Yasemin GÜLEÇYÜZ |
|
Açılım üzerine birkaç söz |
Ülke olarak çoğu çevrelerce bir türlü açılamadığı söylenen “açılım süreci” yaşıyoruz. Yıllardır adeta kördüğüm haline gelmiş kronik problemlerin çözümü için atılan genişçe adım anlamına geliyor açılım. Doğu, Güneydoğu Anadolu’nun çözüm bekleyen problemleri, Kürt, Alevî meseleleri, azınlık hakları, eğitim problemleri… Her ne kadar bu açılım sürecinde üniversitelerdeki başörtülü öğrencilere yıllardır uygulanan yasaklamaya bir türlü sıra gelmese de insanı yaşatan ümittir işte!
14 asır önceki açılım… Aslında açılım dediğimiz süreç, 14 asır önce en mu'cizevî ve mükemmel hâliyle gerçekleştirilmiş. Rabbimizin insanlığın problemlerine çare için irade ettiği Nübüvvet müessesesinin son ve en kâmil temsilcisi Hz. Muhammed (asm) renk, dil, ırk, din, kavim, cinsiyet ayrımı yapmaksızın bütün insanlığı hakka ve adalete dâvet etmiş. O (asm) insan yerine konulmayan, diri diri toprağa gömülen kadına haklarını veren, üstünlüğün renk ve ırka, cinsiyete değil takvaya göre olduğunu ilân eden, insanların bir tarağın dişleri gibi eşit haklarla yaratıldığını anlatan mu'cizeli bir ferman-ı İlâhî olan Kur’ân’ın hakikatlerini insanlara bildirmiş. Bir iman inkılâbı gerçekleştirmiş. Her asırda gönderilen müceddidlerin o asrın özelliklerine göre Kur’ân’a yorumlar getireceğini de “Her yüz senede Cenâb-ı Hak bir müceddid-i din gönderiyor” (Ebu Davud, Beyhaki) hadisi ile ifade etmiş.
Açılımlar ve daralmalar… Sözgelimi İmam-ı Rabbânî Hazretlerinin yaşadığı dönemde, “keşif ve kerâmetler” tarikatler vesilesiyle insanları cezb ettiğinden bu kahraman zat, “iman hakikatlerindeki en küçük bir inkişafın” binler kerâmet ve keşiften üstün olduğunu, sünnet-i seniyyeye ittibâ eden en âmî bir velinin keşif ve kerâmet sahibi en büyük bir veliden önce geleceğini ifade etmiş. İmam-ı Gazali döneminde ise “felsefe” kanalıyla imanlar sarsıldığından, Gazali (ra) çalışmalarını bu noktada yoğunlaştırmış. Aklı kullanarak, nübüvvet mesajları yoluyla insanları hakka, sünnet-i seniyye çizgisine dâvet etmiş. Her bir asrın müceddidi, o dönemdeki sapmaları sünnet çizgisinde birleştirmeyi hedeflemiş.
Risâle-i Nur’un açılım reçetesi Felâket ve helâket asrı olan günümüzde ise imanî meselelerde neredeyse 14 asır boyunca biriken bütün şüpheler ve evhamlar yeniden gündemde. Bilim ve aklın hükmettiği günümüzde Allah’ın, peygamberlerin, meleklerin, semâvî kitapların, ahiret hayatının ve kaderin varlığı inceden inceye sorgulanmakta, kimi zaman alay da edilmekte. İnsanlar renklerine, ırklarına, kavimlerine, dillerine, cinsiyetlerine, dinlerine göre yeniden ayrılmakta... Adaletin önünde herkesin eşit olduğu hakikati unutulmakta… İşte ortam böyleyken iman hakikatlerinin akıl, mantık yoluyla çabuk ve kolay şekilde ispat edilmesi zarurî bir ihtiyaç. İmanî konulardaki şüphelerin, evhamların ikna metoduyla izalesi günümüzün cihadı durumunda. Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin telifi olan Risâle-i Nur’lar işte asrımızda bu cihadı muhteşem bir şekilde başarıyor. Anlattığı imanî hakikatlerle gönülleri, kalpleri, ruhları fethediyor. “Lâ ilâhe illallah” gerçeğini akıllara nakış nakış işliyor. Bediüzzaman: Bir şefkat kahramanı Savaş meydanları, esaret hayatı, sürgünler, mahkemeler, hapisler, zehirlemeler, kanunların keyfî uygulanmasıyla geçen uzun ve çileli bir ömür… O, padişahlığı, meşrûtiyeti, tek parti ve çok partili Türkiye’yi görüyor, ülkenin bütün sancılı süreçlerine “reçete”ler hazırlıyor. Birinci Dünya Savaşında Doğu Cephesinde at sırtında şehitler arasında yazıyor İşârâtü’l-İ’câz isimli eserini. 31 Mart isyanında halkı ve askeri yatıştırıyor. Meşrûtiyetin güzelliklerini Doğu ve Güneydoğu’daki aşiretlere izah ediyor. Sürgünlerde ve hapishane köşelerinde tevhid, nübüvvet, haşir, adalet-ibadet hakikatlerinin sırlarını herkesin hatta çocukların dahi kolaylıkla anlayabileceği bir şekilde yazıyor. Türk, Kürt ve Arap milletlerini bir ve beraber olmaya mecbur kılan zaruretleri, eğitimin ehemmiyetini, şarkta kurulacak üniversite ve eğitim kuruluşlarının vesile olacağı hizmetleri, İslâm âlemi için fikir hürriyeti ve meşveretin önemini, gayr-i Müslimlerle münasebetlerin tanzimini, temel hak ve hürriyetlere dayanan bir rejimde uygulamadaki aksaklıkların zaman içinde tedricen ortadan kalkacağını, kamuoyunun gücünü, hürriyet ve meşveretle bütün problemlerin çözümlenebileceğini anlatıyor, ispatlıyor. Eğer maksadımız bütün sosyal yaralarımıza derman aramaksa, onun şahsî-içtimaî hastalıklarımıza hazırladığı reçeteler ciddiyetle incelenmeli… 20.12.2009 E-Posta: [email protected] |