Kazım GÜLEÇYÜZ |
|
Açılımdan OHAL’e mi? |
Türkiye daha evvel defalarca görmek ve neticelerine de katlanmak durumunda bırakıldığı filmin bir kez daha başa alınarak tekrar gösterime sokulduğunu düşündüren çok kaygı verici gelişmelere sahne oluyor yine. İzmir’le başlayıp Bayramiç’le devam eden ve İmralı’daki cezaevi şartları bahane edilerek yaygınlaştırılan tahrik-galeyan senaryolu görüntüler, 7 şehit verdiğimiz Tokat saldırısının ve nihayet DTP hakkındaki kapatma kararının ardından, buram buram provokasyon kokan yeni çatışma ve gerginlik manzaralarıyla daha da yayılma istidadı gösteriyor. Veya o görüntü veriliyor. İstanbul’daki olaylarda, PKK yanlılarına karşı poz verir edalarla silâh doğrultanlar gerçekten “infiale kapılan sıradan vatandaş”lar mı, yoksa “galeyan çetelerinin profesyonel tetikçileri” mi? Anayasa Mahkemesi Başkanı, iddianamede 8 DTP’liye siyaset yasağı istenirken bunu 2’yle sınırladıklarını söylüyor; “Neden daha mutedil bir imaj çizen Ahmet Türk’e yasak konulurken, meydan provokatif çıkışlarıyla bilinen Emine Ayna gibilere bırakıldı?” sualine ise iddianamede Ayna’nın adının geçmediği, kendilerinin iddianame ile bağlı olup dâvâya oradaki çerçeve içinde bakmak zorunda oldukları cevabını veriyor. Böylece topu Başsavcıya atarken, iki yıl önce hazırladığı iddianame ile dâvâyı açan Başsavcının, aradan geçen zaman içindeki gelişmeleri de kapsayacak bir ek iddianameye neden ihtiyaç duymadığı, başlı başına cevap bekleyen bir soru işareti olarak zihinlerde durmaya devam ediyor. Ilımlılar tasfiye edilip meydan tamamen radikal provokatörlere bırakılarak, işin tümüyle çıkmaza sokulup kördüğüm haline getirilmesi ve böylece çatışma ortamının iyice kızıştırılması suretiyle, yıllardır Türkiye’nin enerjisini ve kaynaklarını tüketen kısır döngünün daha da ağırlaştırılarak devamı gibi bir plan mı söz konusu? 12 Eylül dönemi paşalarından emekli Korg. Nevzat Bölügiray, Emin Çölaşan’a gönderdiği en son mektupta, sokaklarda artan çatışma görüntülerinden bahisle, “Olağanüstü hal ilânı gerekebilir” demiş (Sözcü, 9.12.2009). Ondan iki gün sonra da Zaman yazarı Hüseyin Gülerce “Hükümet sıkıyönetime zorlanıyor” diye yazmış (11.12.09). Açılım diye çıkılan yolda, birkaç ay içinde gelinen yer işte burası. Aylardır lâfı edildiği halde bir türlü açılamayan içeriği belirsiz ve meçhul bir “proje” ve bu durumla da irtibatlı olarak, gerginliğin her geçen gün tırmandırıldığı, sokakların kontrol edilemez hale getirildiği veya öyle bir imajın verildiği, bunun sonucunda “çare”nin bir kez daha sıkıyönetim veya OHAL gibi, demokrasiyi zorlayan olağandışı yöntemlere geri dönmekte gösterildiği puslu ve kasvetli bir ortam. Ne gibi olumsuz sonuçlar verdiği geçmişte yaşanan acı tecrübelerle sabit olağanüstü yönetim biçimlerine dönüşün tekrar “çare” olarak telâffuz edilebilmesi, hiç hayra alâmet görünmüyor. Gerçi Türkiye’nin geldiği noktada, bu yöndeki telkinlerin zemin bulup netice alması, eski devirlere göre pek kolay değil. Ama yürürlükteki ihtilâl anayasasında, gerek sıkıyönetimin, gerekse OHAL’in, şartları oluştuğunda başvurulabilecek formüller olarak hâlâ duruyor olduğunu unutmamak ve gözardı etmemek lâzım. Tıpkı son örneği DTP dâvâsında verilen parti kapatma müeyyidesinin, ufak rötuşlarla hâlâ durduğu gibi... Tokat saldırısı için “zaman ayarlı provokasyon” yorumu yapılmıştı. Hadiselerin akışını demokrasi duyarlılığı ile takip eden herkesin ortak kanaatini aksettiren bir değerlendirmeydi bu. Ama tek tek olayların ötesinde, demokratikleşme sürecinin tümünü tıkayıp sabote etmeye yönelik her türlü “kurumsal” mekanizmayı, gerektiğinde kullanılmak üzere yedekte tutan alabildiğine kapsamlı bir belge niteliğindeki darbe anayasasının hâlâ yürürlükte olması, bu provokasyonların da hedefe ulaşmasını kolaylaştıran derin ve yapısal bir sorun olarak devam ediyor. Onun için, bu anayasayla açılım da olmuyor. 15.12.2009 E-Posta: [email protected] |
Önceki Yazıları (11.12.2009) - Açılımdan kaosa mı? (09.12.2009) - Demokrasiye pusu (08.12.2009) - Islak imza, YAŞ manevra (06.12.2009) - Hizmette motivasyon |