M. Latif SALİHOĞLU |
|
Anlatacak dâvâsı olan... |
Anlatacak dâvâsı olan kimse, yaşadığı topraklar üzerinde kuvvete, şiddete başvurmaz; "silâhlı mücadele" metoduna tevessül etmez. Silâhlı mukabele ve mücadele, cephede, haricî düşmana karşı yapılır. "Savaş nâmusu", bu işin böyle olmasını gerektirir. İnsanlık âleminde kabul görmüş bu genel ölçülerin dışına çıkarak hareket edenler, yani dahilde kuvvet kullananlar, zulüm işlemekten, mâsumlara zarar vermekten, dolayısıyla haksız duruma düşmekten kurtulamaz. Kişinin niyetinin iyi olması dahi, bu menfî neticeyi değiştirmez. Zulme karışan, şiddete bulaşan kişinin sebep olduğu zarar–ziyan sadece kendisiyle sınırlı kalsa, yine dert değil. "Ne hali varsa görsün" der, geçersiniz. Ancak, yaşanan vak'aların çoğu gösteriyor ki, şiddetin kullanıldığı yerde ekseriyet itibariyle mâsumlar zarar görüyor, en ağır faturayı bîgünah kimseler ödüyor. Böyle zulümkâr bir neticeye sebebiyet vermeye ise, kimsenin hakkı yoktur. Haklı olan kişi, kan dökmeden ve şiddete başvurmadan da dâvâsını anlatabilir. Yeter ki, anlatacak bir dâvâsı olsun... Örnek için, çok uzak tarihlere gitmeye gerek yok. Yakın dünya tarihine baktığımızda, haklı dâvâsını, haksız duruma düşmeden anlatabilen, hürmete lâyık şu bayrak şahsiyetleri görürüz: Mahatma Gandi (Hindistan) Martin Luther King (Amerika) Nelson Mandela (Güney Afrika) Bediüzzaman Said Nursî (Türkiye) Bu şahsiyetlerin, metodik mücadele tarzını bir cümlede özetlemem mümkün: "Dâvâsı uğrunda ölmeye razı, öldürmeye ise asla..." İşte, aynı metotla "müsbet hareket" hareket ederek gayesinde muvaffak olan ve nihayetinde fikren zafere ulaşan bu şahsiyetleri, biraz daha yakından tanımaya çalışalım.
M. Gandi 1869–1948 yıllarında yaşayan Mahatma Gandi'nin anlatacak bir dâvâsı vardı. Ülkesi Hindistan, İngilizlerin sömürgesi altındaydı. Zulüm ve haksızlık, had safhaya çıkmıştı. İnsanlık haysiyetine yakışmayan bu uygulamaya razı olmadı. Karşı çıktı, mücadele etti. Bu uğurda çok çileler çekti. On binlerce Hintli vatandaşıyla birlikte hapse atıldı (22 Aralık 1932'de hapisten çıktı), sürgüne yollandı. Ancak, yine de yılmadı, mücadeleden vazgeçmedi. Üstelik, bir tek mermi kullanmadan, bir tek insanın canını yakmadan. Çok ağır bedeller ödedi, çok sayıda dâvâ arkadaşını kaybetti. Kendisi de birkaç kez sûikasta uğradı. Ancak, sonunda muvaffak oldu. Ülkesini sömürge durumundan kurtararak, 1947'de bağımsızlığına kavuşturdu.
M. Luther 1929–1968 yılları arasında Amerika'da yaşayan Afrika kökenli zenci Martin Luther'in de anlatacak bir dâvâsı vardı. Bir insanlık ayıbı olan "ırk ayrımcılığı"nı reddediyor, "eşit yurttaş hakları"nı ise, bütün içtenliğiyle savunuyordu. O, bu dâvâsını özellikle "Bir hayalim var" başlıklı konuşmasında son derece etkileyici bir üslûpla ifade etti. Öyle ki, beyazlarda dahi bu fikre hayranlık uyandırdı. O da çok eziyet gördü, itildi–kakıldı; hatta, bir sûikast sonucu hayatını kaybetti. Ancak, o yine de şiddete başvurulmasını hiçbir şekilde kabul etmedi. Ölümünden sonra, dâvâsı daha da parladı, haklılığı toplum nezdinde büyük kabul gördü. İşte, Martin Luther ve onunla yanı paralelde hareket eden zenci–beyaz Amerikalılar sayesinde, dünyanın bu en medenî ülkesindeki ırkçılık illeti büyük ölçüde bertaraf edildi. ABD'nin başında, bugün bir zenci liderin bulunuyor olması, şüphesiz, haklı bir dâvânın haklı metotlarla ifade edilmesi sayesinde mümkün olmuştur.
N. Mandela 1918'de Güney Afrika'da dünyaya gelen Nelson Mandela, kendi ülkesinde de tıpkı Amerika'daki gibi bir ırk ayrımcılığı belâsı vardı. O, bu utançla yaşamak istemedi. Mücadele meydanına atıldı. Mücadele metodunda, Gandi ve Luther'le aynı paralelde hareket etti. Çok eziyet gördü, ancak kimseye eziyet vermemeye gayret etti. Eline imkân geçtiği halde, yine de kan dökme ve şiddet kullanma yöntemini sürdürmek istemedi. Bu noktada iftiraya uğramasına ve hapse atılmasına rağmen, yine de dengesini bozmadı. Ülke içinde silâhlı çatışmayı sürdürmenin yanlışlığını gördü, duygu ve düşüncelerini fikrî mücadele metoduna yönlendirdi. Bu noktada yoğunlaştı. 27 yıl müddetle hapis hayatına mahkûm edilmesine rağmen, bu çizgiden sapmamaya gayret gösterdi. Sonunda, o başarılı oldu. Hapisten çıktı ve bütün hayalinin "Bağımsız bir Güney Afrika Cumhuriyeti" kurmak olduğunu bütün dünyaya ilân etti. Bu hayaline de ulaştı ve 10 Mayıs 1994'te yapılan seçimde, bu ülkenin ilk siyahî devlet başkanı oldu. 1993'te Nobel Barış Ödülünü alan Mandela, kendisine lâyık görülen "Atatürk Uluslararası Barış Ödülü"nü almayı ise reddetti.
Said Nursî 1960 yılı Mart'ında Urfa'da 80 küsûr yaşında vefat eden Bediüzzaman Said Nursî'nin, neredeyse ömrünün yarısı hapislerde, sürgünlerde, zindanlarda geçti. En az yirmi kez ölüm ile burun buruna geldi. İdamla yargılandı, defalarca zehirlendi, değişik girişimlerle imha edilmek istendi. Ancak, o yine de "müsbet hareket" metodundan zerrece taviz vermedi. Zulme uğradı, ancak kimseye zulmetmedi. Ona işkence çektirenlere beddua bile etmedi. Kendilerine zulmedilse dahi, "mukabele–i bilmisil"de bulunmamaları hususunda talebelerine ders verdi, sıkı tembihlerde bulundu. Menfîce hareket edilmesi halinde, bundan mâsumların mutlaka zarar göreceğini hatırlatarak, yanlış yapan dindar dostlarını da uyarmaktan geri durmadı. Sonunda, şiddete başvuranlar kaybedip hüsrâna uğrarken, Said Nursî, dâvâsında muvaffak oldu. Telif ve neşrettiği eserlerle küfrün belini kırdı, imân sancağını ise burçlara dikti.
Ödüle lâyık görüldüler Yukarıda sıraladığımız ilk üç isim, dünya çapındaki ödüllere lâyık görüldüler. İnsanlığın henüz tam olarak keşfedemediği Said Nursî'nin ödülü ise, eserlerini okuyanların akıllarında, kalplerinde, ruhlarındaki en mutena yerini almış durumda. Türkiye'de "tüm zamanların en çok okunan" kitapları olan Nur Risâleleri, aynı zamanda bugün dünyanın en çok farklı dillere tercüme edilmiş eserlerin başında geliyor. Hâsılı: Anlatacak bir dâvâsı olan kimse, kanlı şiddet metoduna tenezzül etmez ve etmemeli. Buna göre, dahilde şiddet kullananların ise, anlatacak haklı bir dâvâsının olmadığı hükmü çıkar. Dolayısıyla, şiddet taraftarı olanların dâvâsı ya zayıftır, ya çürüktür, ya da bunlar doğrudan doğruya ipleri başkasının elinde olan birer "dâvâ istismarcısı" kimselerdir. Aklı başında olan bu vatanın şiddete meyilli evlâtlarını bir kez daha düşünmeye dâvet ederken, özellikle yukarıda isimlerini zikrettiğimiz şahısların biyografisini, dâvâlarını ve mücadele metotlarını daha etraflıca araştırıp öğrenmeleri tavsiyesinde bulunuyoruz. 22.12.2009 E-Posta: [email protected] |