Ali FERŞADOĞLU |
|
Din “nasıl?” sorusunu akla havale eder |
Rûh ve bedenimize takılan harika duyu, duygu, âlet ve cihazlarla harika güzellikleri seyredip, tefekkür için şu âleme gönderildiğimiz anlaşılıyor. Dolayısıyla, “Dünya ve içindeki varlıklara hangi göz ile bakılacak, nasıl tefekkür edilecek? Faydalı ve zararlı maddeler; tehlikeli, yasak bölgeler nasıl bilinecek?” gibi hususları, insanlığın nûrânî kılavuzları olan resul, nebî, yâni elçiler ve din haber verir. Anlaşılmaz bir kitap hocasız, bir okul muallimsiz, bir ev reissiz, bir topluluk başkansız olmaz. Özellikle, mevcudât, yâni atomdan galaksilere kadar uzanan canlı-cansız varlıklar silsilesi, sayısız kitap içinde kitap, hattâ “varlıklar” adedince kütüphanelerdir. Elbette, bu denli esrar ve güzelliklerle bezenmiş, muammâ yüklü bir kitabı bize okuyacak, anlatacak bir muâllim lâzımdır. O da peygamberdir. “Gerçekten Allah, mü’minler içinde bir peygamber göndermekle bir ni’met bağışladı ki, onlara Allah’ın âyetlerini okur, onları günahlardan temizleyip hayra sevk eder. Onlara Allah’ın kitabını, hikmeti ve sünneti öğretir. Yoksa onlar ap açık bir sapıklık içindeydi.”1 Karıncayı emirsiz, arıyı yasubsuz, ördek ve sâir hayvan nevilerini rehbersiz bırakmayan Allah, elbette insanı başıboş, rehbersiz, öndersiz, muallimsiz, nebîsiz, peygambersiz bırakmaz. Allah’ın varlık ve birliğini bize tanıtacak, bildirecek, isim ve sıfatlarının tecellilerini okutup tarif edecek bir tarifçiye, bir rehbere ihtiyaç vardır. Rabbimizi bize târif eden muarriflerden biri; peygamberler ve onların da en büyüğü ve en sonuncusu olan Hz. Muhammed’dir (asm).2 Din, “Nasıl?”dan ziyade, “Kim?” ve “Niçin?” sorularının cevabı ile yaratılışın sebebi üzerinde durur. Ve akıl ve vicdânın altından kalkamadığı problemlerin formüllerini açıklar. “Nasıl?” sorusuna dikkat çeker ve cevabını akıl, istidad ve kabiliyetlere havâle eder. İnsan, akıl ve vicdân sahibidir. Şu halde, “Peygamberlere, dine ne ihtiyaç var?” denemez. Zîrâ, akıl, sadece anlama-ölçme-değerlendirme âletidir; ihâta değil. Her şeyin sırrını çözecek, derûnunu açığa çıkaracak çapta değildir. Gözler ne kadar keskin olursa olsun, güneş olmaksızın eşya görülemez. Şu halde doğru yolu da peygamber ve din olmaksızın bulmak mümkün değildir. Işıksız, ısısız, güneşin vücudu mümkün olmadığı gibi, ilâhlık da tezahürsüz olamaz. Tezahürü ise, resûl, yâni elçilerin gönderilmesi ile olur.3 İnsanoğlu akıl, vicdân ve zekâsıyla kendisini eğitip terbiye edecek kudrette değildir. Çünkü, nefsi, bencilliği, egosu, hissi, zâlimliği ve cehaleti ağır basar. Dolayısıyla hâdiselere tarafsız ve âdil yaklaşamaz, bakamaz. Ancak, onu terbiye edip eğitecek din; dini de tebliğ edecek peygamberdir. Peygamberin tebliği ettiği hakikat da dindir. Zaten, mimari, hukuk, teknolojinin kaynağı (peygamberlerin mu’cizeleri eliyle beşerin ufku açılmış, hediye edilmiştir), ahlâkın da kaynağı dindir. İlâhî tebliğ; kabiliyetleri “ateşleyici” ilk “kıvılcımdır”; bilâhere yol gösterici kılavuzdur. Japon ilim adamı; Prof. Dr. Masaru Emoto, “21. yüzyılda en önemli olayın ilimle dinin yeniden buluşması olacağını düşünüyorum. Eğer din olmasaydı, insan aptallaşacak, modern ilim de hiçbir vakit ortaya çıkmayacaktı” şeklindeki tesbitleriyle bu hakikati te’yid eder.4
Dipnotlar:
1-Kur’ân, Al-i İmrân, 164; 2-Sözler, s. 214; 3-Mesnevi-î Nûriye, s. 34; 4-Su Kristalleri (Safvet Senih) Sızıntı, Aralık, 2002, s. 14-5 15.12.2009 E-Posta: [email protected] [email protected] |