Lahika |
Hadis-i Şerif Meâli Şüphesiz şeytan namaz kılanların kendisine kulluk etmelerinden ümidini kesmiştir. Fakat onları birbirine karşı kışkırtma konusunda hâlâ ümitlidir. Câmiü's-Sağîr, No: 1170 |
21.12.2009 |
Risâle-i Nur nasıl bir tefsirdir? (2)
Eski Harb-ı Umûmiden evvel ve evâilinde, bir vâkıâ-ı sâdıkada görüyorum ki, Ararat Dağı denilen meşhur Ağrı Dağının altındayım. Birden o dağ müthiş infilak etti. Dağlar gibi parçaları, dünyanın her tarafına dağıttı. O dehşet içinde baktım ki, merhum vâlidem yanımdadır. Dedim: “Ana korkma; Cenâb-ı Hakk’ın emridir. O Râhim’dir ve Hâkim’dir.” Birden, o halette iken baktım ki, mühim bir zât bana âmirâne diyor ki: “Î’câz-ı Kur’ân’ı beyan et.” Uyandım, anladım ki bir büyük infilak olacak. O infilak ve inkılâptan sonra, Kur’ân etrafındaki surlar kırılacak. Doğrudan doğruya Kur’ân kendi kendini müdâfaa edecek. Ve Kur’ân’a hücum edilecek; i’câzı, onun çelik bir zırhı olacak. Ve şu i’câzın bir nev'îni şu zamanda izhârına, haddimin fevkınde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak. Ve namzet olduğumu anladım. Barla Lâhikası, s. 9, (yeni tanzim, s. 31) *** Risâletü’n-Nur’un kitapları birbirine tercih edilmez. Herbirinin, kendi makâmında riyâseti var ve bu zamanı tenvir eden bir mu’cize-i mâneviye-i Kur’âniyedir. Evet, bu asrın ehemmiyetli ve mânevî ve ilmî bir mürşidi olan Risâletü’n-Nur, heyet-i mecmuâsı, sâir şahsî büyük mürşidler gibi kendine muvâfık ve hakîkat-i ilmiyeye münâsip olarak, birkaç nevîde ve bilhassa hakâik-ı îmâniyenin izhârında, intişârında azîm kerâmetleri olduğu gibi, üç kerâmet-i zâhiresi bulunan Mu’cizât-ı Ahmediye, Onuncu Söz ve Yirmi Dokuzuncu Söz ve Ayetü’l-Kübrâ gibi risâleleri dahi, herbiri kendine mahsus kerâmetleri bulunduğunu çok emâreler ve vâkıalar bana katî bir kanaat vermiş. Kastamonu Lâhikası, s. 9, (yeni tanzim, s. 25) *** Kur’ân-ı Hakimin sırr-ı icazıyla, hakiki bir tefsiri olan Risâle-i Nur, bu dünyada bir manevî Cehennemi dalalette gösterdiği gibi, imanda dahi bu dünyada manevî bir Cennet bulunduğunu ispat ediyor. Ve günahların ve fenalıkların ve haram lezzetlerin içinde, manevî elim elemleri gösterip hasenat ve güzel hasletlerde ve hakaik-ı şeriatın amelinde Cennet lezâizi gibi manevî lezzetler bulunduğunu ispat ediyor. Sefahet ehlini ve dalâlete düşenleri o cihetle, aklı başında olanlarını kurtarıyor. Şuâlar, s. 582, (yeni tanzim, s. 1041) *** “Neden, senin Kur’ân’dan yazdığın Sözler’de bir kuvvet, bir tesir var? Ki, müfessirlerin ve âriflerin sözlerinde nâdiren bulunur. Bâzan bir satırda, bir sayfa kadar kuvvet var; bir sayfada bir kitap kadar tesir bulunuyor.” Elcevap: Güzel bir cevaptır. Şeref, i’câz-ı Kur’ân’a âit olduğundan ve bana âit olmadığından, bilâpervâ derim: Ekseriyet îtibariyle öyledir. Çünkü, yazılan Sözler tasavvur değil, tasdiktir; teslim değil, îmandır; mârifet değil, şehâdettir, şuhuddur; taklit değil, tahkîktir; iltizam değil, iz’andır; tasavvuf değil, hakîkattir; dâvâ değil, dâvâ içinde bürhandır. Şu sırrın hikmeti budur ki: Eski zamanda, esâsât-ı îmâniye mahfuzdu, teslim kavî idi.Teferruâttâ, âriflerin mârifetleri delilsiz de olsa, beyânâtları makbul idi. Fakat, şu zamanda dalâlet-i fenniye elini esâsâta ve erkâna uzatmış olduğundan, her derde layık devâyı ihsan eden Hakîm-i Rahîm olan Zât-ı Zülcelâl, Kur’ân-ı Kerîm’in en parlak mazhar-ı i’câzından olan temsilâtından bir şûlesini, acz ve zaafıma, fakr ve ihtiyacıma merhameten, hizmet-i Kur’ân’a âit yazılarıma ihsan etti. Felillâhilhamd, sırr-ı temsil dürbünüyle en uzak hakîkatler gâyet yakın gösterildi. Hem, sırr-ı temsil cihetü’l-vahdetiyle en dağınık meseleler toplattırıldı. Hem, sırr-ı temsil merdiveniyle en yüksek hakîkate kolaylıkla yetiştirildi. Hem, sırr-ı temsil penceresiyle hakâik-ı gaybiyeye, esâsât-ı İslâmiyeye şuhûda yakın bir yakîn-i îmâniye hâsıl oldu. Akıl ile beraber vehim ve hayal, hattâ nefis ve hevâ teslime mecbur olduğu gibi, şeytan dahi teslim-i silâha mecbur oldu. Elhâsıl: Yazılarımda ne kadar güzellik ve tesir bulunsa, ancak temsilât-ı Kur’âniyenin lemeâtındandır. Benim hissem yalnız şiddet-i ihtiyacımla taleptir ve gâyet aczimle tazarrûumdur. Dert benimdir, devâ Kur’ân’ındır. Mektûbât, s. 365, (yeni tanzim, s. 639) |
Bediuzzaman Said Nursi 21.12.2009 |