Cevher İLHAN |
|
“Alevî açılımı”nın akıbeti (2) |
Gerçek şu ki Alevilik İslâm’ın içinde yer alır, Müslümanlıktan ayrı bir mezhep ya da din değildir. Alevilerin ibâdethânesi de bütün Müslümanlar gibi camilerdir. Bugünkü vaziyetiyle namaz kılmanın câiz olmadığı cemevlerinin ibâdethane olarak gösterilmesi, Aleviliğe olduğu kadar, İslâm’ın ibâdethane anlayışına da aykırı. Sazlı-sözlü ritüellerle semahın yapıldığı, çalgıların çalındığı, İslâm fıkhına ve ibâdet esaslarına mugayir—güya—Hz Ali’yi tasvir eden resimlerden M. Kemal’in portresine kadar fotoğrafların duvarlarına asıldığı, kadın-erkek karışık-karma oturulan mekânlar, Müslümanların (Alevilerin) ibâdethanesi olamaz. Zira bin dörtyüz senedir bütün Müslümanların tek bir ibâdethânesi var; ve o da mescitler ve camilerdir. Tıpkı Hıristiyanların mâbedinin kilise, Yahudilerin sinagogu gibi. Esasen İslâm’da “ibâdet” kelimesinden zekât, oruç, hac gibi mâlî-bedenî ibâdetlerin yanı sıra öncelikle “namaz” anlaşılmakta; ve namazın kılındığı mekânlara da “mescid” ya da “cami” denilmekte. Mescidlerde, camilerde Kur’ân ve hadislerin okunması, İslâm’ı anlatan ve öğreten mev’izelerin dışında İlâhîlerin bile def, zil ve diğer çalgı âletleri eşliğinde seslendirilmesi uygun görülmemekte. Bunun içindir ki devletin Alevî vatandaşların taleplerini karşılaması kadar tabiî bir şey olamaz. Kültürlerini yaşamalarında elbette kolaylıklar sağlanmalı. Elbette Alevî vatandaşların geleneklerini, göreneklerini sürdürmelerine maddî ve mânevî destek verilmeli. Bu hususta Kültür Bakanlığı, bir kültür kuruluşu olan cemevlerine maddî yardımda bulunabilir; dedelere, zâkirlere maaş bağlayabilir… DİYANET, “CEMEVİ - İBÂDETHÂNE” BASKISINA GELMEMELİ Ancak, İslâm an’anesine ve esaslarına aykırı bir biçimde, cemevlerinin, Müslümanlığın bir cüz’ü olan Aleviliğin ibâdethanesi olarak tağyirine kimsenin hakkı yoktur… Eğer cemevleri çalgı âletlerinden, resimlerden arındırılsa elbette her temiz yerde olduğu gibi burada da ibâdet edilebilir, namaz kılınabilir. Bu durumda cemevleri bir ibâdethane yani cami-mescit mânâsına bürünür. Alevilere ait kültür evleri, vakıflar, dernekler elbette olur. Lâkin Müslümanlıkta mezheplere mahsus mescitler-camiler yalnız bir mezhebe ait olmadığından, cemevleri sadece “Alevilerin mescidi-camisi” gibi de düşünülemez. Diyanetin bütün Müslümanların ortak ibâdet mekânı olan camiler statüsüne kabul edip, “din görevlisi” ataması için, evvela cemevlerinin mescit-cami haline getirilmesi gerekir. Aksi halde mevcut haliyle birer kültür merkezi mesâbesinde olan ve namaz kılmanın uygun olmadığı bu mekânların ibâdethane olarak vasıflandırılmasının imkânı yoktur. Siyasî otoritenin Diyanet’i, cemevlerini ibâdet yeri olarak onaylama dayatması veya İslâmî kâidelere ve ibâdeti ifâ şartlarına uymayan haliyle “cami” olarak kabule zorlaması, telâfisi mümkün olmayan ciddî dinî inhiraflara, toplumsal tepkilere sebebiyet verir… AKP iktidarında devletin resmî ideolojisi “Atatürkçülük” ile “ilke ve inkılâpları”, din eğitimi ve öğretimine pervâsızca sokuldu. “İnkılâp Tarihi ve Atatürkçülük” kitabından “Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi” kitabına kadar hemen hemen bütün kitapların ön ya da iç kapaklarına “Atatürk fotoğrafları” konulmasıyla yetinilmedi. Din öğretimi, Atatürk’ün “söylevleri”yle dolu “okuma parçaları”yla öğretilmeye yeltenildi. Millî Eğitim Bakanları, AKP döneminde ilk ve orta öğretimde “Atatürkçülüğün, Atatürk öğretisinin yüzde 40 artmasıyla” övündüler… ŞİMDİ DE “MEZHEBÎ TARTIŞMA VE ÇATIŞMA” MI? Yine AKP iktidarında özellikle “Atatürkçülük” konusundaki “baskılar”a gelen Diyanet, “Atatürkçülüğün camilere sokulması”na öncülük etti. Diyanet İşleri Başkanı, dinî bir öğreti ve vecîbeymiş gibi, “Atatürk ilke ve inkılâpları camilerde öğretilecektir” dedi. Diyanet’in taşraya gönderdiği ve “bir tek kelimesinin bile değiştirilmemesi” uyarısının yapıldığı Cuma hutbelerinde, millî bayram haftaları ve “ulusal günler” bahanesiyle, rejimi dinden tecrid programına oturtan ve nihayette “devrimler”le devletle dini temelden ayıran bir politikacı olan “Atatürk’e medhiyeler” dizildi. Diyanet, aracılığıyla dine, mâbede, din dışı cereyanlar, bid’atlar sokuldu. Kur’ân, Sünnet ve icma ile farziyeti, tesettürün bir parçası ve dinî bir vecîbe olduğu belirtilen başörtüsü hakkındaki Din İşleri Yüksek Kurulu’nun fetva-kararlarına yeterince sahip çıkmayan Diyanet, hiç olmazsa bu konuda dayatmalara gelmemeli. İçine girdiği tutukluğu “cemevi tartışması”nda sergilememeli. Cemevlerine dair görüşünün arkasında durmalı. Gerçek Aleviliğin İslâm olduğunu delilleriyle ortaya koymalı; camilerin-mescitlerin Alevilerin de ibâdethanesi olduğunu topluma anlatmalı. Tamamen dinî olan bu meseleyi nâehillere bırakmamalı. Günübirlik konjonktürel kaygılarla değil, dinin nasları ve esaslarıyla talepleri değerlendirmeli. Yönetimlerin gündelik ve politik ranta dönük sathî ve siyasî mülâhazalarla kimi mahfillere ve bazı kesimlere şirin gözükme hesabına girişeceği yanlışlara tâviz vermemeli. Şu ya da bu grubun ideolojisi, çıkarı veya propagandası değil, İslâm’ın temel kaynaklarındaki hür ve semavî tesbitleri esas almalı. Ve siyasî iktidar, “ açılış” uğruna Diyanet’i İslâm’ın rasih esaslarına aykırı fetvalara zorlamamalı. Yoksa netice, bu “açılım”ın da akametiyle kalmaz; tartışmaların arenasına, milletin tarihinde ve kültüründe rastlanmayan “etnik kimlik tartışması ve çatışması”na bir de “mezhebî mensubiyet tartışması ve çatışması” eklenir… Lütfen dikkat! 20.12.2009 E-Posta: [email protected] |