M. Latif SALİHOĞLU |
|
Yakın tarih yeniden yazılsın (6) |
Altı gündür olabildiğince özetleyerek yazdığımız bu yazı serisini, hiç mübalâğasız 60 gün daha devam ettirmek mümkün. Bu da, yakın tarihimizin, resmî dilde ne derece çarpıtılmış ve açıkça bilinmesi gereken hakikatlerin ne ölçüde örtbas edilmiş olduğunu gösteriyor. Ancak, şimdiye kadar sayıp döktüklerimizle maksadın hasıl olduğu kanaatine vardığımızdan, bu seri yazıyı şimdilik noktalamak istiyoruz. İleride, ihtiyaç nisbetinde konuya tekrar dönebiliriz. Zaten, şu "yakın tarih yalanları"nın peşini bırakmak gibi bir niyetimiz de yoktur.
45) Bir önceki yazıda, hayalî "İzmir Sûikastı" olayına (1926) kısaca değinmiş, Kâzım Karabekir ve arkadaşlarının İstiklâl Mahkemesine çıkartılarak idam talebiyle yargılandığından söz etmiştik. Karabekir Paşa, mahkeme safhasıyla ilgili olarak, geçtiğimiz haftalarda yayınlanan "Günlükler"inde şunları ifade ediyor: "Mahkemeye götürüldük. Otomobil ile, muhafız komiserle. Bizim fırka rüesası (TCF'nin lider kadrosu), bazı aza, Cavit, sabık mebus Hilmi. Müddeiumumi (savcı), iddianamesini okudu. Hayret! Neler olmuş ve biz neler tertip etmişiz! Heyet–i tertibiye diye topladıkları bu insanlar, burada ilk kez bir araya geliyor! Pek garibime geldi. İftira mı? Bu kadarına nasıl cesaret olunur? Evvela hayretle kızdım; sonra da güleceğim geldi!" (Age, Yapı Kredi'nin 3000. yayını, sayfa 991; Kasım 2009, İstanbul.) Bu ifadeler de açıkça gösteriyor ki: "İzmir Sûikastı" bir kumpas ve bir hayalî senaryo eseridir. Muhalifleri toptan korkutma, sindirme ve hatta yok etme maksadına matuf dehşetli bir düzmeceden ibarettir.
46) 1903'te Osmanlı Donanmasına katılan, Balkan (1912–13) ve Birinci Dünya Savaşlarında büyük yararlılıklar gösteren Hamidiye Kruvazörü (Harp Gemisi), 1925'te ise, ne yazık ki bağlı bulunduğu ülkenin sâhillerini bombalama bahtsızlığını yaşadı. Sebep: Şapkaya muhalefet... Trabzon ve Rize yöresindeki vatandaşlarımız, kànun zoruyla şapka giyilmesine muhalefet ettikleri için, zamanın ceberrut hükümeti tarafından, üzerlerine bomba yağdırıldı. Sayısız insanı idam etmek yetmiyormuş gibi, bir de katliâma varan bir zalimliğe başvuruldu. Hamidiye Savaş Gemisinden atılan bombalarla ne kadar mâsumun vefat edip yaralandığı, maalesef tam olarak bilinemiyor. Acaba, bu vicdanlığın sorgulanması gerekmiyor mu? Unutalım gitsin mi?
47) Doğu Karadeniz'deki elim vak'alar benzer tablolar, Türkiye'nin birçok yerinde sergilendi. Şapkaya karşı demokratik tepkilerini izhar eden binlerce vatandaşımız, kimisi hapse atılarak, kimisi idam edilerek cezalandırıldı. Hatta, Muş'ta ve Erzurum'da camilere sığınan vatandaşların üzerine kurşun yağdırılarak katliâm bile yapıldı. Ne uğruna? Şapka uğruna... Peki, aynı kànun bugün de geçerli. Neden hiçkimseye, hiçbir şey yapılamıyor bugün? Burada da bir sorgulama cihetine gidilmesi gerekmiyor mu?
48) Türkiye'de "inkılâp mağduru" olmuş insanların mevcudu ne kadar? Öldürülen, yaralanan, ya da hapse atılan vatandaşların yekûnu hakkında, neden en ufak bir mâlûmat verilmiyor?
49) Latin alfabesi kabul edilirken, Kur'ân harfleri niçin yasaklandı? Kur'ân–ı Kerimin orijinali (mushaf) neden yasak kitap listesine dahil edildi? Medrese, tekke ve türbeler niçin kapatıldı? Ayasofya, neden cami olmaktan çıkartıldı? Yüzlerce cami, hangi akla hizmetle haraç–mezat satıldı?
50) Nihayet, bu ülkenin insanları, "Soyadı Kànunu"nda yaşanan fecâati (1934), Türk soyadlarını yeniden tanzimle görevlendirilen TDK Başkanı Ermeni asıllı Agop'un M. Kemal için teklif ettiği "Atatürk" soyadının Meclis tarafından nasıl kabul edildiğini, "Mason Teşkilâtı"nın kapatılmasının ardında yatan kandırmaca manevrayı (1935), Dersim'de yaşanan tüyler ürperten felâketi (1937–38), Zilan'da, Sason'da vesâir yerlerde tekrarlanan benzer tahribatı, Varlık Vergisi Kànunuyla yaşanan insanlık dışı uygulamaları, (1942–44), 1946'daki "sopalı seçim"de yaşananları, 1955'te kurulan Bağdat Paktının maksadını ve sonrasındaki vahim gelişmeleri, güney sınırının niçin mayınlandığını, meşrû hükûmetlere yönelik yapılan darbeleri, muhtıraları ve cunta faaliyetleri hakkında doğru, sağlıklı ve tatminkâr bilgilere ulaşma hakkına sahip değil midir? Keza, bu ülkenin insanları, Fevzi Paşanın 28 yıllık (1922–50) davranış biçimini, 1951'teki Ticaniler Vak'asını, 1955'teki "6/7 Eylül olayları"nı, 1960'ta vefat eden Said Nursî, 35 yıl müddetle niçin eza–cefa çektirildiğini, ona hangi gerekçeyle seyahat yasağının konulduğunu, ve nihayet 1960'tan sonra Yassıada'da yaşanan utanç verici gelişmeleri bilmesi, yerine göre sorgulamada bulunması gerekmiyor mu? Bilmek ve sorgulamak, her vatandaşın demokratik ve hatta temel insanî hakkı değil midir? 07.12.2009 E-Posta: [email protected] |