M. Latif SALİHOĞLU |
|
Süreci nasıl okumalı? |
Gittiğimiz hemen her yerde, bulunduğumuz hemen her ortamda şu suâle muhatap oluyoruz: Süreci nasıl görüyor, nasıl okuyorsunuz? Gelişmelerin nasıl bir seyir takip edeceğini düşünüyorsunuz? Buradaki "süreç"ten kasıt, "Demokratik açılım süreci"dir. Bu konuda, tâ başından beri söylediğimiz ve yeri geldikçe hatırlatmaya çalıştığımız ölçü şudur: "Maksuda vâsıl oluş, usûle riayet edişledir." Yani, bir meselede usûle riayet ederseniz, hayırlı netice alır ve mahall–i maksuda vâsıl olursunuz. Aksi halde, bir noktada çakılır kalır, daha bir adım olsun ileriye doğru gidemez bir hale gelirsiniz. Hatta, usûlsüzlükle bazan geriye doğru gitme durumuyla dahi karşı karşıya gelebilirsiniz. Bugün itibariyle gelinen noktada, ne yazık ki bir "belirsizlik" hali ağırlık kazanmış bulunuyor. Haliyle, bu da insanlarımızı endişelendiriyor, tedirgin ediyor. * * * Hükûmetin, kendine göre bir "açılım söylemi" var. Vatandaş, bunun ne menem şey olduğunu bir türlü anlayamadı. Sürecin koordinatörlüğünü yapan İçişleri Bakanı, son olarak şöyle bir isimlendirmede bulundu: "Terörü bitirmek ve demokratik standardı yükseltmek." İsim ve ifade güzel. Ancak, bu işin nasıl realize edileceği hakkında, ortada elle tutulur, gözle görülür tatmin edici somut/müşahhas hiçbir şey yok. Öncelikle, şunu bilmek lâzımdır ki: Mevcut "ihtilâl anayasası"yla demokratik standart yükselmez. Ham hayal kurmaya gerek yok... İkincisi, terörü bitirme hedefine, terör örgütü mensuplarını cesaretlendirerek varılmaz. Keza, elindeki silâhı bırakmayan bir örgütle—dolaylı da olsa—pazarlık yapılmaz Maalesef, bu her iki konuda da usûl hatası yapılarak "açılım"dan söz edilmemeye başlandı... Mesele, aylarca kamuoyunda tartışıldı durdu; ancak, tartışanların ekseriyeti dahi "açılım paketi"nin ne olduğunu, içinde nelerin bulunduğunu bilmeden, anlayamadan konuşup tartıştı. Dolayısıyla, adeta bir ucûbeye benzeyen bu "açılım"ı, kim nereye isterse oraya doğru çekmeye çalıştı. Halen de, bu konuyu kimse netleştirmiş veya doğrultmuş değil. Durum böyle olunca, ortalıkta bir kargaşadır almış başını gidiyor. * * * Bu tesbitlerden sonra, yakın gelecekte olacaklardan değil de, olmayacaklardan, olmayacağına kesin olarak inandığımız bazı hususları nazara vererek bitirelim. * Ortada endişe verici bazı durumlar var. Ancak, yine de ümitsiz, karamsar olmamak lâzım. Zira, demokrasiden geriye dönüş olmaz. İnsanlarımız mutlak ekseriyeti, yaşanan bütün acılara, gerilimlere ve aksiliklere rağmen, yine de her meselenin demokrasi içinde kalınarak halledilmesinden yanadır. Bu kuvvetli iradeyi, asla küçük görmemeli. * Bu vatanda, uzun yıllardan beri kardeş kavgası körüklendiği ve bir kanlı iç savaş çıkartılmak istendiği bilinen bir vakıadır. Ancak, bunda şimdiye kadar muvaffak olunamadığı gibi, bundan sonra da olmayacak. Bin yıllık kardeşliğin bozulmayacağına, bunu bozmaya kimsenin güç yetirmeyeceğine inanıyoruz ve inanmak durumundayız. Aksi halde, "kabil–i iltiyam olmayacak bir inşikak çıkacak" ki maazallah; böyle bir ihtimâl, ancak kıyâmetin alâmeti olarak görülebilir. * Yaşanan gelişmeler, sancılanmaların bir süre daha devam edeceğini göstermekle birlikte, nihayetinde, yani "vakt–i merhûn"da çok güzel ve hayırlı bir "doğum" hadisesinin tahakkuk edeceğine inanıyor ve böyle bir neticeyi rahmet–i İlâhiyeden pür–ümit şekilde bekliyoruz.
Tarihin yorumu 19 Aralık 1986 Rusya'da rejim değişikliği
Yaklaşık 70 yıl müddetle (1917–1986) komünist rejimin istibdadı altında yaşayan Rusya (Sovyet Rusya'sı), 1980'li yılların başından itibaren yeni bir sistem arayışının içine girdi. Zira, komünist Rusya'nın en büyük kuvvet kaynağı olan Kızıl Ordu, eski dinginliğini kaybetmiş, girdiği Afganistan batağından bile çıkamaz bir hale gelmişti. Öte yandan, iktisadî bunalım had safhaya varmış, uzaya füze fırlatan Rusya'da, insanlar ekmek bulamaz, açlıktan nefesi kokacak bir duruma düşmüştü. Sefalet dizboyu olmuştu. Sefaleti netice veren komünizm, temelde dinsizliğe, ateizme dayanıyordu. Ancak, dinsiz bir millet yaşayamazdı. Bu kat'î gerçekle, sonunda komünist Rusya'da karşı karşıya geldi ve dikta rejimi her tarafından sökülmeye, dökülmeye mahkûm oldu. Eski halin artık muhal olduğunu anlayan Sovyet Rusya'sı Devlet Başkanı M. Gorbaçov, vargücüyle perestroika (yeniden yapılanma) ve glasnost (açıklık) adını verdiği reform çalışmalarına girişti. Bu meydanda ciddî bazı adımlar attı. O adımlardan biri, komünist rejimi muhalifi, dirayetli ilim (fizik) adamı sürgündeki Andrei Sakharov ile 1971'de evlendiği karısı Yelena'yı affettiğini ve sürgün cezalarının kaldırıldığını ilân etti. (19 Aralık, 1986) Bu gelişme, Rusya'da ciddî bir rejim değişikliğinin yaşandığını gösteriyordu. Zira Sakharov (1921–1989), sıradan bir insan değildi. Onu hemen bütün ilim, fikir ve siyaset dünyası tanıyordu. Üstelik, 1975'te Nobel Barış Ödülüne lâyık görülmüş; ancak, sürgünde olduğu için gidip ödülünü alamamıştı. (Aynı ödül, 1990'da Gorbaçov'a da verildi.) İşte, Sakharov ile eşinin serbest bırakılması, hem Rusya'ya, hem de komünist ülkelerdeki insanlara nefes aldırmıştı. Yetmiş yıldır dünyayı etkisi altına alan ve insanlığı tehdit eden komünizm, hiç olmazsa siyasî ve askerî sahada, artık çökmeye yüz tutmuş, demirperde yırtılmaya başlamıştı. Rusya, bu tarihten itibaren, kademeli şekilde "cumhurî demokrasi"ye geçiş sürecini yaşadı. 19.12.2009 E-Posta: [email protected] |