Cevher İLHAN |
|
DTP’nin kapatılması ve “unsura mahsus siyasî kulüpler” (1) |
DTP’nin kapatılması, hükümetin sathî “açılım” perspektifiyle “demokratikleşme”nin önünü tıkadığının açık örneği oldu… Türkiye’nin önünde başta “demokratik anayasa” olmak üzere, yargı reformu, siyaseti demokratikleştirecek siyasî partiler ve seçim sisteminin düzeltilmesi, inanç ve ifade hürriyetinin önündeki kısıtlamaların kaldırılması gibi bir dizi temel düzenleme duruyor. Ne var ki, AKP siyasî iktidarı, evvela demokratikleşmenin zeminini teşkil edecek “sivil anayasa” resmen rafa kaldırıldı. Doğudan Batıya, kökenine ve kimliğine bakılmaksızın bütün vatandaşlara demokratik hak ve özgürlükleri temin edecek, toplumsal uzlaşmayı sağlayacak yasalar yerine, günübirlik görüntülerle “açılım”ı kotarma hevesine girdi. Hükûmet, DTP’yi “muhatap” almak istedi; lâkin bizzat DTP eşbaşkanları, “terörün durdurulması” ve “teröristlerin silâh bırakması”nda “etkin ve yetkin olmadıklarını” itiraf ettiler. “Biz muhatap değiliz” deyip terör örgütü PKK’yı ve idam cezasını almış terörist başını çözüm için “adres” gösterdiler. Başbakan ve hükûmet sözcüleri her fırsatta “muhatap millettir” deseler de, kırılgan süreçte MİT Müsteşarının İmralı’da terörist başıyla görüştüğü haberlerine, Öcalan’ın ayrıştırıcı tefrikalı “yol haritası”nın Başbakanlık’ta bekletildiği söylentileri, zihinleri karıştırdı… TEMEL HAK VE HÜRRİYETLERDE ÖNCELİKLER ATLANDI… Siyasî iktidar, daha iç kamuoyunu ve muhalefeti ikna edemezken, baştan beri terör örgütünü koruyup kollayan, işgalindeki ve kontrolündeki bölgede her türlü lojistik destekte bulunan ABD ile “istihbarat paylaşımı” perdesinde terör örgütünün tasfiyesini müzâkere etti. Terör örgütüne silâh, para, ilâç temin eden, finans kaynaklarını, uyuşturucu ve nüfuz kaçakçılığını güvenceye alan Kuzey Irak yönetimini devre sokarak çözme yanlışına saptı. Temel hak ve hürriyetlerde de öncelikler atlandı. Başta binlerce öğrenciyi mağdur eden yasadışı başörtüsü yasağı ve din eğitimi ve öğretimi önündeki sınırlamalar olmak üzere inanç hürriyeti önündeki kısıtlamalar kaldırılmadan, “Kürtçe tv” yayınına başlandı. Bütün diller önündeki engelleri kaldırmak, AB standartlarında taahhüd edilen düşünceyi açıklama, yayma ve basın özgürlüğü hep ertelendi; TRT-6 gibi bazı psikolojik makyajlarla yetinildi. Sırf inancı gereği, Kur’ân âyetleri ve Peygamberimizin hadislerine göre deprem gibi umumî bir musîbete “İlâhî ikaz” tespitinin “suç” sayılıp yargılanması ve cezalandırılması çarpıklığına karşı, ceza kanununda gerekli tâdilat yapılmadı. Kur’ân kurslarında Kur’ân öğrenimi önündeki “yaş yasağı” kaldırılmadı. Katsayı haksızlığı, “yönetmelik”le değiştirme yanlışına girilerek içinden çıkılmaz hale sokuldu. Terörün bitmesi ve teröristlerin dağdan inmesi, âdeta terör örgütünün insafına bırakıldı. Seyyar mahkemenin kurulduğu Habur’dan giriş yapanlar, “örgütün tâlimatıyla geldikleri”ni, “pişman olmadıkları”nı ve “Kandil’den mesaj getirdikleri”ni şovlarla açıklayınca tepikler büyüdü. Terör örgütü dağılma aşamasında ise, teröristlerin en azından “pişmanlık yasası”ndan istifade taleplerini iletmeleri gerekirdi. Habur aktörleri, bunu dahi reddettiler. Buna rağmen ifâdeleri zabta geçirilmeyerek kabul edildiler… Bu yetmedi; bu kez “Öcalan’ın cezaevi şartları” bahanesiyle ülke çapında yaygınlaşan taşlı, sopalı, havaî fişekli, molotoflu gösterilerin azdırıldığı kargaşada, Tokat-Reşadiye’de 7 askerin terör örgütünce şehid edilmesi, toplumda önü alınmaz infiâle sebebiyet verdirdi…
“AÇILIM”DA DEMOKRATİKLEŞMEYE DÖNÜLMELİ… Bütün bunlara karşı müşahhas bir adım atılmadı. Geri çekilen ve “taş atan çocukların cezalarının hafifletilmesi”nin de içinde bulunduğu bazı kanunlarda değişiklikleri esas alan “torba yasası”nın Meclis komisyonunda görüşülmesi ertelendi. Hükûmet, muhalefeti, sivil toplumu “ikna etmek” yerine yalnız terör örgütüne aracılık eden, örgütle irtibatlı mihraklarla işbirliğine başvurdu. Çoğu gözbayama gösterilerle çözümü daha da zora soktu. Gerginliklerle öfke ve kargaşayı daha da arttırıp derinleştirdi… Siyasî partilerin özgürlük alanını genişletmek, siyaseti vesâyetten kurtaracak demokratikleşmeyi, siyasi partilerin kapatılmasını zorlaştırmayı hep öteledi. Kamuoyunu arkasına almadan, hatta iktidar partisini dahi ikna etmeden, yasal düzenlemeler yapılmadan “kısa yoldan” tek başına hükûmetin giriştiği “açılım”, milletin vicdanında mâkes bulmadı. DTP’nin “terör örgütü dayatması” gölgesinde kalan “açılım”, terörü bitirmediği gibi, tam bir çıkmaza itti… Belli ki hükûmetin “açılım” plânı, programı yoktu. “Demokratik açılım”ı kapsamlı bir muhtevayla ele almadı. Kamuoyunun önüne ciddî bir proje koyamadı, müşahhas adımlar atamadı. Hasta uzun süre ameliyat masasında bekletildi ve enfeksiyon kaptı… Cumhurbaşkanı Gül’ün de itirafıyla -bir türlü değiştirilemeyen- mevcut Anayasa ve yasalar gereği Anayasa Mahkemesi’nin DTP’yi kapatması üzerine, kargaşa ve kaos yurt sathına yayıldı; kavga bir nevi “hesaplaşma”ya dönüştü. “Millî birlik projesi”, milletin birliğini dağılma eşiğine getirdi. “Açılım”, ülkeyi barışa değil âdeta kaosa itti. Gelinen noktada Gül, TBMM İnsan Hakları Komisyonu üyelerini kabulde, “Anayasa değişikliği fırsatını heba ettik, kaçırdık” diyor. Oysa Türkiye’nin ayağına pranga vuran “darbe anayasası”nın değiştirilmesi fırsatı kaçmış değil. Zararın neresinden dönülse, yanlışa hangi safhada son verilirse kârdır. Demokratikleşmenin “açılım”a kurban edilmesinin hiçbir mazereti olamaz. Yapılacak olan, yalnız bir bölgeye, bir etnik kökene, bir mezhebe mahsus değil, bütün Türkiye’nin demokratikleşmesi. Herkesi ve herkesimi içine alan, hak ve hürriyetlerini genişleten “açılım”ın olması. “Açılım”da “demokratikleşme”ye dönülmesi… 15.12.2009 E-Posta: [email protected] |