Nurullah AKAY |
|
İnsana ve imana hizmet |
Hemen her insanın toplumu ilgilendiren bir görevi vardır. Özellikle idealist insanlar, kendi şahsî görevlerinin yanında, toplumu ilgilendiren birçok hususta da bir şeyler yapma arzusu içine girmektedirler. Çünkü biz insanlar birlikte yaşamak üzere programlandırılmışız. Bir insanın toplum hayatını bırakıp tek başına hayatını sürdürmesi mümkün değildir. İnsanın toplumla olan sıkı münasebetindendir ki, Kâinatın Yaratıcısı Rabbimiz bizlerden insanlara faydalı işler yapmamızı istemiştir. “Biz insanı ahsen-i takvîm üzere yarattık” diyen Hâlık-ı Teâlâ insanı kendine yeryüzünde halife kıldı. O insanlığın en mükemmel şeklinin bir örneği olan Hz. Muhammed’e (asm) “Sen olmasaydım (Ey Habibim) bu kâinatı yaratmazdım” diyerek insana verdiği ehemmiyeti ifade buyurmuş oldu. İnsanoğlunun Rabbine karşı önemli sorumlulukları olduğu gibi, Rabbin yarattığı diğer mahlûkata karşı da sorumluluklar taşımaktadır. İnsanlar, yaratılanı Yaratandan ötürü sevmek göreviyle görevlendirilmişlerdir. Allah’ın, biz insanların kendi huzuruna kul hakkıyla gitmemizi istememesi de kulların üzerimizdeki haklar konusunda bizlere çok önemli bir mesaj vermektedir. Peygamber Efendimiz (asm) bir hadis-i şerifinde “Allah’ın insanlara faydalı olmaları için özellikle nimet verdiği topluluklar vardır. Onlar bu nimetlerden verdikleri sürece Allah o nimetleri onlarda bırakır. Esirgedikleri zaman ise Allah onlardan alır, başkalarına verir” demektedir. Elbette bu nimet hem maddî hem de manevî olabilir. Ne suretle olursa olsun Allah’ın bize verdiği nimetlerden insanları istifade ettirmemiz gereği aşikâr bir şekilde görülmektedir. İnsanlar ellerindeki mallardan başka insanları nimetlendirmekle mükellef oldukları gibi, sahip oldukları mânevî zenginliklerden de insanları istifade ettirmeleri gerekir. Bu sebepledir ki Kur’ân’ı öğrenmek kadar Kur’ân’ı öğretmek de tavsiye edilmiştir. Yine asrımızın, Kur’ân ve iman hizmetinde büyük çığır açan İslâm âlimi Bediüzzaman Said Nursî de, ortaya koyduğu hizmet metoduyla insanların önce imânlarını kurtarıp kuvvetlendirmeleri, arkasından da başkalarının imânının kurtulması için gayret gösterilmesi hedefini gütmüştür. Risâle-i Nur adlı eserlerle açılan imânî hizmet metodu bugün dünyanın her köşesinde varlığını devam ettirmektedir. Bu hizmetler elbette gönüllülük esasına göre yapılmaktadır. Bir kısım insanlar hayatlarını bu imân ve Kur’ân hizmetine adamışlardır. Allah’ın rızasını kazanma karşılığında yürütülen bu hizmetlerin bir neferi olmak şüphesiz Allah’ın büyük bir mazhariyetidir. Acizâne bizler de bu hizmetlerin bir hizmetkârı olma hedefini önümüze koymuşuz. Rabbimizden bizleri imân ve Kur’ân hizmetinin fedakâr bir eri yapmasını temenni ediyoruz her zaman... Kur’ân ve imân hakikatlerinin olabildiğince insanlar arasında yayılması ve insanların imânını bu suretle kurtarması hizmetini kendilerine asıl hedef gören insanların elbette bu görevlerine dört elle sarılmaları gerekmektedir. Dünyanın kendilerini birinci derecede ilgilendirmeyen veya ilgilenmekle bir şey elde edilemeyen meselelerine dalarak iman ve Kur’ân hizmetinde başarılı olmak herhalde mümkün olmayacaktır. Bilhassa teknik imkânlarla evimizin içine kadar giren içtimaî ve siyasî hadiselerle iman ve Kur’ân hizmeti zararına fazla meşgul olmamak gerektir. Eğer imâna hizmet yolunu kendimiz için hedef ittihaz etmişsek, bilhassa tarafgirliği netice veren günlük olaylara kapılmamamız gerekir. Çünkü dünyevî meselelerde tarafgirlik gerçeklere gözleri kör eder, çoğu zaman haklıyı haksız, haksızı da haklı şeklinde gösterir. Bu durum çok tehlikeli bir yaklaşım olan, zalime meylettirmeye kadar bile götürebilir insanı. Bizler ancak önce kendimizi ıslâh etmeye çalışmalıyız. Ondan sonra da ihtiyacı olan insanlara Kur’ân hakikatlerini ulaştırmaya gayret etmeliyiz. Netice olarak, eğer iman ve Kur’ân hizmetinde bulunan fedakâr insanlara arkadaş olup rıza-ı İlâhiyi kazanmak istiyorsak, öncelikle kendi işimize bakalım ve bizleri bu hizmetlerden alıkoyacak meşguliyetlerle zamanımızı harcamayalım... 22.12.2009 E-Posta: [email protected] |