Cevher İLHAN |
|
Türkiye, demokratikleşmede “ilerlemiyor” |
Demokratikleşmenin önündeki en büyük engel, şüphesiz AB’nin her fırsatta Ankara’ya bildirdiği tek parti diktasından ve darbelerden kalma ideolojik devlet saplantısı. Hâlâ başta inanç ve ifâde özgürlüğü olmak üzere, temel hak ve hürriyetleri yasaklayan yasaların ve 12 Eylül ihtilâlinden kalma Anayasa’nın yürürlükte olması. AB Komisyonu, 2009 yılı “İlerleme Raporu”nda “Türkiye’deki yasaların ifade özgürlüğü için yeterli güvence sağlayamadığı ve bunun sonucunda, savcı ve yargıçların genelde kısıtlayıcı yorumları tercih ettikleri” açıkça yazılmakta. Gerçek şu ki “ulusal program”da ve “katılım ortaklığı belgesi”nde birçok defalarca taahhüt edilmesine rağmen Ankara, düşünceyi açıklama, yayma, bilim ve san'at ile basın özgürlüğünün AB müktesebatı ve uygulamaları ışığında geliştirilmesine dair başta Anayasa olmak üzere mevzuattaki “sorunlu yasalar”ı düzeltmiş değil. “İlerleme raporu”nda nazara verildiği gibi, darbelerin ve darbecilerin korunup kollandığı “darbe anayasası”, hak ve hürriyetleri kısıtlayan yasalar aynen duruyor… Özellikle “Atatürk’ü Koruma Kanunu” ve “Türk harflerinin kabul ve tatbiki hakkında kanunu”na dayanılarak yargılamalar ve mahkûmiyetler devam ediyor.
TÜRKİYE, ÖZGÜRLÜKLERDE “ÖZÜRLÜ”! Gerçek şu ki “rapor”da dikkat çekildiği gibi Ankara özgürlüklerde “özürlü.” “Türkiye’de gazeteciler, yazarlar, yayıncılar, siyasetçiler, akademisyenler soruşturulma, yargılanma, mahkûmiyet ve hapsedilme riski altında.” Sırf inancı gereği, yüzlerce Kur’ân âyeti ve Peygamberimizin (asm) hadislerinin tefsir ve mânâsıyla depreme “İlâhî ikaz” dediği için iki yıl bir gün ceza alan ve 276 gün hapis yattıktan sonra ancak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) haklı bulması sonucu yeniden yargılamayla beraat eden gazetemizin imtiyaz sahibi Mehmet Kutlular başta olmak üzere, on Yeni Asya yazarının aynı konuda yazdıkları yazılardan dolayı çeşitli cezaları almaları, bunun açık örneği. İşin ilginç yanı, Ankara inanç, ifâde ve eğitim özgürlüğünü ihlâl etmekle kalmamakta; iç hukuk yollarının tükenmesi üzerine mağdurların müracaat ettiği Avrupa İnsan Hakları Mahkemesini (AİHM) de şaşırtmakta. AİHM’e gönderilen “savunma”da bütün bu dinî delillere rağmen hükûmet, “İlâhî ikaz”a ceza verilmesini uygun bulunmakta. Keza kitap (Kur’ân) ve Sünnet (Peygamberimizin buyrukları) ile “Allah’ın emri ve dinî bir vecîbe olduğu” devletin dinle ilgili işlerde yetkili anayasal kurumu olan Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu’nun iki açık “fetva kararı”na mukabil, hükûmet, başörtüsünün yasaklanmasını AİHM nezdinde savunmakta. Başörtüsünün “laikliğe aykırı”, “siyasî simge” ve “gerginlik sebebi” olduğunu kabul ederek yasadışı yasağı onaylamakta. Anayasa’nın 24. maddesindeki “kişilerin kendi isteği, küçüklerin de kanunî temsilcilerinin talebine bağlı olarak” verilmesi gereken devletin gözetimi ve denetimi altında yapılmasını esas alınan din ve ahlâk eğitim ve öğretimi verilmemekte; dahası engellenmekte. Yasanın din ve ahlâk eğitimi ve öğretimi görevini verdiği Diyanet’e bağlı Kur’ân kurslarında ve camilerde vatandaşların çocuklarına kendi dinlerinin temel kitabı olan Kur’ân'ı öğretmeleri önündeki 28 Şubat postmodern darbeden kalma “yaş yasağı” devam etmekte…
DEMOKRATİK AÇILIM, HAYATA GEÇİRİMELİ… Oysa Ankara, “Herkes görüşlerini açıklama ve anlatım özgürlüğüne sahiptir. Bu hak kanaat özgürlüğünü, kamu otoritelerinin müdahalesi ve ülke sınırları söz konusu olmaksızın haber veya fikir alam ve verme özgürlüğünü de ihtiva eder” hükmünü getiren Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 10. maddesi çerçevesinde anayasa ve yasaları değiştirme sözünü vermiş. Yine AİHS Ek Protokol 2. maddesinde yer alan, “Hiç kimse eğitim hakkından yoksun bırakılalmaz. Devlet, eğitim ve öğretim ile ilgili üzerine aldığı görevleri yerine getirirken, anne ve babaların çocuklarına, kendi dinî ve felsefî inançlarına uygun olan bir eğitim ve öğretimin verilmesini isteme haklarına saygı gösterir” vaadinde bulunmuş… Bunun içindir ki İsviçre’de minarelere referandumla yasak getirilmesinin “büyük hayal kırıklığı oluşturduğunu” ve Avrupa’ya yakışmadığını, AİHM’den döneceğini ifâde eden (AP) Türkiye Raportörü Ria Oomen-Ruijten, “Türkiye’de sivil anayasa tartışmasının gündemden kalkması”nın Türkiye’yi yarı yolda bıraktığını belirtiyor. “İlerleme raporu”nda, Ankara’nın demokrasinin standartlarını yükseltmesi, hukukun üstünlüğü, inanç, ibadet ve ifâde özgürlüğüne dair anayasal ve yasal düzenlemeleri yapmadığını nazara veriliyor. Kapsamlı demokratik bir sivil anayasa ve yargı reformunu yapması gerektiği kaydediliyor. Siyasî partiler ve seçim kanunlarının yine AB standartlarına göre yapılması öneriliyor… Yine bunun içindir ki yargının AİHM standartlarıyla uyumlu hale getirilmesine özel önem verilerek yargı reformu stratejisi geciktirilmeden uygulanması, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun temsil gücü, objektifliği, tarafsızlığı ve şeffaflığı güvence altına alınacak şekilde yeniden yapılandırılması gerektiği bildiriliyor. “Tartışmaların sonuçlandırılarak artık eyleme geçilmesi” ve başlatılan açılımlarda siyasî inisiyatifin müşahhas reformlara dönüşmesi ve hayata geçirilmesinin gereği bildiriliyor… Doğrusu, inanç ve ifâde hakkı ve hürriyeti önündeki yasakların kalkması, gerçek bir demokratikleşme, hükûmetin bu husustaki demokratik direnç ve irâdesiyle olacaktır. Aksi halde “Kürt açılımı”nda olduğu gibi bütün “açılımlar” akıbetsiz kalacaktır… 04.12.2009 E-Posta: [email protected] |