Lahika |
Hadis-i Şerif Meâli
Farz namazlardan sonra en faziletli namaz, gecenin ortasında kılınan teheccüd namazıdır. Ramazan'dan sonra en faziletli oruç, Allah'ın ayı olan Muharrem ayında tutulan oruçtur.
Câmiü's-Sağîr, No: 746 |
19.12.2009 |
Risâle-i Nur nasıl bir tefsirdir? Risâle-i Nur doğrudan doğruya Kur’ân’ın bâhir bir bürhanı ve kuvvetli bir tefsiri ve parlak bir lem’a-i i’câz-ı mânevîsi ve o bahrin bir reşhası ve o güneşin bir şuâsı ve o mâden-i ilm-i hakikatten mülhem ve feyzinden gelen bir tercüme-i mâneviyesidir. Tefsir iki kısımdır: Birisi, malum tefsirlerdir ki, Kur’ân’ın ibaresini ve kelime ve cümlelerinin mânâlarını beyan ve izah ve ispat ederler. İkinci kısım tefsir ise, Kur’ân’ın imanî olan hakikatlerini kuvvetli hüccetlerle beyan ve ispat ve izah etmektir. Bu kısmın pekçok ehemmiyeti var. Zâhir malûm tefsirler, bu kısmı bazen mücmel bir tarzda derc ediyorlar. Fakat Risâle-i Nur, doğrudan doğruya bu ikinci kısmı esas tutmuş, emsâlsiz bir tarzda muannid filozofları susturan bir mânevî tefsirdir. Şuâlar, s. 442 *** Risâle-i Nur doğrudan doğruya Kur’ân’ın bâhir bir bürhanı ve kuvvetli bir tefsiri ve parlak bir lem’a-i i’câz-ı mânevîsi ve o bahrin bir reşhası ve o güneşin bir şuâsı ve o mâden-i ilm-i hakikatten mülhem ve feyzinden gelen bir tercüme-i mâneviyesidir. Şualar, s. 590 *** Lillâhilhamd, Risâle-i Nur, bu asrı, belki gelen istikbâli tenvir edebilir bir mu’cize-i Kur’âniye olduğunu çok tecrübeler ve vâkıalar ile körlere de göstermiş. Kastamonu Lâhikası, s. 6 *** Risâle-i Nur, tarîkat değil, hakîkattir; âyât-ı Kur’âniyeden tereşşuh eden bir nurdur. Ne Şarkın ulûmundan ve ne de Garbın fünunundan alınmış değil, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın bu zamana mahsus bir i’câz-ı mânevîsidir; menfaat-i şahsiye yoktur. Kastamonu Lâhikası, s. 150. *** Risâle-i Nur sâir telifât gibi, ulûm ve fünûndan ve başka kitaplardan alınmamış. Kur’ân’dan başka me’hazı yok, Kur’ân’dan başka üstâdı yok, Kür’ân’dan başka mercîi yoktur. Telif olduğu vakit hiçbir kitap müellifin yanında bulunmuyordu. Doğrudan doğruya Kur’ân’ın feyzinden mülhemdir ve semâ-i Kur’ânîden ve âyâtının nücûmundan, yıldızlarından iniyor, nüzûl ediyor. Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî, s. 79. *** Hem, yazılan eserler, risâleler (ekseriyet-i mutlakası) hariçten hiçbir sebep gelmeyerek, rûhumdan tevellüd eden bir hâcete binâen âni ve def’î olarak ihsan edilmiş. Sonra bâzı dostlarıma gösterdiğim vakit, demişler: “Şu zamanın yaralarına devâdır.” İntişar ettikten sonra ekser kardeşlerimden anladım ki, tam şu zamandaki ihtiyaca muvâfık ve derde lâyık bir ilâç hükmüne geçiyor. Mektûbât, s. 363. *** Esrâr-ı Kur’âniyeye âit yazılan Sözler, şu zamanın yaralarına en münâsip bir ilâç, bir merhem ve zulümâtın tehâcümâtına mâruz heyet-i İslâmiyeye en nâfi bir nur ve dalâlet vâdilerinde hayrete düşenler için en doğru bir rehber olduğu îtikâdındayım. Bilirsiniz ki; eğer dalâlet cehâletten gelse, izâlesi kolaydır. Fakat, dalâlet fenden ve ilimden gelse, izâlesi müşküldür. Eski zamanda ikinci kısım binde bir bulunuyordu. Bulunanlardan, ancak binden biri irşad ile yola gelebilirdi. Çünkü öyleler kendilerini beğeniyorlar, hem bilmiyorlar, hem kendilerini bilir zannediyorlar. Cenâb-ı Hak şu zamanda, i’câz-ı Kur’ân’ın mânevî lemeâtından olan mâlûm Sözler’i, şu dalâlet zındıkasına bir tiryak hâsiyetini vermiş tasavvurundayım.
Mektûbât, s. 27
LÜGATÇE:
hüccet: Senet, vesika, delil. mücmel: Kısa, öz, muhtasar. muannid: inatçı. bâhir: Ap açık, âşikâr. bürhan: delil. lem’a-i i’câz-ı mânevî: Mânevî mu’cizenin parıltısı. bahr: deniz. reşha: sızıntı. şuâ: bir ışık kaynağından uzanan ışık hüzmesi. mâden-i ilm-i hakikat: Hakikat ilminin mâdeni, kaynağı. mülhem: Kalbe doğmuş, Allah’ın ilhâm ile kalbe bildirdiği şey. tereşşuh: sızma. i’câz-ı mânevî: Mânen mu’cize olma. me’haz: menba’, kaynak. nücûm: yıldızlar. esrâr-ı Kur’âniye: Kur’ân’ın sırları. lemeât: lem’alar, parıltılar. |
19.12.2009 |