur etti. Direnenleri de Kızıl Orduyla dize getirdi. 5) Avrupa Savaşı, 27 Eylül 1940'den itibaren yeni boyutlar kazanmaya başladı. Almanya ve İtalya, bu tarihte Japonya'yı da yanlarına çekmeyi başardı. Üçlü ittifak kararı alındı. Böylelikle, Asya–Pasifik Cephesi de açılarak, savaş Avrupa kıt'asının dışına taştı ve yeni bir "Dünya Savaşı" mahiyetine büründü. 6) Japonya'nın bu tavrı Amerika'yı tedirgin etti. Diğer cepheye meyleden ABD, savaş filolarını Hawai adalarında konuşlandıma cihetine gitti. Bu durum, Japonya'yı büsbütün endişelendirmeye başladı. 7) Japonya saatiyle 8 Aralık (1941) sabahı, ABD filolarını bir ani baskın taktiğiyle bombardıman eden Japon kuvvetleri, Amerika'ya çok büyük zayiat verdirerek geçici bir başarı kazandı. 8) Amerika'nın da bütün gücüyle savaşı katılması neticesi, dünyanın birçok bölgesi yangın yerine döndü. On milyonlarca insanın öldüğü bu savaşta, herkes kaybetti; kazanan, ya da kârlı çıkan taraf olmadı. 08.12.2009 E-Posta: [email protected] |