S. Bahattin YAŞAR |
|
Ya amelimiz hebâ olursa! |
İhlas Risâlesi giriş bölümünde, harika bir şekilde içinde yaşadığımız asrın portresi çizilir ve yapılması gerekenlere dikkat çekilir. Çünkü yaşadığımız asrı bilmeden, o asra uygun donanım içerisinde olmak ve çarpılmamak imkânsız gibidir. ‘Bu müthiş zamanda, dehşetli düşmanlar mukabilinde, şiddetli tazyikat karşısında ve savletli bid’alar, dalâletler içerisinde bizler…’ diyerek cümleler devam eder. Paragrafın içine girildiğinde müthiş zamanın labirentlerini anlamak ve hissetmek hiç de zor değil. Pek tabiîdir ki, böyle bir çağın insanı olmak, insanı çok yönlü bir arayışa itecektir. Adeta başını taştan taşa vuran bir halet içerisinde bir kovalamaca insanı beklemektedir. Onun için bu asır insanından kimi, dinleseniz; dram dolu hikâyeler, romanlar, şiirler bulur sizi. Bu çağla birlikte, çağın insanının içinde bulunduğu haleti de yine aynı satırların devamından anlıyoruz. ‘…bizler gayet az ve zayıf ve fakir ve kuvvetsiz olduğumuz halde…’ Çağın dehşeti karşısındaki insanın içinde bulunduğu vaziyet, oldukça ürpertici. Yani insan, gayet azlık, gayet zayıflık, gayet fakirlik, gayet kuvvetsizlik tanımlamaları karşısında adeta haddini anlıyor. Anlaşılan güvenilecek maddî anlamda hiçbir şey yok. İnsanın elinin, kolunun bağlı kalması bu olsa gerek. Bir de, zor asır şartlarındaki imkânları kıt insana bir o kadar da, ciddî, ağır sorumluluklar yüklenmiş. ‘…gayet ağır ve büyük ve umumî ve kutsî bir vazife-i imaniye ve hizmet-i Kur’âniye omzumuza ihsan-ı İlâhî tarafından konulmuş…’ Gayet ağır, büyük, umumî, kudsî bir iman vazifesi ve Kur’ân hizmetinin böyle bir asır insanının omzuna konulmuş olması, elbette ki bu insanların oldukça özel bir durum içerisinde bulunduğunu akla getiriyor. Çünkü yapılan işin ehemmiyeti yanında, yapılan işin hangi zor şartlarda yapılmış olması oldukça manidardır ve bu özel bir donanım ve durumun sonucudur. İşte bunu da gelen satırlar bize takdim ediyor. ‘Elbette, herkesten ziyade, bütün kuvvetimizle ihlâsı kazanmaya mecbur ve mükellefiz. Ve ihlâsın sırrını kendimizde yerleştirmek için gayet derecede muhtacız. Yoksa, hem şimdiye kadar kazandığımız hizmet-i kutsiye kısmen zail olur, devam etmez; hem şiddetli mes’ûl oluruz.’ Bir de, ‘Benim âyetlerimi, az bir dünya menfaatiyle değiştirmeyin (Bakara Sûresi, 41) âyetindeki şiddetli tehditkârane nehy-i İlâhiye mazhar olup, saadet-i ebediye zararına, mânasız, lüzumsuz, zararlı, kederli, hodfuruşane, sakil, riyakârane, bazı hissiyat-ı süfliye ve menaf-i cüz’iyenin hatırı için ihlâsı kırmakla, hem bu hizmetteki umum kardeşlerimizin hukukuna tecavüz, hem hizmet-i Kur’âniyenin hürmetine taarruz, hem hakaik-i imaniyenin kudsiyetine hürmetsizlik etmiş oluruz.’ Çok açık bir anlam taşıyor cümleler. Mecbur ve mükellef olduğumuz ihlâsın sırlarını kendimizde yerleştirmezsek, şimdiye kadarki kazandığımız kudsî hizmet zail olur ve devam da etmez; hem de şiddetli mes’ul oluruz. Tabiî burada insan, Allah’ın âyetlerini ne ile değiştirmiş olmaktadır? Saadet-i ebediye zararına, az bir dünya menfaati için yapılan bu değiştirmede insan elbetteki çok büyük bir kayıp içerisinde bulunmaktadır. Yani Cenâb-ı Hakkın şiddetli tehditkarane nehy-i İlâhisine mazhar olmak.., sonra, ‘nefse ait aşağılık hislerle, mânasız, lüzumsuz, zararlı, kederli, hodfuruşane, sakil, riyakârane ve basit, küçük, az bir dünya menfaati için ihlâsı kırmak..’ böyle bir insan için daha büyük kayıp ne olacaktır. Bir de, böyle bir ihlâssız hal ile, ‘bu hizmetteki umum kardeşlerimizin hukukuna tecavüz, hizmet-i Kur’âniyenin hürmetine taarruz ve iman hakikatlerinin kudsiyetine hürmetsizlik etmiş oluruz.’ Cümleler oldukça çarpıcı olarak, içinde yaşadığımız çağa ve böyle bir çağa karşı da bizlerin nasıl bir tutum içerisinde olacağımıza apaçık ışık tutmaktadır. Yani nasıl bir asırda yaşıyoruz, nasıl düşmanlarla karşı karşıyayız ve nasıl bir sorumluluk bizi bekliyor? Bu sorulara cevap aranıyor. Tabiîdir ki, böyle bir asırda iman ve Kur’ân hizmeti içerisinde olmak, çok büyük kazançlar içerisinde de olmak demektir. Onun için de, ‘mühim ve büyük bir umur-u hayriyenin çok muzır manileri olur. Şeytanlar o hizmetin hadimleriyle çok uğraşır. Bu manilere ve bu şeytanlara karşı ihlâs kuvvetine dayanmak gerektir. İhlâsı kıracak esbabtan yılandan, akrepten çekindiğiniz gibi çekininiz.’ Elbette ki, yapılan bütün asır ve insan tasvirlerine rağmen, Kur’ân bu asrın maddî ve manevî halaskârı olarak, insanların maddî ve manevî bütün ihtiyaçlarına cevap vermektedir. Yeter ki insan, O’nun yolunu tercih etsin ve O’nunla yaşamaya azmetsin. Asır şartları ne kadar zor olsa da, insana hücum eden unsurlar ne kadar şiddetli olsa da; iman eden, bütün her şeye gücü Yeten’e dayandığı zaman, bütün her şey onun hizmetinde olacaktır. Yeter ki ihlâs bozulmasın. O bozulursa, amelin ruhu bozulur. *** Gerçi kimse de ayranım ekşi demiyor. Herkes, ihlâstan dem vuruyor. İhlâstan dem vururken bile, ihlâssızlık olabileceğini kimsecikler düşünmüyor. Yoksa insanın en çok seslendirdiği, o hasta olduğu tarafı mıdır? ‘İhlâs, ihlâs’ derken, sadece hastalığımızı mı seslendirmiş oluyoruz. Hani, kursağından aşağı inmeyen seslendirmeler var ya. Bu da öyle olmasın. Allah muhafaza! ‘Kazanmak ya da kaybetmek’ tehlikesi ile baş başa bulunan, amellerin ruhunu hakkıyla kazanmayı nasip etsin Rabbimiz. Yoksa, geriye dönüp baktığımızda, ameller heba olursa, ‘eyvahhh’lar anlamsız kalacaktır. Böyle bir sondan Allah muhafaza! 20.12.2009 E-Posta: [email protected] |