17 Aralık 2009 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Basından Seçmeler

PKK, Kemalizmin izinde mi?

Müfİd Yüksel 30 yıllık yarenlik ettiğim arkadaşım, kardeşimdir. Her şeyden önemlisi de, kendi semasında bir yıldızdır.

Dili de, maşallah, Hazreti Ali efendimizin zülfikârı gibi keskincedir.

Dil dedim de aklıma geldi:

Anadili Kürtçeden Farsçaya, Arapçadan İngilizceye kadar bildiği bütün dilleri şöyle böyle değil, künhüne varıncaya kadar bilir.

Ne ki, içinden geldiği camia dahil, hiç kimseye hiçbir dilde keyif bağışlamaz.

Hulasa, hakikatin hatırını hiçbir ilişkiye meze etmez.

Keskin bir zekâ, müthiş bir tecessüs, olağanüstü bir hafızaya sahiptir.

İstanbul’daki sokakları bile cemaziyelevveline kadar bilir: Yani, ayaklı “Google” gibidir.

Şu farkla ki: “Google”a birkaç nüfus bilginizi verdiğinizde şecerenizi çıkaramaz, Müfid çıkarır.

Hemi de öyle şappadak çıkarır ki, ağzınız bir karış açık kalır!

Meslekten sosyologtur, ama, başka birçok bilim dalında meslek erbabıyım diyenlere nal toplatır.

Bundan bir yıl mukaddem, “İdris-î Bitlisî ve eserleri” başlıklı öyle bir makale yayımlamıştır ki, okusanız, “Türkçede bu ilmî değerde başka makale var mı?..” diye sormadan kendinizi alamazsınız.

Hiçbir şey sormasanız, “Soner Yalçın, İdris-i Bitlisî hakkında yazmaya haya etmedi mi?..” dersiniz.

Soner Efendi mezkur makaleden haberdar olsaydı, hiç değilse, İdris-i Bitlisî’nin doğum yerinin muğlak olduğunu dercetmez, Bitlisli olduğunu öğrenirdi. (Ayrıca, adı üstünde, “Bitlisî” yahu!)

Gelgelelim…

Müfid Yüksel bunca birikimine nazaran yetmiş kuşağının zıpçıktı entelektüelleri gibi “malumatfuruşluğu” gösteriş budalalığına dönüştürmez.

Bir dava adamı olduğu için bilgi birikiminin ancak çilesini çeker, havasını atmaz.

Biraz evvel, hakikatin hatırı karşısında kimsenin avuruna zavuruna bakmaz dedim ya, zannetmeyin ki “rüşvet-i kelam” eyledim.

Zira “Dindarlık İslâmcılar eliyle tasfiye ediliyor…” demiş, diyebilmiş adamdır.

Gerçekten de lafını kimseden esirgemez: “Eskinin radikal İslâmcıları bütün ilkelerinden vazgeçmiş bir yapı içindeler (…) Her bakımdan seküler hale gelmiş durumdalar. Bir zamanlar ‘cihad hareketi’ deyip para toplanan kanallar tamamen seküler hale gelmiş durumda. Bunlar için artık bir ses sanatçısı, bir âlimden daha değerli…”

Bizim camiada nedense (yukarıdaki ifade bile başlı başına bir neden ya, neyse) Müfid Yüksel’in ilminden irfanından yeterince istifade edilmemiştir.

Hem “açılım” zamazingosu icat edilmeden “Aleviliğe” açılım yapmış mutasavvıf bir alim, hem de Kürt meselesine taa medreselerden başlayarak orijinal ve birleştirici çözüm önerileri getiren bir Kürt aydınıdır o.

“Tanrı Ahmet Türk’ü korusun!” başlıklı yazımda, Sayın Ahmet Türk’ün, “Allah rahmet etsin” yerine “Tanrı rahmet etsin” ifadesini tercih etmesini yadırgamıştım ya, memlekette ne kadar Şinasi varsa hepsi ayağa kalktı.

Fakiri hem ümmetçi, hem ulusalcı, hem Kürtçü, hem de Türkçü ilan ettiler.

İmdi, rahmetli hocamız büyük İslam alimi Molla Sadreddin Yüksel’in mahdumu Müfid Yüksel’in Yeni Asya gazetesinden Hasan Hüseyin Kemal’e verdiği röportajdan şuncağızı okuyalım:

“1966’da eski Kulp Müftüsü Mehmet Emin Bozarslan, Kürtçede ilk Latin karakterli alfabe kitabını çıkardı. Daha sonra PKK ve onlara yakın olan laikçi Kürtler buna dayanarak Kemalistler gibi dil devrimi yaptılar. Arapça ve dinî kelimeleri, terimleri sürekli ayıklamaya çalıştılar, çalışıyorlar. Dilde de Müslümanlığı tasfiye etmeye çalışıyorlar. Burada ciddî bir kemalist taklit var…”

Alışılagelen terkibin hilafına, yaratıcıya, Allah yerine, “Esmâ–ül Hüsnâ”da yeri olmayan “Tanrı” demeyi hasseten tercih eden kafaya niye taktığımı şimdi anladınız mı bari?

Yoksa…

İsteyen “Ulu Manitu” der, bana ne!

Salih Tuna Yeni Şafak, 16.12.2009

17.12.2009


Olağanüstü Hal peşinde

Askeri çağırıyorlar.

Sokaklara taşan öfkenin amacı bu değil belki ama böyle giderse, işlevi buna dönüşebilir.

Şehir merkezlerinde, taşlı ve Molotof kokteylli, sopalı ve satırlı, kurusıkılı ve Kalaşnikoflu gruplar çatıştığında...

Diyarbakır Bağlar’da, İstanbul Küçükçekmece ve Dolapdere’de ya da dün Muş’un Bulanık ilçesinde olduğu gibi, sokağa çıkmak, kepenk açmak, dersaneye gitmek “tehlikeli” bir işe dönüştüğünde...

Göstericiler parti binalarını, dükkânları, bankaları tahrip etmeye başladığında, araçları ateşe verdiğinde, otobüs duraklarına Molotof kokteyli attığında...

O sırada orada bulunan birileri de göstericilere silah çektiğinde, içlerinden bazılarını vurduğunda, öldürdüğünde...

Ya da yine dün Mardin Kızıltepe’de olduğu gibi, otogarda bir “canlı bomba” yakalandığında ve herkes “ya yakalanmasaydı” diye düşünmeye başladığında...

Günlük hayatın olağan akışı bozuluyor.

Ve tek tek eylemcilerin amacı bu olmasa bile, bir bütün olarak eylemler, “olağan hayatın olağan güvenlik önlemleri altında sürdürülemediği” hükmünün giderek yaygınlaştırılması işlevini görüyor.

PKK’nın ya da PKK içindeki grupların “öncüsü” ya da “aleti” olduğu tehlikeli tırmanış, Batı’yı daha bir tedirgin, Meclis’teki “sıkıyönetim” zihniyetli muhalefeti de daha bir keskin kılarak, Olağanüstü Hal’in Doğu’ya geri dönmesinin zeminini hazırlıyor.

(...)

Nitekim yine dünkü Zaman’ın “OHAL’i alttan alta pişiriyorlar” manşeti altında verdiği haberde, Ulusal Stratejik Araştırmalar Kurumu Başkanı Sedat Laçiner de benzer bir tehlikeye işaret ederek “sokaklarda, PKK’yı aşan işlerin olduğunu” söylüyordu:

“Alttan alta olağanüstü hal, hatta sıkıyönetim pişiriliyor. Danıştay, muhtıra, ıslak imza ile başarılamayan iç savaş, bu eylemlerle çıkarılmaya çalışılıyor. Görünürde PKK, hedefte Türkiye var.”

Ürpertici ve başka bir ülkede, başka bir ortamda söylenmiş olsa “kışkırtıcı” diyeceğim sözler bunlar.

Ama kan dökerek kaos yaratmaya dönük 2009 tarihli Kafes Eylem Planı’yla ilgili olarak on bir subayın tutuklandığı bir ülkede yaşıyoruz...

Yakın geçmişinde, barışın taşlarını döşemeye başlama yönündeki istisnasız bütün somut girişimlerinin önü, beklenmedik ve şaibeli şiddet olaylarıyla kesilmiş bir ülkede yaşıyoruz...

Parlamentosundaki iki muhalefet partisinin barışın yolunu açacak demokratik açılımlara direndiği, barış yanlılarını “ihanet” ile suçlamaktan ve “dağa çıkmak” ile tehdit etmekten utanmadığı bir ülke burası...

Şiddetin sultasının ve dilinin dışına çıkmakta, bu dile PKK’yı da dönüştürecek bir alternatif üretmekte zaten ziyadesiyle zorlanan Kürt siyasetini, son parti kapatma kararıyla büsbütün köşeye sıkıştırıp şiddetin kucağına iten bir ülke burası...

Ve bu ülkede, bu zamanda, Sedat Laçiner’in yaptığı “Olağanüstü Hal’i pişiriyorlar” uyarısını küçümseyip yabana atma lüksüne sahip değiliz bence.

Hele hükümet hiç değil...

AKP’nin, özellikle de Başbakan Erdoğan’ın sokaklardaki tırmanışı doğru okuması ve CHP lideri Baykal’ın “viraj alın” önerisinin arkasındaki “açılımdan vazgeçin” teklifini elinin tersiyle geri çevirip bir yandan eşitlik, özgürlük ve katılım yönünde Kürt halkının açılıma olan güvenini arttıracak somut önlemleri hızlandırması, diğer yandan da kapatılan DTP’nin üyeleri dahil olmak üzere, Kürt siyasetinin bütün aktörleriyle “şiddet karşıtı” ve “çözüm hedefli” yeni bir diyalog başlatması lazım.

Bu esnada, şiddet sokağa taştığı zaman, polisiye önlemlerin polis şiddetine dönüşmeden etkili kılınması gibi zor bir görev de Emniyet’i bekliyor.

Ve, DTP’nin kapatılması kararının yarattığı öfkeyle Doğu’daki son görüntüler, bunun gerçekleşmesini şu an için “zor” kılsa bile, bence Başbakan’ın başta Diyarbakır olmak üzere bölgeye bir ziyaret planlaması, özellikle de partisi kapatılan Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir’le gidip Diyarbakır’da konuşması gerekli.

Bu öneri, belki bazılarına “zamansız” hatta “tehlikeli” görünebilir.

Ama şunu unutmayalım:

Bu memleketin her köşesine, seksen bir ilin seksen birine de gidebilmekle “haklı” olarak övünen Başbakan Erdoğan’ın, her üç seçmenden ikisinin oyunu almayı başardığı bir bölgeye gidememesi “olağan” bir hal kabul edilemez.

Ve “olağan” olmayan bir halin uzamasına izin verdiğinizde, “olağanüstü hal” isteyenler kazanıyor demektir.

Yasemin Çongar, Taraf, 16.12.200

17.12.2009


Öcalan, OHAL ve ardından sıkıyönetim istiyor

Bu tezgÂhlar hep böyle başlamadı mı Türkiye’de?

Önce sokak kavgaları... Ardından molotof kokteylleri... Sonra kara yolunu kesip lastik yakmalar ülkeyi bölmeye, insanları kırmaya yönelik ‘çatışmalar...’ Suratı maskeli adamlar...

Bunların ardından olağanüstü hal uygulaması kimi illerde.

Ve sonunda sıkı yönetim.

Biz bu filmi çok gördük, arkadaş. Bu tezgahlara düşen hükümetler de biliriz.

Sokağı sıkı yönetime teslim edip, ülkeyi daha rahat yöneteceklerini sananları da. Ama sonra ne oldu? O sıkı yönetim geldi, Çankaya’ya oturdu.

Sokakta “olan biten... Hayır hayır bitmeyen ve sürdürülen” olaylar PKK’yı aşıyor gibi.

Olaylar nasıl başladı? Şöyle bir sakin sakin düşünün. Açılım kök salmaya başlayınca yavaş yavaş, DTP’nin içinde yuvalanmış PKK köstebekleri, hem partinin kapısına kilit vurdurmak hem de kargaşa ortamı yaratmak için kolları sıvadı. Ulusal Stratejik Araştırmalar Kurumu Başkanı Sedat Laçiner’in bir durum değerlendirmesi var: “Kentler kana bulandıkça, kırsalda eyleme gerek kalmayacak... Bu adamların dertleri ne Kürtler ne de Kürtçülük. PKK iç savaş hedefine kilitlenmiş durumda!”

Sadece bir değil iki taraf da sürekli tahrik ediliyor. Söylenmemiş sözler, söylenmişcesine yankılanıyor sokaklarda. Kimileri fısıldıyor karanlıkların içinden: “Bütün Kürtleri kesecek bunlar!” Öte yandan başka bir fısıltı, başka kulaklara ulaşıyor: “Kürtler Güneydoğu’yu koparıp Bağımsız Kürdistan kuracak!”

Burada asıl hedef Türkiye’dir. Bu millettir. Başbakan diyor ki, “Biz bu meydanı terör yandaşlarına, vampirlere teslim etmeyeceğiz. İnadına demokrasi diyoruz, açılım diyoruz...”

Açılımı diğer siyasi partililerle birlikte götürmek mümkün değil. O zaman, milletle birlikte götürmek zorunluluğu var. Ama millete anlatarak, bıkıp usanmadan açıklayarak.

Hep yazdım, açılım rayına oturduğu an ne PKK ne de Öcalan’dan eser kalır. İşte Öcalan’ın da korkusu bu zaten!

Basit bir hesap yapalım: DTP’ye oy verenlerin sayısı 1.8 milyon. Bunların içinde ancak 800 bini, bilinçli bir biçimde oy vermiştir DTP’ye; geri kalan 1.1 milyonsa ağasının isteği üzerine sandığa gitmiştir. Yani emir komuta zinciri içinde! Güneydoğu dışında, PKK’dan ve PKK’yı desteklediği sürece DTP ya da yerine kurulacak partiden uzak duran en az 7 milyon Kürt kökenli seçmen var. Bunlar, DTP’ye oy verebilirdi. Ama DTP’nin PKK söylemleri nedeniyle yanına bile uğramadı.

Öcalan’ın en büyük korkusu, kendi yerine yeni bir önder yaratılması! “Şerafettin Elçi ve arkadaşlarını öne çıkaracaklar” diye bas bas bağırmıyor mu? Onun için bu kargaşayı, İmralı’daki odasından körüklemeyi sürdürüyor da sürdürüyor.

OHAL’ miş, Sıkı Yönetim’miş, tam Öcalan’ın arayıp da bulamadığı şeyler! Onun için bu tezgaha gelmemek şart!

Aziz Üstel Star, 16.12.2009

17.12.2009


PKK, ne işe yarar?

İsraİl, Gazze’yi yerle bir edip kadın çocuk demeden sivil insanları öldürdüğü saldırılara gerekçe olarak Gazze’den atılan füzeleri göstermişti.

Gerçekten de Gazze’nin bilinmez yerlerinden İsrail’in kenar mahallelerindeki boş arazilere Kassam füzeleri atılıyordu. Kimin attığı belli olmayan ve kimseye de bir faydası bulunmayan bu füzelerin faturalarını Filistinli küçük çocuklar, masum siviller ödedi. Ve ödemeye de devam ediyor.

Sonuçta İsrail’in Gazze’ye bomba yağdırabilmesi için muazzam bir gerekçe oluyor bu Kassam füzeleri... İsrail’e asla zarar vermeyen, Filistinlilerin de hiçbir işine yaramayan füzeler, aslında kimleri vuruyor?

Belki çok kaba bir ifade olacak ama bugün terör, bütün dünyada müesses nizamın metresidir. Terör sayesinde müesses nizamın topluma yaptığı her türlü muamele haklı bir gerekçeye bürünür. Terör, müesses nizamın vücuduna verilen aşı gibidir.

PKK ya da terörü bir yöntem olarak kullanan bütün örgütler, aslında müesses nizamın güçlenmesi ve varlıklarını daha güçlü bir şekilde sürdürebilmelerinden başka bir işe yaramazlar. Mesela Reşadiye’deki kanlı eylem kimin işine yaramıştır? Kürtlerin işine yaradığını söyleyebilir misiniz? Devlet Reşadiye’deki olaylardan büyük bir korkuya kapılıp yola mı gelecek yani?.. ‘Aman ne istiyorlarsa verelim bir daha bize saldırmasınlar’ mı diyecekler? Bugüne kadar yapılan hangi saldırı devlete geri adım attırmıştır? Hayır, bu ve buna benzer eylemler olağanüstü hal ve sıkıyönetim benzeri idarelerin yeniden tesis edilmesini, demokrasinin bir başka bahara bırakılmasını sağlamaktan başka bir işe yaramayacak.

Sadece Reşadiye cinayeti bile PKK’nın şer odaklarının metresi olduğunu tek başına kanıtlıyor. Örgütün, Kürtlerin haklarını savunmayla uzaktan yakından ilgisinin bulunmadığı, şer odakların varlığını sürdürebilmesi için gerektiğinde devreye girip, gerekmediğinde dinlenmeye çekilen bir şirket olduğu artık su götürmez bir gerçek.

28 Şubat sürecinde bazı şer odakları toplumun ekser çoğunluğuyla uğraşırken, onları bin bir çeşit iftiralarla sindirmeye çalışırken bu örgüt eylemlerini askıya almıştı. Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığı sürecinde ise eylemleri zirveye çıkmıştı. Çünkü şehit cenazeleri bir muhalefet odağı olmuş ve Ergenekoncular şehit cenazeleri üzerinden bir karşı saldırı bloku meydana getirmeye çalışıyordu. Bu gayretin en büyük yardım ve yataklık edeni ise eylemlerini zirveye taşıyan PKK’ydı.

Bugün de şer odaklarının en sıkıştığı anda PKK ve onun şehir yapılanması olan KCK imdatlarına koşuyor. Türkiye bütün anti demokratik zincirlerden tam kurtulacakken PKK ve KCK yeniden sahne alıyor. Ama biz biliyoruz ki bunlar hem Kürtlerin düşmanı hem Türklerin. Hem de bu ülkede yaşayan bütün masumların. Millet bu oyunu defalarca izledi. Onları yine eli boş gönderecek. İstedikleri sonuca hiçbir zaman erişemeyecekler.

Mehmet Kamış, Zaman, 16.12.2009

17.12.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu

Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.
Kurumsal Linkler: Risale-i Nur Kongresi - Bediüzzaman Haftası - Risale-i Nur Enstitüsü - Yeni Asya Vakfı - Demokrasi100 - Yeni Asya Gazetesi - YASEM - Bizim Radyo
Sentez Haber - Yeni Asya Neşriyat - Yeni Asya Takvim - Köprü Dergisi - Bizim Aile - Can Kardeş - Genç Yaklaşım - Yeni Asya 40. Yıl