Lahika |
Âyet-i Kerime Meâli
İbrahim ve Yâkub, kendi oğullarına “Ey evlâtlarım,” diye tavsiyede bulunmuşlardı. “Allah sizin için bu dinî seçti. Siz de sebat edin ve ancak Müslüman olarak ruhunuzu teslim edin.”
Bakara Sûresi: 132 |
22.12.2009 |
Risâle-i Nur, Kur’ân’dan çıkan bürhânî bir tefsirdir Risâle-i Nur, Kur’ân’ın ve Kur’ân’dan çıkan bürhanî bir tefsir olduğundan, Kur’ân’ın nükteli, hikmetli, lüzumlu, usandırmayan tekrârâtı gibi onun da lüzumlu, hikmetli, belki zarurî ve maslahatlı tekrârâtı vardır. Risâle-i Nur’un mesleği, sair tarikatlar, meslekler gibi mağlup olmayarak, belki galebe ederek pek çok muannidleri imana getirmesi, pek çok hadisâtın şehadetiyle, bu asırda bir mucize-i maneviye-i Kur’âniye olduğunu ispat eder. O dairenin haricinde, ekseriyetle, bu memlekette, bu hususi ve cüz’î ve yalnız şahsi hizmet veya mağlûbâne perde altında veya bid’alara müsamaha sûretinde ve te’vilat ile bir nevî tahrifat içinde hizmet-i diniye tam olamaz diye, hadisât bize kanaat vermiş. Emirdağ Lâhikası, s. 57 *** Risâle-i Nur, Kur’ân’ın ve Kur’ân’dan çıkan bürhanî bir tefsir olduğundan, Kur’ân’ın nükteli, hikmetli, lüzumlu, usandırmayan tekraratı gibi onun da lüzumlu, hikmetli, belki zarurî ve maslahatlı tekraratı vardır. Hem Risâle-i Nur, zevk ve şevkle dillerde usandırmayan, daima tekrar edilen kelime-i tevhidin delilleri olmasından, zaruri tekrârâtı kusur değil; usandırmaz ve usandırmamalı. Şuâlar, s. 75 *** ..Müceddid-i Elf-i Sâni İmam-ı Rabbânî Ahmed-i Farûkî’nin medresesine rast geldi, girdi, onu dinledi. O imam, ders verirken diyordu: “Bütün tarikatlerin en mühim neticesi hakaik-ı imaniyenin inkişafıdır” ve “Birtek mesele-i imaniyenin vuzuhla inkişafı, bin kerâmâta ve ezvâka müreccahtır.” Hem diyordu: “Eski zamanda, büyük zâtlar demişler ki: ‘Mütekellimînden ve ilm-i kelâm ulemasından birisi gelecek, bütün hakaik-i imaniye ve İslâmiyeyi delâil-i akliye ile kemâl-i vuzuhla ispat edecek.’ Ben istiyorum ki, ben o olsam, belkiHAŞİYE o adamım” diye, imân ve tevhid bütün kemâlât-ı insaniyenin esası, mayası, nuru, hayatı olduğunu ve “Bir saat tefekkür, bir sene nafile ibadetten daha hayırlıdır” (el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ: 1:310) düsturu, tefekkürât-ı imaniyeye ait bulunması ve Nakşî tarikatında hafî zikrin ehemmiyeti ise, bu çok kıymettar tefekkürün bir nev’i olmasıdır diye tâlim ederdi. (...) Madem bu kahraman imam böyle diyor ve madem bir zerre kuvvet-i imaniyenin ziyadeleşmesi bir batman marifet ve kemâlâttan daha kıymetlidir ve yüz ezvâkın balından daha tatlıdır. Ve madem, bin seneden beri İmân ve Kur’ân aleyhinde teraküm eden Avrupa filozoflarının itirazları ve şüpheleri yol bulup ehl-i imana hücum ediyor. Ve bir saadet-i ebediyenin ve bir hayat-ı bâkiyenin ve bir Cennet-i dâimenin anahtarı, medarı, esası olan erkân-ı imaniyeyi sarsmak istiyorlar. Elbette herşeyden evvel imanımızı taklitten tahkike çevirip kuvvetlendirmeliyiz. Haşiye: Zaman ispat etti ki, o adam, adam değil, Risâle-i Nur’dur. Belki ehl-i keşif Risâle-i Nur’u ehemmiyetsiz olan tercümanı ve nâşiri sûretinde keşiflerinde müşahede etmişler, “bir adam” demişler.
Şuâlar, s. 152
LÜGATÇE:
bürhanî: Delile, ispata dayalı. tekrârât: tekrarlar. muannid: inatçı. Müceddid-i Elf-i Sâni: İkinci bin yılının müceddidi, yenileyicisi olan İmâm-ı Rabbânî (ra). kemâl-i vuzuh: Tam bir açıklık. |
22.12.2009 |
Hastalar Risâlesi
Geçen yıl vefat eden (hiç evlenmeyen, hayatını ve üç katlı evine hizmete adayan) inşaat mühendisi Muammer Gabalı Ağabeyi 2007 yılında ziyaretine gittiğimde enteresan bir olay anlatmıştı. Medine’de yaşayan mühendis arkadaşı Mustafa Yeşilyurt (aynı hatırayı Mustafa ağabey, Bursa’da bir yemekte bize de anlattı) anlatmış. Olay şu: Bir kanser hastası umreye gitmek istiyor. Doktoru izin vermiyor. Hasta doktoru dinlemiyor, Peygamber (asm) aşkından Medine’ye gidiyor. Namazı beklerken bir ara Ravza-i Mutahhara’da dalıyor. Bir rüya görüyor. Rüyasında Peygamber Efendimiz (asm) hastaya şu salavât-ı şerifeyi öğretiyor. Bu salavât-ı şerife Büyük Cevşen’de s. 190 (Yeni Asya Neşriyat) ve Lem’alar’da (Hastalar Risâlesi’nin sonunda) s. 279’da mevcut. Meâli: “Allahım! Kalblerin tabibi ve ilâcı; bedenlerin âfiyeti ve şifası, gözlerin nuru ve ziyası olan Efendimiz Muhammed’e (asm), onun âl ve Ashabına salat ve selâm eyle.” Bu hasta, Mescid-i Nebevi’deki Osmanlı Saatinin altına gidiyor. Çok enteresan bir şeye şahit oluyor. Orada oturanlar da bu salavât-ı şerifeyi konuşuyorlar. Hasta, memlekete dönünce bu duâya devam ediyor. Şifa buluyor. Doktorlar hayret ediyor. Rahmetli Muammer Ağabey de bu duâyı çok okurdu. Yanından ayrıldıktan sonra bu duygularımı Abdülkadir Bıravo kardeşle paylaştım. Abdülkadir kardeş babasına anlatmış bu olayı. Babası Kadir ağabey bana telefon etti, “Ali Osman Sönmez Onkoloji Hastanesinde bir kanser hastası kardeş var, git ona bu yazıyı oku” dedi. Hastaneye giderken enteresan bir durum yaşadım. Baktım cebimde para yok, otobüs biletim de yok. Tam otobüs durağa geldi, hızlıca geçti gitti. “Eyvah otobüs kaçtı” dedim. Bu sırada manavdaki bir müşteri sesimi duydu. Sordu: “Sen nereye gidecesin?” dedi. Ben de “Hastaneye” dedim. “Gel seni götüreyim” dedi. Lüks bir araba ile beni hastaneye bıraktı. Ben de duâyı kardeşin refakatçisine verdim. Âdil isimli bir nur talebesi kardeş. Daha sonra vefat etti. Mezarı Mudanya’da, Allah rahmet eylesin. Âmin. Bu duâyı Bursa’da iki yıl önce çok ciddî bir ameliyat geçiren ve 35 dikiş atılan kardeşimiz Ahmed Aslan’ın yakınları da çok okudular. O da şifa buldu. Hastalar Risâlesi ile ilgili yaşadığım enteresan bir durum da şu: Emir Sultan Lisesi’nde çalışırken, bir öğrencim annesinin felç olduğunu, devamlı yatttığını söylemişti. Babası da kredi çekmiş. Ödemede zorlanmışlar. Aile epeyce bir sıkıntı çekmiş. Ben bu öğrenciye Hastalar Risâlesi’ni vermiştim. Yıllar sonra öğrenci bana telefon etti. Hocam sizinle önemli bir meseleyi görüşmemiz lâzım dedi. Ben de: “Buyur gel, vakfa sohbete gidelim” dedim. Akşam Cumartesi dersine arkadaşları ile geldi. Konuyu anlattı. “Hocam, annem vefat etti. Size selâm söyledi. Verdiğiniz kitabı okuduktan sonra, 30 yıl kaza namazı olduğunu hesaplamış. Hepsini kılıp namaz borçlarını ödedikten sonra vefat etti” dedi. Vefatından önce annesi “Hocana söyle hakkını helâl etsin” demiş. Ben de helâl olsun dedim. Daha sonra bana: “Hocam, öldükten sonra dirilmeyi anlatan bir kitap verir misiniz?” dedi. Ben de Haşir Risâlesi’ni verdim, gitti. Diğer bir olay da şu: Bursa Ali Osman Sönmez Onkoloji Hastanesi’nde kanser hastalığından yatan bir öğretmene, bir kız öğrencisi ziyarete gidecek. Ama Hastalar Risâlesi’ni götürüp götürmeme konusunda mütereddit. Sonra götürür. Öğretmen kitabı okuyunca: “İyi ki ben hasta olmuşum. Bu hastalık ile hem Allah’ı tanıdım, hem de ahirete inandım. Değilse inançsız gidecektim” itirafında bulunur. Bir sonraki ziyaretinde kız öğrenci gül götürünce bunları anlatıyor öğretmeni. Sınıfta bırakır endişesiyle ya kitabı vermeseydi! Bazen risk almak çok şeyi kurtarabiliyor. Bu konuyu anlatan merhum Dr. Haluk Nurbaki’nin, merhum Prof. Dr. Ayhan Songar’ın, merhum Dr. Sadullah Nutku ve oğlu Prof. Dr. Mustafa Nutku’nun da enteresan hatıraları var. Gazetemizin 25 Aralık’ta hediye olarak dağıtacağı Hastalar Risâlesi çok önemli bir eser. Mutlaka bu kampanyaya omuz vermemiz gerekiyor. Emeği geçenlerden Allah razı olsun. Âmin.
ERDOĞAN AKDEMİR - |
22.12.2009 |