M. Latif SALİHOĞLU |
|
Oyuncak olmak, ya da olmamak... |
Sabık DTP'liler, İmralı sâkini Öcalan'ın elinde adeta birer oyuncağa döndüler. Partileri kapatılınca… "Demokratik açılım süreci bitti, kapandı" dediler. "İstifa edip sine–i millete dönüyoruz" diye beyanat verdiler. Daha başka beylik lâfları da sarf ettiler. Ne var ki, kopardıkları bütün cayırtılar, İmralı sâhillerine çarparak geri döndü. Ezcümle... Meclis'i terk etme düşünceleri, Öcalan tarafından uygun görülmedi. İstifa mektupları, İmralı'dan geri döndü. Böylelikle, sine–i millete dönüş yolu, İmralı'da kesilmiş oldu ve eski DTP'liler, bir tek harf değişikliğiyle (BDP adı altında) Meclis'e geri döndü. Üstelik, daha ilk günden, yeni partinin de kapatılmasına gerekçe sayılacak açıklamalarda bulunularak... Bütün bu gelişmeler gösteriyor ki, yeni BDP'liler de Öcalan'ın elinde adeta birer oyuncak gibiler. Dolayısıyla, ikide bir "Kürt halkının temsilcileri" oldukları yönündeki söylemlerinin de bir kıymet–i harbiyesi yoktur. Onlar Kürt halkının değil, belki "İmralı sâkini"nin temsilcisi, ya da oyuncağı olabilirler ancak. Bu hususun anlaşılması, artık zor olmasa gerek. Anlaşılması zor görünen nokta şudur: Öcalan kimin oyuncağı? Eski emniyet istihbaratçısı Orakoğlu, adeta meydan okurcasına soruyor: "Öcalan'la görüşmek, ancak mahkeme kararıyla mümkün. Ancak, buna rağmen gidip onunla gizlice görüşen üst rütbeli subaylar var. Bunu Öcalan'ın kendisi de doğruladı. 'Gelip benimle görüşenler var' dedi. Peki, kim bunlar? Bunların isimleri ve ne maksatla gidip görüştükleri niçin açıklanmıyor? Bu husus, niçin milletten gizleniyor?" Evet, bu konuda da inandırıcı bir açıklanmanın yapılması gerekiyor. Aksi halde, zanlar, şüpheler, istifhamlar artmaya devam edecek. Bu vesileyle, Kürt kardeşlerimize de birkaç noktayı hatırlatmak isteriz. Bin yıldır kardeşçe yaşadığımız bu vatanda Türkçülük yapanlar hakikatte Türk olmadığı gibi, Kürtçülük yapanlar da Kürt değildir. Hamasî söylemlerle millî duyguları istismar edilen tabandaki insanları kast etmiyoruz. Sözümüz, ırkçılığın başını çeken reis konumundaki şahıslaradır. Evet, emin olun o şahısların hiçbiri Türk, ya da Kürt değildir. Araştırmalarımız gösteriyor ki, bu büyük başların kimi Ermeni, kimi Yahudi, kimi Yezidi (dönme), kimi Sabetaist (dönme), vesaire… Kànunî engeller kalktığı, ya da Türkiye tam bir hürriyet ve demokrasi ile idare edilir ülke haline geldiği takdirde, ilgili şahısların kasten örtbas edilen menşe' ve kimliklerinin açıklanacağından kimsenin şüphesi olmasın. Yanlış anlaşılmasın. Biz kimsenin Ermeni, Rum, Yahudi… kökenli oluşuna karşı değiliz. Yadırgadığımız ve affedilmez bir hata olarak gördüğümüz husus, Ermeni olanın Kürtçülük ve Yahudi olanın Türkçülük yapmasıdır. Evet, bu çağın bir hastalığı olan, dehşetli bir kanmaca/kandırmaca tehlikesiyle karşı karşıya bulunmaktayız. Türklere en büyük ihaneti yapmış, ebedî hayatlarına en büyük zararı vermiş olan bazı şahıslar, dehşetli propagandalarla birer kahraman olarak lanse edilmişlerdir. Aynı şekilde, Kürtleri mahveden, onları sefalete sürükleyen, başlarına dehşet verici belâ ve musîbetlerin gelmesine sebebiyet verenler de, efsanevî birer kahraman gibi lanse edilmeye çalışılmıştır. Eliyazubillah! Böyleleri ne Türktür, ne de Kürt. O halde, kendimizi onlardan ve onları kendimizden uzak tutmaya çalışalım ki, birilerinin elinde oyuncak durumuna düşmeyelim.
Ruhban okulu nerede yasak?
Hıristiyanların "din adamı"na ruhban denilir. Ruhbanlar, belli bir "teolojik eğitim"den geçirilerek yetiştirilir. Bu tarz bir eğitim, Türkiye hariç, dünyanın hemen her ülkesinde serbestçe verilir. Hatta Mısır, Pakistan, İran ve Irak gibi Müslüman ülkelerde dahi, gayr–ı müslimden olanların kendi itikatlarınca din eğitimi yapmalarına herhangi bir engel, bir yasak bulunmamaktadır. Ruhban okulunu yasaklayan tek ülke, ne yazık ki Türkiye'dir. Bunun da övünülecek, iftihar edilecek hiçbir yönü yoktur. Özgürlükler adına utanç verici bir durum ve bu utanç 38 senedir devam ediyor. 1971'den bu yana kapalı vaziyette duran Heybeliada'daki Ruhban Okulu, Tanzimatın ilânından kısa bir süre sonra 1844'te açıldı. Fener'deki Rum Patrikhanesine bağlı olarak faaliyet gösteren bu okulda, "Ortodoks din adamı" yetiştirmek maksadıyla (resmî adı: Heybeliada Rum Rahipler Okulu) 127 yıl boyunca teoloji sahasında eğitim verildi. Eğitim süresi, 4 yıl lise ve 3 yıl da yüksek tahsil şeklindeydi. 127 yıl müddetle, yaklaşık bin kadar ruhban bu okuldan mezun oldu. Mezun olanlardan 12'si İstanbul Fener'de "Ortodoks Patrikliği" görevinde bulundu. Diğer mezunlar ise, dünyanın başka merkezlerindeki patrikhanelerde görev yaptı. Bu okul, 1971'de CHP'nin Anayasa Mahkemesine yaptığı bir müracaat neticesinde kapatıldı. Gerekçe, 1961 Anayasasına göre, Türkiye'de "özel yüksek okullar"ın olamayacağı yönündeki hükümler. Bu gerekçeyle 38 yıldır kapalı tutulan Heybeliada'daki Rum Rahipler Okulunun lise kısmında ise, "Heybeliada Özel Rum Erkek Lisesi" adı altında eğitime devam ediliyor. Ne var ki, lise mezunları patrik olamıyor. Patrik olmak için, yüksek tahsil şartı gerekiyor. Bu durumda, şimdiki yaşlı Fener Rum Patriki Bartholomeos'un ölmesi halinde, onun yerine kimin geçeceği hususu, muğlak ve muallakta bulunuyor. Kıbrıs, Yunanistan, AB ve ABD başta olmak üzere, birçok ülkenin de gündemini meşgul eden bu meselenin, bir şekilde formülize edilerek çözüm bulması gerekiyor. Osmanlı'nın yasaklamadığı bir ruhban okulunu, günümüzde tutup yasaklamanın ne dinde, ne de demokraside yeri var. Böyle bir yasak, günümüzde ne yazık ki sadece Türkiye'de var. 21.12.2009 E-Posta: [email protected] |