Basından Seçmeler |
12 Eylül rejimini yok etmedikçe...
Dün, hüzünlü ve yağmurlu bir İstanbul gününde, muhtemelen ihmalin kurbanı olan, Saray’dan da olmadıkları için pek kimsenin yeri göğü inletmediği, 19 maden işçisinin cenaze törenleriyle başladı. Siyasallaşma öyle bir noktaya ulaştı ki, göz göre göre öldürdüğümüz maden işçileri örneğinde olduğu gibi, artık “tutunamayanlar”a ait hiç bir sosyal fotoğraf Türkiye resminde yer alamıyor... ««« Devletin neye ve hangi sosyal kesime ne ölçüde önem verdiğini belgeleyen 2010 Bütçe görüşmeleri başlıyor... Ama DTP Meclis’te olmayacak. Daha da ürkütücü olanı, resmen de açıklandığı üzere, partinin “sine-i millet” kararında herhangi bir değişiklik yok. Türkiye’de, AK Parti müthiş bir atalet içinde iken, PKK bölgede tek güç kalma stratejini “savaş lobisi” desteğiyle sürdürüyor. ««« Hâlbuki... ABD Başkanı Barack Obama, Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi lideri Mesud Barzani’yi Beyaz Saray’a davet etti. Kürt kaynaklara göre, daveti, Erbil’i ziyaret eden ve Barzani’ye Irak’ta ulusal birliğe bağlılık, politika ve tavırlarda yumuşama taleplerini ilettiği de ifade edilen Amerikan Savunma Bakanı Gates iletti. Irak Kürtlerinin sisteme eklemlenmesi ön alırken, bizim buralarda tersi oluyor. ««« Neden? “İkinci AK Parti dönemi” başladığında çok umutluydum. Hükümetin kuruluşu ertesinde, 22 Ağustos 2007 tarihinde “Yeni Dönem” başlıklı yazımda şöyle yazıyordum: ‘Yeni dönem’i tanımlayabilmek açısından en önemli iki konudan biri sivil bir anayasa... İkincisi, Türkiye’nin AB süreci. Sivil anayasa, 12 Eylül rejiminin tümüyle tasfiyesi anlamına gelecek. AB süreci ise toplumsal dönüşümü, üretim biçiminin modernleşmesini, demokratikleşmenin ekonomik alt yapısının doğmasını hızlandıracak.” Türban önceliği bu süreci berhava etti. 12 Eylül rejiminin tümüne karşı tutarlı bir bütünlük yerine, pratik bir siyasal avcılık, olumlu ve iyi niyetli girişimlerinin tümünü zora sokmakta... ««« Haklı olarak dün Ferai Tınç soruyordu: “DTP’nin kapatılması gündeme geldiğinde Meclis’teki çoğunluğu ile övünen AKP ne yaptı? Hiç ilgilenmedi. Partilerinin kapatılmasıyla ilgili Anayasa Mahkemesi’nin karar sürecinde Venedik Komisyonu kararlarını her konuşmada hatırlatan AKP’liler, DTP için kıllarını bile kıpırdatmadılar. Cemil Çiçek’in Batasuna örneği ise, bu kayıtsızlığın hiç de masum olmadığını açığa çıkarıverdi. DTP, terörle arasına kesin bir çizgi çekemediği için nasıl kamuoyunun bir kısmının tepkisini çekiyorsa, AKP de başka birileri tarafından tehdit olarak algılanıyordu. DTP, bu hassasiyeti dikkate almadığı için ağır eleştiriler ve yerli yersiz tepkilerle karşılaşıyorsa AKP de kendisine yönelik haksızlıkla karşı karşıya olduğunu düşünüyordu. Benzer yolardan geçen bir parti olarak, DTP’nin kapatılmasına giden süreçte siyasetin önünü tıkayan yasal düzenlemelerin değiştirilmesi için AKP’liler kolları sıvayabilirlerdi. Demokratik tavır gösterebilirlerdi. Yapmadılar.” Yapsalar, PKK’ya karşı DTP güçlenebilir, Reşadiye saldırısından kapatma kararına kadar “savaş lobisi” ani bir şekilde atağa kalkamazdı. Ama gene de bu aşamada bile, AK Parti’nin “savaş lobisine” karşı sansasyonel bir adımla inisiyatif alacağı bir radikal jest yapması gerekmekte... ««« AK Parti’nin ezici bir çoğunlukla kazandığı genel seçimden beri her şey bize aynı reçeteyi gösteriyor: Sivil bir anayasa... Ve uyutulup duran AB reformlarında gaza basmak... Bunlar yapılmayınca 12 Eylül rejimi yaşamaya devam ediyor. 12 Eylül yaşadıkça, “demokrasi ve barış” var olamaz, ölür... Demokratikleşmede başarının yolu, 12 Eylül rejimini berhavadan geçmekte...
Mehmet Altan Star, 14.12.2009 |
15.12.2009 |
AKP’yi bitirme planının bir adımı
Salt hukuki açıdan değerlendirildiğinde, DTP’nin bir terör örgütü olarak PKK ile olan apaçık ilişkisinden dolayı kapatma kararı verme konusunda AYM’nin hiçbir zorluk çekmemiş olduğunu söylemek yanlış olmaz. Hatta cümle âlemin bildiği ve giderek fiili bir durum olarak kanıksanmış olan bu duruma el attığında Mahkemenin kapatma kararı vermemek için pozitif hukukun mantığını çok zorlaması gerekecekti. Mahkeme bu konuda bir zorlamaya gitmedi. Bir seferliğine de olsa siyasi karar almasını bekleyenleri yine hayal kırıklığına uğratarak bu kez kolay olanı yaptı ve kapatma kararını, üstelik oy birliğiyle verdi. Ancak siyasi yasak kapsamına aldığı isimlerin seçimi konusunda aynı kolaylığı hissetmemiş olduğu da çok açık görülüyor. Sadece bu tercihler bile AYM’nin başta Kürt siyaseti üzerine genelde de Türkiye siyaseti üzerinde çok özel beklentileri ifade etmiş olduğunu gösteriyor. Şimdi herkesin haklı olarak cevabını arayacağı soru şudur: Ahmet Türk gibi, Orhan Miroğlu veya Aysel Tuğluk gibi DTP’nin temsil ettiği siyasal gelenek içinde gerçekten siyasete niyetli olanları yasaklayıp siyasete hiçbir şekilde niyeti olmayan, eli sokakta gözü dağda şahinleri serbest bırakmakla nasıl bir irade sergilenmiş oluyor? Başkan Haşim Kılıç bu yöndeki eleştirileri şiddetle reddetse de, AYM’nin konuyu ele alma zamanlaması tartışma konusu olmaktan kurtulamayacaktır. Açılım rüzgârının herkesi bir şekilde etkisi altına aldığı bir ortamda arka arkaya Öcalan’ın cezaevi koşulları dolayısıyla başlayan sokak gösterileri, Reşadiye saldırısını PKK’nın üstlenmesi ve AYM’ndeki davanın gündeme alınıp kapatma ile sonuçlanması… Tek tek hiç birine anlam verilemeyen bütün bu gelişmeler ancak bir arada düşünüldüğünde tutarlı bir resim çıkabiliyor. O resim de açılıma soyunan AK Parti’yi bu açılımın akıntısına kaptırıp gönderme planını içeriyor… Kapatılan partinin yasaklı listesine alınan vekil sayısının grup kurma yeter sayısından bir düşürülecek şekilde kritik bir noktada tutulması, kim ne derse desin hiçbir anlamı olmayan bir tercih gibi görünmüyor. DTP’nin kapatılmasının içerdiği bomba tesirinin asıl AK Parti’nin takınmak zorunda kalacağı şu veya bu tutuma terk edildiği anlamına geliyor bu tercih. Ancak bu bomba tesirinin görünmesi, DTP milletvekillerinin daha önce vaat ettikleri gibi istifa etmelerine bağlıdır. Açıkçası AK Partiyi bitirme yönünde kapsamlı bir plan var ve bu planda DTP’ye düşen rol vekillerin istifa etmesiyle tamamlanmış olacak. Bu istifaların veya Meclis çalışmalarından çekilerek mustafi sayılmanın kabul edilmesi TBMM’nin onayına yani AK Parti’nin oylarına bağlıdır. AK Parti bu istifaları onaylarsa arkasından kalkacak olan dokunulmazlıklar ve bunun neticesinde yaşanacak olan muhtemel bütün tutuklama görüntülerinin sorumlusu görülecek Güneydoğu’da böylece açılımın önemli bir hedef kitlesiyle duygusal bir kopukluk veya kırıklık yaşayacaktır. Kabul etmezse bu sefer Orta ve Batı Anadolu’da aleyhine estirilecek milliyetçi fırtınanın ortasında kalacaktır. Her halükarda kapatma olayı AK Parti’nin eline pimi çekilmiş bir bombayı koymuş bulunuyor. Kuşkusuz bu planın nihai amacı hem bir macera olarak görülen açılım politikasını sonlandırmak hem de AK Parti’yi bitirmek. Son birkaç hafta içinde sergilediği tutumla partinin kapanması karşısında hiçbir psikolojik barikat hazırlamaya çalışmayarak, aksine kapatmayı alabildiğine kolaylaştırarak plana destek olduysa da, hâlihazırda bu planın işlemesini engellemek yine de bir miktar DTP’lilerin elindedir. Bu plan içinde şu ana kadar oynadıkları rolü oynamaktan geri durmaları DTP’lilerin siyaset yapmaya ne kadar istekli olduğunu gösterme konusunda yeni bir fırsat da ortaya çıkarıyor. Doğrusu kendi isteğiyle bu noktaya gelen DTP’nin bu saatten sonra bunu bir fırsat olarak görmesini beklemek de makul değil. Meclis’ten çekilme kararını şimdiden açıklamış olan DTP, aksine şimdilik bu plan doğrultusunda tutarlı hareket etmeyi seçmiş bulunuyor. Tabii ki bu planı boşa çıkarmak hususunda AK Parti’nin eli de boş değil. Demokratik açılım yolunda giriştiği siyasette sebat ederek bu oyunu boşa çıkarması yine de imkânsız değil ama kuşkusuz işi düne nazaran daha bir zorlaşmıştır. Son bir not: Kapatma davası bölgede epeyce güç ve destek kaybına uğramış görünen PKK’nın bölgesel veya toplumsal önderlik konumunun daha da pekişmesine yaramış olacaktır. Açıkçası Kürt siyaseti üzerinde alternatif başka siyasi temsil mekanizmalarının gelişmesinin bundan daha etkili bir engellenmesi olamazdı. Epey garip gelecek bir etki yoluyla, kapatma kararı DTP’nin temsil gücünü yeniden restore etmiş görünüyor. DTP içinde güvercinlerin yasaklanması ise Kürtleri sadece DTP’lilerin, bunlar arasında da sadece en şahin olanların temsil edebileceği mahkeme kararıyla buyrulmuş oluyor.
Yasin Aktay, Yeni Şafak, 14.12.2009 |
15.12.2009 |
Açılımdan kapanışa
Türkİye hem içerde hem de Batı ile ilişkilerinde oldukça kritik bir döneme giriyor. Geçen hafta yaşanan gelişmeler bu durumu bir kez daha açıkça ortaya koydu. Başbakanın Beyaz Saray ziyareti nedeniyle dış politika ağırlıklı başlayan hafta, DTP’nin kapatılmasının yarattığı siyasi deprem nedeniyle iç politika odaklı bir şekilde kapandı. Ancak hiç şüpheniz olmasın: Kürt meselesinde geldiğimiz nokta sadece içerde değil dışarıda da başımıza ciddi işler açacak. Şurası kesin: Anayasa Mahkemesi’nin aldığı karar Türkiye’nin zaten ağır aksak giden AB macerasına ağır bir darbe vuracak. “DTP Avrupa’da olsa da kapatılırdı” diyenler hiç kusura bakmasınlar ama tam anlamıyla abesle iştigal ediyorlar. Anayasa Mahkemesi’nin verdiği kararda AİHM’nin Herri Batasuna’ya ilişkin kararı esas alması tam bir kara mizah örneği. Sanki Türkiye’de İspanya’dakine benzer bir azınlık hakları var da. Kürtlerin siyasi, kültürel ve yönetimsel hakları ne zamandan beri Bask ve Katalan halkları ile kıyaslanır hale geldi? Bu hukuk açıklamasına Avrupa’da kargalar bile güler. Türkiye Kürtlerinin anayasal hakları ile İspanya’da Baskların anayasal hakları arasında en ufak bir benzerlik yok. İki ülke arasındaki demokratik ve anayasal platform bu kadar farklıyken neden hukuk ölçüleri bire bir olsun ki? Maalesef kendi kendimize zarar vermekten bir türlü vazgeçmiyoruz. Kürt meselesinde “açılıştan kapanışa” geldiğimiz nokta bunun en açık örneği. Türkiye konusunda son bir yıldır Batı basınındaki en olumlu ve umut veren gelişme demokratik açılımdı. Artık bu demokratik açılımın yerinde yeller esiyor. O eski, otoriter, kendiyle kavgalı, içe dönük ve anti-demokratik Ankara geri döndü. Rüyadan uyandık ve kendimizi birden kâbusun içinde bulduk. Kürt meselesinde bunca umut ve bunca tartışmadan sonra geldiğimiz nokta maalesef trajik. “Güzel şeyler olacak” diyerek yola çıktık ve beyhude yere Kürt vatandaşlarımızın ümitlerini ve beklentilerin artırdık. Oysa sonuçta gene çıkmaz bir sokağa girdik.
ŞAHİNLER AĞIR BASTI Peki, niye bu duruma düştük? Kısaca özetlemek gerekirse hem Türk hem de Kürt tarafında “çözüm istemeyen şahinler” ağır bastı. Önce Tokat Reşadiye’de 7 askerin şehit düşmesine yol açan “provokasyon” terörü yaşandı. Bu kanlı saldırı temelde “demokratik açılımı” kapatmak için bir provokasyondu. Bunun öncesinde Türkiye zaten doğusundan batısına günlerdir PKK’nın şiddet dozu artan eylemleriyle çalkalanıyordu. Durum açıkça belliydi. Kendini dışlanmış hisseden Abdullah Öcalan Kürt gençleri üzerindeki etkisini kullanarak açılımı bitirmek için elinden geleni yapıyordu. Ancak İmralı’nın bunu tek başına gerçekleştirmesine imkân yoktu. Öcalan’ın en azından kendisi kadar çözüm aleyhtarı bir “Türk cephesine” ihtiyacı vardı. Yani çözümsüzlükten beslenenler birbirlerine muhtaç durumdaydı. Bu çözüm aleyhtarı Türk cephesinde zaten mevcut durumda olan CHP ve MHP’ye cuma günü bir de Anayasa Mahkemesi eklenince demokratik açılım tabutuna son çivi çakılmış oldu. Temmuz 2007 seçimlerinden bu yana içerdeki siyasi süreci iyi yönetemeyen AK Parti, bugün yaşanan gelişmelerle hemen 2007 seçimlerinden sonra kapsamlı bir anayasa değişikliğine gitmemiş olmasının cezasını çekiyor.
Ömer Taşpınar, Sabah, 14.12.2009 |
15.12.2009 |