H. İbrahim CAN |
|
Hariri’nin Suriye ziyareti |
Lübnan Başbakanı Saad Hariri’nin, babası Refik Hariri’ye 2005’te düzenlenen suîkastın ardında olduğu iddia edilen Suriye’ye yaptığı ziyaret, bölge açısından önemli bir adım oluşturdu. 27 Haziran seçimlerinden sonraki beş aylık bunalımlı dönemin ardından Kasım ayında millî birlik hükümetini kuran Hariri’nin ilk önemli ziyaretini Suriye’ye yapması anlamlıydı. Onlarca yıldır bir kaos ve iç savaş içinde çalkalanan, İsrail’in Hizbullah’a yönelik saldırılarıyla sık sık tahrip olan Lübnan’da, Suriye önemli bir gücü oluşturuyor. Baba Hariri, Lübnan’ın önemli zenginlerindendi ve 1992 yılından 2004 yılına kadar beş kez başbakanlık yaptı. 14 Şubat 2005 tarihinde ise korkunç bir suikastla öldürüldü. Birleşmiş Milletler tarafından yapılan soruşturmalarda doğrudan olmasa da dolaylı olarak Suriye’nin rolünün olabileceği dile getirildi. Ancak bu olayı araştırıp kitaplaştıran eski Alman savcı Jürgen Cain Külbel, Hariri’nin öldürülmesinden bir saat önce uzaktan kontrollü bombalara karşı önlem olarak arabasına yerleştirilen sinyal karıştırıcı cihazın kapatıldığını, bu cihazın tek mucidi ve imalâtçısının ise İsrail olduğunu ileri sürüyordu. Amerika ve İsrail’in Suriye’yi suçlayarak zayıflatmak, böylelikle muhtemel bir saldırıya karşı korunmaya muhtaç hale getirmek istediğini savunuyordu. İşte şimdi oğul Hariri de iddialara inanmadığını gösterircesine, Suriye’ye giderek barış ve dostluk mesajları verdi. Beşar Esad’la görüşmelerinde bölgesel ve uluslar arası platformlarda birlikte hareket etme kararı almaları önemliydi. Aslında bu yumuşayan ilişkiler de Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun da önemli bir payı var. Nitekim Hariri, ziyareti öncesinde Davutoğlu ile bir telefon görüşmesi yaptı. Türkiye bölgedeki İslâm ülkeleri arasındaki işbirliğini güçlendirmek ve birliği sağlamak maksadıyla özellikle Suriye ile Suudî Arabistan’ın yakınlaşmasına katkıda bulunuyor. Ancak bu yakınlaşmadan İran’ın memnun olacağı kuşkulu. Zira bölgede İran ile Suudî Arabistan arasında bir güç ve nüfuz mücadelesi yaşanıyor. Hariri hükümeti içinde yer alan Hizbullah’ın Suriye ile yakınlaşmayı nasıl değerlendirdiğini bilmiyoruz. Ancak bu gelişmelerden en çok İsrail’in rahatsız olduğu aşikâr. Hariri’nin hükümeti kurar kurmaz “yeni hükümet hep birlikte İsrail’in tehditlerine karşı duracaktır ve Arap kardeşlerimizle işbirliği için çalışmalarını sürdürecektir” demesi ve bu sözünü tutup Suriye ile ilk adımı atması, bölgedeki İslâm ülkeleri arasındaki ihtilâfları körükleyerek varlığını teminat altına almaya çalışan İsrail’i kuşkusuz mutsuz ediyor. Olayın bir başka yönü de bölge ülkelerinde genç liderlerin iktidara gelmesiyle, eski kemikleşmiş ihtilâflar da yavaş yavaş ortadan kalkmaya başlaması. Lübnan’ı kendi arka bahçesi gibi gören Hafız Esad’dan sonra Beşar Esad’ın ılımlı politikaları bunun en güzel göstergesidir. Bunun tek istisnası Ürdün Kralı Abdullah. Kral Abdullah maalesef bölgede kendisinden beklenen katkıları yapmıyor. Umarız Mısır’da Hüsnü Mübarek sonrasında gelecek genç lider de bölgedeki işbirliği ve barış havasına katkıda bulunur. Zira—daha önce iki kez değerlendirdiğimiz gibi—bu ülkede Mübarek’in onlarca yıldır süren baskı rejimi, kendi ülkesindeki her türlü demokratik sesi susturduğu gibi, son Gazze saldırılarında sınırları kapatarak, Filistinlileri de uzun süre açlığa mahkûm etti. Temennimiz; Hariri’nin akıllı ve sağduyulu adımının bölgenin küçük ama çok kültürlü ülkesi Lübnan’ı yeniden eski ihtişamlı günlerine döndürmesidir. 22.12.2009 E-Posta: [email protected] |