Ali FERŞADOĞLU |
|
Allah’ı esmâ pencelerinden tanımak |
Müslüman olarak acaba Allah’ı nasıl tanıyoruz, ne kadar tanıyoruz? Bizi ve kâinatı hiç yoktan yaratan Allah’ı, Kur’ân’ın, Resûlullah’ın tanıttığı şekilde mi tanıyoruz, yoksa yarım yamalak bilgilerle mi? Elbette tanımakta ve bilmekte derece ve farklılıklar vardır… Meselâ bir ilim adamını, bir mobilya ustasını, bir idareciyi isim, sıfat, san'at, fiil ve icraatları ile tanırız. Onları öğrendiğimiz nispette saygı, bağlılık veya takdirimiz artar. Aynen öyle de, Allah’ı isim, sıfat, fiil ve icraatları ile tanımamız nispetinde azameti zihnimize yerleşir ve ona göre sever, sayar, ibadet eder, emirlerini dinler, nehiylerinden sakınırız. Meselâ bir müzeyi veya kitap fuarını gezerken, okuma yazma bilmeyen birisi ile bir ilköğretim, lise veya üniversite talebesinin ve ilim adamının aldığı lezzet, duyduğu sevinç, hissettiği duygular farklı farklı ve her birisinin derecesine göredir. Allah’ı bu dünya ölçüleriyle gerçekten tanımak ve O’na hakikî iman etmek, ancak “Esmâ-i Hüsnâ” penceresiyle mümkündür. Hiç şüphesiz sonlu, basit, fâni, eksik, küçük olan insan, sonsuz gücü, sonsuz isim ve sıfatları bulunan Cenâb-ı Hakk’ı ihata edemez. Ancak O’nu, isim ve sıfatlarının tecellisiyle tanıyabiliriz. Yani, şu kâinat müzesinde ve insan kitabında tecellî eden, yansıyan, görünen bin bir isim ve sıfatları ile bilgimiz/araştırmamız/incelememiz nispetinde tanırız. Allah’ın sonsuz isim ve sıfatları var. Bir âlemde dört bin ismi, bir başka âlemde yüz bin ismi, trilyonlarca yıldız âlemleri ve kümelerinde trilyonlarca sonsuz ismi yansımaktadır! Çünkü O, ezelî ve ebedî olan Rabbü’l-Âlemîn’dir. Esmâsı da öyle olması gerektir. Esmâ-i Hüsnâ’yı ve sâir isimleri, kâinattaki tecellilerinden, görüntü ve gölgelerinden anlamaktayız. Tıpkı san'atkârları eserlerinden, mimarları yapılarından tanımamız/bilmemiz gibi... Kâinatta geniş, devamlı, muntazam, enteresan, dehşetli bir değişme, yenilenme, doğma, büyüme, olgunlaşma faaliyetleri görüyoruz. Bunlar bir Rabbin terbiyesini ve dolayısıyla bir uluhiyetin varlığını göstermektedir. Her fiilin arkasında bir fâil, her ilmin arkasında bir âlim, her terbiyenin arkasında bir mürebbî, her kitabın arkasında bir yazar, her san'atın arkasında bir san'atçının bulunması, aklın zaruriyâtındandır. Çünkü güzel, mânâlı ve ilmî bir kitap veya mimarinin bütün incelikleriyle yapılmış bir ev, açıkça yazmak ve yapmak fiillerini gösterir. Yazmak ve yapmak fiilleri, yazıcı ve dülgerlik isimlerini, bu ünvanlar ise kitâbet ve dülgerlik san'atı ve sıfatlarını, bu san'at ve sıfatlar da bir zâtı gösterirler. Zirâ, failsiz bir fiil, müsemmâsız bir isim mümkün olmadığı gibi, mevsufsuz bir sıfat ve san'atkârsız bir san'at da mümkün değildir.1 İşte, kâinattaki bütün bu fiiller, faaliyetler, güzellikler, nakışlar, san'atlar, sıfatlar, Esmâ-i Hüsnâ sahibi birisini göstermektedir. Kur’ân da bu hususta şöyle ferman eder: “En güzel isimler, Allah’ındır. O hâlde O’na o güzel isimlerle duâ edin. O’nun isimleri hakkında eğri yola gidenleri bırakın. Onlar yapmakta olduklarının cezasına çarptırılacaklardır!” 2
Dipnotlar:
1- Şuâlar, s. 133.; 2- Kur’ân, A’raf, 180. 05.12.2009 E-Posta: [email protected] [email protected] |