Kazım GÜLEÇYÜZ |
|
Islak imza, YAŞ manevra |
Albay Çiçek’in ifade, tutuklanma ve 45 saat sonra serbest bırakılma serencamı öncesinde Başbakan Erdoğan, isim vermeden Genelkurmay’a “Zanlıları yargıya teslim edin” çağrısı yapmış ve Çiçek’in ıslak imzasını “kilidi açacak olan anahtar” olarak nitelemişti. Çiçek gitti, ifade verdi, tutuklandı, itiraz üzerine yine serbest bırakıldı. Ve ortaya çıkan sonuca dair Başbakanın bir yorum yaptığını duymadık. Öncesinde ıslak imzayı “kilidi açacak anahtar” olarak niteleyecek kadar kesin ifadeler kullanırken, daha sonra sergilediği suskunluk yargı sürecine duyduğu saygının mı bir ifadesiydi, yoksa işin içinde başka işler de var mıydı, bilmiyoruz. Ancak yine Erdoğan’ın son günlerde medyaya niye kızdığını anlatırken, “Şu kadar general şuraya çağrıldı; bu kadar albay, yarbay buraya çıkarıldı” tarzındaki haberleri eleştirerek, “Teröre körükle gidiyorsunuz” diye çıkıştığını görüyoruz. Ergenekon kapsamındaki sorgulamaları haber yapmanın terörü körüklemekle ne alâkası var? Anlaşılan, Erdoğan zaman zaman tekrarladığı “kurumlar arası mutabakat”ı bir kez daha asker söylemlerini içselleştirme şekline dönüştürmüş. Bu “fırça”ların, Aralık başında yapılan, iki TSK personelinin daha “irticaî tutum ve davranış” gerekçesiyle ordudan ihraç edildiği, Başbakanın Millî Savunma Bakanıyla birlikte bu ihraçlara karşı “şerh” koymaktan başka birşey yapamadığı ve ayrıca TSK’ya karşı yürütüldüğü söylenen “asimetrik psikolojik harekât”la ilgili özel brifing aldığı YAŞ toplantısından sonra gelmesi ilginç. Erdoğan’ın tavrı, “YAŞ ayarı”nın, istenen sonucu verdiğini gösteriyor. Hükümetin, “telefon dinleme” bahsinde koparılan fırtına üzerine apar topar gündeme getirdiği pakette, “soruşturmanın gizliliğini ihlâl” suçlarına öngörülen cezaları ikiye katlama girişimi ise, bu sözlerle açığa vurulan değişimin fiiliyata da yansıdığına işaret. Eğer bu yasa değişikliği Meclisten geçerse, Ergenekon soruşturması başta olmak üzere bilumum cunta oluşumlarını, darbe girişimlerini ve çete ilişkilerini, v.s. medyada haber yapmak, yazıp çizmek, yorumlamak imkânsız hale gelecek. Böylece, bazı kritik dâvâlarda mahkemeler tarafından konulan, ama Ergenekon örneğinde görüldüğü üzere, uygulamada pek işlemeyen yayın yasağı, sağlam bir şekilde tesis edilmiş olacak. Ve ancak yoğun bir kamuoyu takibi altında sorgulandığı takdirde aydınlatılabilme şansı bulunan karanlık ilişkiler, “soruşturmanın gizliliği” adı altında, yargı sürecinin karmaşık labirentlerinde, el altından hep yapılagelmiş olan derin müdahalelerin yönlendirmesine açık bir şekilde örtbas edilip karartılmaya devam edilebilecek. Erdoğan diyor ki: “Bırakalım, yargı süreci işlesin. Kuvvetler ayrılığı prensibi var. Yargı erkine hiç kimse karışmasın ve müdahale etmesin...” Elbette ki işin prensibi ve olması gereken şekli bu. Ama Türkiye’deki yargı sisteminin durumu ortadayken ve Erdoğan’la partisi de bu sistemin mağdurları arasında yer alıyorken, dahası bu durumu değiştirecek köklü bir sistem reformu da hâlâ yapılamamışken Başbakanın bu şekilde konuşması statükoya bir kez daha teslim bayrağı çektiğinin ilânından başka bir anlam taşır mı? Peki, sorgulanan veya yargılanan general, albay ve yarbaylarla ilgili haberlere tepki gösterip “Yargı işini yaparken hiçbirimiz konuşmayalım” diyen Erdoğan, Danıştay’ın katsayı kararı için bayram günü bizzat kendisinin yaptığı “ideolojik” eleştirisini bu çağrıyla nasıl bağdaştırıyor? Bu mantık geçerli olacaksa, yargı organlarının verdiği her kararı peşinen doğru kabul edip hiç tartışmayalım ve eleştirmeyelim. Anayasa Mahkemesinin AKP hakkında verdiği o karar dahil... Ve herşeyi yargıya havale edelim. Bu meyanda, söz gelişi Ergenekon dâvâsının seyrini hiç merak etmeyelim. Nasıl olsa yargı en doğrusunu yapar deyip, işimize bakalım ve gereksiz yere bu konuyu kendimize dert edinip risk almayalım. Huzur ve güven içinde, yargıyı bekleyelim... 08.12.2009 E-Posta: [email protected] |
Önceki Yazıları (06.12.2009) - Hizmette motivasyon (04.12.2009) - Katsayı ve referandum (27.11.2009) - Kurban Bayramınız mübarek olsun (26.11.2009) - Ankara ekseni mi? |