21 Aralık 2009 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Faruk ÇAKIR

Kumara teşvik sona ersin


A+ | A-

Her yıl olduğu gibi bu yıl da önüne gelen “yılbaşı” kumarını teşvik ediyor. Gazeteler ve televizyonlar, “haber” adı altında yaptıkları yayınlarla insanları piyango bileti almaya teşvik ediyor. Neymiş, yılbaşı sebebiyle satışa çıkan “kumar biletleri”nin çoğu satılmışmış. Neymiş, insanlar büyük umutlarla bilet alıyormuş vs...

TV haberleriyle bu şekilde “kumar”a teşvik edilmesi yetmiyormuş gibi bir de “Size para çıkarsa ne alacaksınız?” diye insanlara mikrofon tutuluyor. Güya onlar da bu para ile “ihtiyaç”larını karşılayacaklarını söylüyorlar. Bu kadar haber içerisinde nümunelik olsun “Yılbaşında ya da başka zamanlarda piyango bileti almak doğru değil, bundan alınan para da ‘haram’dır” demiyor. Daha doğrusu böyle diyenlere mikrofon tutulmuyor...

Dünya âlem şahittir ki bu yolla zengin olmaya çalışanların ekserisi ya aklını, ya huzurunu ya da ‘kirli para’sını kaybetmiştir. Kazandığını zannedenlerin de gerçekte kaybettiğine tarih şahittir. O hâlde insanları bu kumara teşvik etmenin bir anlamı var mı?

Aileyi ve gençliği ‘zararlı alışkanlıklara karşı koruma’kla görevli olan çeşitli bakanlıklar ve benzeri kuruluşlar bu tuzağa karşı mutlaka harekete geçmek durumundadırlar. Nasıl olur da bu kadar kötü bir alışkanlık teşvik edilir? Anlamak mümkün değil...

Tabiî ki bu konuda Diyanet İşleri Başkanlığına da büyük vazife düşmektedir. Her türlü imkânı kullanarak insanların bu tuzağa düşmesine mani olmalıdır. Sadece kendisine ‘fetva’ soranlara değil, doğrudan ve açıkça bu alışkanlığın kumar olduğu, haram olduğu ve uzak durulması gerektiğini anlatmalıdır. “Diyanet bunu nasıl yapsın. O da bir devlet kurumu?” diyenler varsa, o hâlde o “durum”un bile tartışılması gerektiği ortaya çıkar. Diyanetin vazifesi, insanları dinî konularla aydınlatmak değil mi? O halde soru sorulmadan, doğrudan bu konularda da gerçekleri açıklamalı, insanların bu kumar batağına düşmesine mani olmalıdır. “Haram” olduğu noktasında “ulema mabeyninde” ihtilâf olmayan bir konuda sessiz kalınması mümkün müdür?

Gerekiyorsa Diyanet, bu konuda sorumsuzca yayın yapan TV kanallarını ve gazeteleri de uygun bir lisan ile ikaz etmelidir. Bu ikazı hiç kimse “müdahale” olarak anlamamalı. Çünkü Diyanetin vazifesi budur. Nasıl ki sağlık konusunda yapılan bir yanlış yayına Sağlık Bakanlığı müdahale edebiliyor ve etmesi de gerekiyorsa, din hususundaki bir yanlış yayına da Diyanet İşleri Başkanlığı müdahale edebilir ve etmelidir.

Tabiî ki bu yanlışa karşı susan başka sorumlular da vardır. İnsanları iyiliğe dâvet için kurulan sivil toplum kuruluşları da bu konuda kabahatlidir. Onlar da inkânlarını kullanarak insanları bu konuda uyarmalıdırlar. Kumar illetinin ne ocaklar söndürdüğü, insanlara ve aileye ne kadar büyük kötülük ettiğini bilmeyen var mı? O halde elbirliğiyle bu yanlışa dur demek icap ediyor.

Haber adı altında başta gençleri ve bütün bir milleti kumara teşvik eden TV’lere ve medyaya bu yanlışa son vermesi çağrısında bulunuyoruz.

Alınteri olmadan kazanılan paranın insanları zehirlediğini görmek için daha ne kadar kişinin aklını, huzurunu ve rahatını kaybetmesini bekleyeceğiz. Her türlü kötülüklerle birlikte insanların ‘kumar’a teşvik edilmesi de sona ersin vesselâm...

21.12.2009

E-Posta: [email protected]



Recep TAŞCI

Evdeki hesap bu kadar mı şaşar?


A+ | A-

BMM Genel Kurulunda 14 Aralık Pazartesi başlayan ve 26 Aralık Cumartesi sona ermesi beklenen 2010 bütçe maratonu bütün hızıyla sürüyor.

Görüşmelerde bütçe dışında, dış politika, terör, açılım, eğitim, sağlık, vb. akla gelen her konu konuşuluyor, hükümetin icraatı en ağır şekilde eleştiriliyor.

Merkezî yönetimin tahminî gelir-giderini gösteren bir listeden öte, bir yasa olan bütçenin Mecliste kabul edilmesi bir güven tazelemesi anlamını da taşır, bütçesi reddedilen hükümetler istifa yolunu seçerler.

O derece önem arz eden bütçeler ciddiye alınmalı, muhtemel ekonomik dalgalanmalar ve sürpriz gelişmeler hesaplanarak gerçekçi ve inandırıcı olmalı, piyasalara güven vermeli, ayağı yere sağlam basmalıdır.

2009 yılı bütçe sonuçları bu açıdan değerlendirildiğinde tam bir fiyaskodur, hayal kırıklığıdır.

2009 yılı vergi gelirleri 2008 yılının bile gerisinde kalmış, 44 milyar TL azalmış, harcamalar ise 7 milyar TL artmış.

Tabiatıyla, öngörülen açık 10,4 milyar TL iken Ekim itibariyle 43 milyar TL’ye çıkmış, yıl sonunda 62,8 milyar TL’ye ulaşacağı ilân edilmiş.

86 yıllık cumhuriyet tarihinde böylece bir rekor daha kırılmış olacak.

Zaten bu hükümet halkı doğrudan ilgilendiren en temel ve hayatî konularda negatif yönde rekor kırmaya doymuyor.

İşsizlikte...

Fakirleşmede...

Borç stoklarını büyütmede...

Faiz ödemesinde...

Ülke sınırlarını aşıp, dünya çapında rekorlara imza atıyor.

Bütçe açığında yanılma 6 kat.

Evdeki hesap bu kadar mı şaşar?

Küresel kriz bunun mazereti olamaz.

Çünkü bütçe hazırlanırken kriz patlak vermişti, yeni oluşan olumsuz şartlara göre uyarlanması için yeterli imkân ve zaman mevcuttu.

Krizin “teğet geçecek” gibi yaklaşımlarla hafife alınması, uyarılara kulak tıkanması, hatta uyaranların “kriz tellâllığı yapıyorlar” diye suçlanması ve gerekli adımların atılmaması bu sonucu doğurdu.

Neyse sevabıyla, günahıyla 2009 bütçesi geride kaldı diyelim, 2010 bütçesine odaklanalım, akıbetinin 2009’unkine benzememesi için duâ edelim.

Gelecek yılın bütçe açığı 50,1 milyar TL.

Her ne kadar mahcup olmamak için bu sefer ihtiyatlı davranılmış görülüyor ise de uzmanlar açığın 70 milyar TL’yi zorlayacağını söylüyor.

Öte yandan bütçenin siyasî, hukukî, iktisadî ve sosyal niteliği de olmalıdır.

Ne yazık ki 2010 bütçesi bu haliyle ekonomiyi yönlendirecek, disipline edecek, işsizliğe deva olacak hiçbir fonksiyon üstlenmemiştir.

Adeta günü kurtarmaya çalışan, gelecekten umudunu kesen, borç harç içinde çırpınan, faiz yükü altında ezilen birinin bütçesine benziyor.

Giderler 287 milyar TL, gelirler ise 193 milyarı vergi olmak üzere 237 milyar TL olarak bağlanmış.

Sosyal Güvenlik Kurumu açıklarının kapatılması, mahallî yönetimlere kaynak aktarılması, personele maaş ödenmesi ve faiz gibi verimsiz, getirisi olmayan, üretim ve yatırımı teşvik etmeyen harcamalar gelirin büyük bir kısmını alıp götürüyor...

Yatırıma ayrılan pay devede kulak.

Oysa istihdamın ilâcı yatırım. Özel sektörün çabası yetmiyor, özellikle doğu ve güneydoğuya devlet el atmalı.

En dikkat çekici gider kalemi...

Faiz.

Bu yıl 52 milyar TL, gelecek yıl 57 milyar TL olması bekleniyor.

Yürekler acısı.

Bu tutarın büyüklüğü hakkında bir fikir verebilmek için şu mukayese yeterli.

Ödenecek faiz neredeyse bütün kamu personelinin ücretine eşit.

Faiz oranları düşmeseydi rakam katlanacaktı.

2008’de yüzde 20 olan bileşik faiz bu yıl Eylül ayında yüzde 9,1’e indi.

Ne var ki borç stoku büyüdüğünden yüzde elli oranındaki bir gerileme dahi faiz yükünü azaltmıyor.

Bakınız;

2008 yılı sonunda iç borç stoku 274,8 milyar TL idi, Ekim 2009’da 327,2 milyar TL’ye yükseldi.

Artış 52 milyar TL.

Bu da bir rekor.

Borçlar çığ gibi büyüyor.

Mayın tarlasında yürüyoruz.

Faizlerin fırlama ihtimalini hesaplayıp,

Tedbirli olalım.

Bir kazaya kurban gitmeyelim.

21.12.2009

E-Posta: [email protected]



Yeni Asyadan Size

Hastalar Risalesi haftası


A+ | A-

Hastalar Risalesi haftasına girdik. Önümüzdeki 25 Aralık Cuma günü gazeteyle birlikte vereceğimiz bu çok değerli “şifa reçetesi”yle ilgili kampanyamızın heyecanını, geçtiğimiz günlerde sayfalarımızda farklı imzalarla çıkan yazılara bakarak da görmek mümkündü. İşi yazı yazmak olmadığı halde, Hastalar Risalesi’nin kendi hayatında yaşadığı ve çevresinde müşahede ettiği müsbet tesirlerini yazarak bizlerle paylaşma ihtiyacı duyan okurlarımızın kaleminden çıkan yazılar, kampanya çalışmalarına ayrı bir renk kattı.

Gerçek şu ki, Risale-i Nur’la ilgili her çalışma böyle bir heyecan dalgası meydana getiriyor ve çok güzel neticelere vesile oluyor. Hastalar Risalesi kampanyamız da inşaallah öyle olacak ve Cuma gününe eriştiğimizde, yine hep birlikte iftihar edeceğimiz yeni ve parlak bir başarı tablosu ile karşılaşacağız.

Böylece 2009’u bu hamle ile kapatıp, 2010’a yeni hedeflerle gireceğiz.

***

Edincik’in örnek çalışması

Edincik Temsilcimiz Ali Karakaş, bundan önceki hamle ve kampanyalarımızda olduğu gibi, Hastalar Risalesi çalışmasında da kısa sürede örnek başarılara imza attı. 5 bin nüfuslu Edincik’te, sadece bir hafta içinde yaptığı tanıtım çalışması ile 300’ü aşkın “Hastalar Risalesi” dağıttığını bildiren Karakaş, yeni hafta bu sayıyı ikiye katlama niyetinde olduğunu söyledi. Tebrik ve teşekkürlerimizi iletiyor, nümune-i imtisal olarak bilginize sunuyoruz.

***

Bediüzzaman Ajandası

30 Kasım’da bu köşede, çok farklı ve orijinal bir ajanda çalışmamızdan söz etmiş ve 2010 yılı için ajanda almakta acele etmemenizi bildirmiştik. Son günlerde gazetede çıkan ilânlarda duyurulduğu gibi, bu çalışmamız sonuçlandı ve Bediüzzaman Ajandası hizmetinize sunuldu.

Bediüzzaman’ın hayat safahatına ve yaşadığı menzillere dair bilgilerin orijinal resimlerle birlikte yer aldığı, Said Nursî hakkındaki takdirkâr ifadelerden derlenen çarpıcı örneklerin ve Risale-i Nur’dan hakikat yüklü vecizelerin serpiştirildiği, her bakımdan itina ile hazırlanan bu ajanda, Üstadın vefatının 50. yılına özel bir çalışma olarak tasarlandı. Ama talep olursa sonraki yıllarda da devam ettirilebilir. Bu, size bağlı.

Ajandayla ilgili görüş, yorum ve tekliflerinizi bekliyoruz.

***

Neden Yeni Asya?

İzmir-Bornova temsilcimiz Salih Sütçüoğlu’nun gönderdiği “Neden Yeni Asya?” başlıklı bir yazı:

Din-i İslâma yapılan hücumlara cevap verdiği için

Risale-i Nur ve Üstad Bediüzzaman Said Nursî’ye sahip çıktığı için

Risale-i Nur’u gazete vasıtasıyla insanlara ulaştırdığı ve resmî makamlara gazete vasıtasıyla Üstadımızın görüşlerini ulaştırdığı için

İçtimaî hadiseleri Risale-i Nur penceresinden yorumladığı için

Risale-i Nur ve Üstadla ilgili anma, konferans,, panel ve diğer etkinlikleri gazete vasıtasıyla duyurduğu için

Asrımızın en büyük manevî tahribatını yapan menfî cereyanlara karşı şuurlu bir mücadele verdiği için

Camiamıza doğru haberlerin ulaşmasını sağladığı için

Tarihimize ve ecdadımıza sahip çıkarak köprü olduğu için

Darbelere teslim olmayıp demokrasi ve insan haklarına sahip çıktığı için

İslâm birliği ve AB yönünde tahşidat yaptığı için

Medyaya kaliteli elemanlar yetiştiren bir okul olduğu için

Katıldığı fuarlar vasıtasıyla birçok insana doğru İslâmiyeti anlattığı için

Yeni Asya hakikatın gür sesi olmaya İnşaallah devam edecektir.

21.12.2009

E-Posta: [email protected]



M. Latif SALİHOĞLU

Oyuncak olmak, ya da olmamak...


A+ | A-

Sabık DTP'liler, İmralı sâkini Öcalan'ın elinde adeta birer oyuncağa döndüler.

Partileri kapatılınca…

"Demokratik açılım süreci bitti, kapandı" dediler.

"İstifa edip sine–i millete dönüyoruz" diye beyanat verdiler.

Daha başka beylik lâfları da sarf ettiler.

Ne var ki, kopardıkları bütün cayırtılar, İmralı sâhillerine çarparak geri döndü.

Ezcümle...

Meclis'i terk etme düşünceleri, Öcalan tarafından uygun görülmedi.

İstifa mektupları, İmralı'dan geri döndü.

Böylelikle, sine–i millete dönüş yolu, İmralı'da kesilmiş oldu ve eski DTP'liler, bir tek harf değişikliğiyle (BDP adı altında) Meclis'e geri döndü.

Üstelik, daha ilk günden, yeni partinin de kapatılmasına gerekçe sayılacak açıklamalarda bulunularak...

Bütün bu gelişmeler gösteriyor ki, yeni BDP'liler de Öcalan'ın elinde adeta birer oyuncak gibiler.

Dolayısıyla, ikide bir "Kürt halkının temsilcileri" oldukları yönündeki söylemlerinin de bir kıymet–i harbiyesi yoktur.

Onlar Kürt halkının değil, belki "İmralı sâkini"nin temsilcisi, ya da oyuncağı olabilirler ancak.

Bu hususun anlaşılması, artık zor olmasa gerek.

Anlaşılması zor görünen nokta şudur: Öcalan kimin oyuncağı?

Eski emniyet istihbaratçısı Orakoğlu, adeta meydan okurcasına soruyor: "Öcalan'la görüşmek, ancak mahkeme kararıyla mümkün. Ancak, buna rağmen gidip onunla gizlice görüşen üst rütbeli subaylar var. Bunu Öcalan'ın kendisi de doğruladı. 'Gelip benimle görüşenler var' dedi. Peki, kim bunlar? Bunların isimleri ve ne maksatla gidip görüştükleri niçin açıklanmıyor? Bu husus, niçin milletten gizleniyor?"

Evet, bu konuda da inandırıcı bir açıklanmanın yapılması gerekiyor. Aksi halde, zanlar, şüpheler, istifhamlar artmaya devam edecek.

Bu vesileyle, Kürt kardeşlerimize de birkaç noktayı hatırlatmak isteriz.

Bin yıldır kardeşçe yaşadığımız bu vatanda Türkçülük yapanlar hakikatte Türk olmadığı gibi, Kürtçülük yapanlar da Kürt değildir.

Hamasî söylemlerle millî duyguları istismar edilen tabandaki insanları kast etmiyoruz. Sözümüz, ırkçılığın başını çeken reis konumundaki şahıslaradır.

Evet, emin olun o şahısların hiçbiri Türk, ya da Kürt değildir. Araştırmalarımız gösteriyor ki, bu büyük başların kimi Ermeni, kimi Yahudi, kimi Yezidi (dönme), kimi Sabetaist (dönme), vesaire…

Kànunî engeller kalktığı, ya da Türkiye tam bir hürriyet ve demokrasi ile idare edilir ülke haline geldiği takdirde, ilgili şahısların kasten örtbas edilen menşe' ve kimliklerinin açıklanacağından kimsenin şüphesi olmasın.

Yanlış anlaşılmasın. Biz kimsenin Ermeni, Rum, Yahudi… kökenli oluşuna karşı değiliz. Yadırgadığımız ve affedilmez bir hata olarak gördüğümüz husus, Ermeni olanın Kürtçülük ve Yahudi olanın Türkçülük yapmasıdır.

Evet, bu çağın bir hastalığı olan, dehşetli bir kanmaca/kandırmaca tehlikesiyle karşı karşıya bulunmaktayız.

Türklere en büyük ihaneti yapmış, ebedî hayatlarına en büyük zararı vermiş olan bazı şahıslar, dehşetli propagandalarla birer kahraman olarak lanse edilmişlerdir.

Aynı şekilde, Kürtleri mahveden, onları sefalete sürükleyen, başlarına dehşet verici belâ ve musîbetlerin gelmesine sebebiyet verenler de, efsanevî birer kahraman gibi lanse edilmeye çalışılmıştır.

Eliyazubillah! Böyleleri ne Türktür, ne de Kürt.

O halde, kendimizi onlardan ve onları kendimizden uzak tutmaya çalışalım ki, birilerinin elinde oyuncak durumuna düşmeyelim.

Ruhban okulu nerede yasak?

Hıristiyanların "din adamı"na ruhban denilir. Ruhbanlar, belli bir "teolojik eğitim"den geçirilerek yetiştirilir.

Bu tarz bir eğitim, Türkiye hariç, dünyanın hemen her ülkesinde serbestçe verilir. Hatta Mısır, Pakistan, İran ve Irak gibi Müslüman ülkelerde dahi, gayr–ı müslimden olanların kendi itikatlarınca din eğitimi yapmalarına herhangi bir engel, bir yasak bulunmamaktadır.

Ruhban okulunu yasaklayan tek ülke, ne yazık ki Türkiye'dir. Bunun da övünülecek, iftihar edilecek hiçbir yönü yoktur.

Özgürlükler adına utanç verici bir durum ve bu utanç 38 senedir devam ediyor.

1971'den bu yana kapalı vaziyette duran Heybeliada'daki Ruhban Okulu, Tanzimatın ilânından kısa bir süre sonra 1844'te açıldı. Fener'deki Rum Patrikhanesine bağlı olarak faaliyet gösteren bu okulda, "Ortodoks din adamı" yetiştirmek maksadıyla (resmî adı: Heybeliada Rum Rahipler Okulu) 127 yıl boyunca teoloji sahasında eğitim verildi. Eğitim süresi, 4 yıl lise ve 3 yıl da yüksek tahsil şeklindeydi.

127 yıl müddetle, yaklaşık bin kadar ruhban bu okuldan mezun oldu. Mezun olanlardan 12'si İstanbul Fener'de "Ortodoks Patrikliği" görevinde bulundu. Diğer mezunlar ise, dünyanın başka merkezlerindeki patrikhanelerde görev yaptı.

Bu okul, 1971'de CHP'nin Anayasa Mahkemesine yaptığı bir müracaat neticesinde kapatıldı. Gerekçe, 1961 Anayasasına göre, Türkiye'de "özel yüksek okullar"ın olamayacağı yönündeki hükümler.

Bu gerekçeyle 38 yıldır kapalı tutulan Heybeliada'daki Rum Rahipler Okulunun lise kısmında ise, "Heybeliada Özel Rum Erkek Lisesi" adı altında eğitime devam ediliyor.

Ne var ki, lise mezunları patrik olamıyor. Patrik olmak için, yüksek tahsil şartı gerekiyor. Bu durumda, şimdiki yaşlı Fener Rum Patriki Bartholomeos'un ölmesi halinde, onun yerine kimin geçeceği hususu, muğlak ve muallakta bulunuyor.

Kıbrıs, Yunanistan, AB ve ABD başta olmak üzere, birçok ülkenin de gündemini meşgul eden bu meselenin, bir şekilde formülize edilerek çözüm bulması gerekiyor.

Osmanlı'nın yasaklamadığı bir ruhban okulunu, günümüzde tutup yasaklamanın ne dinde, ne de demokraside yeri var.

Böyle bir yasak, günümüzde ne yazık ki sadece Türkiye'de var.

21.12.2009

E-Posta: [email protected]



Süleyman KÖSMENE

İman ve küfür üzerine


A+ | A-

Kâzım Bey: “Mesnevî-i Nûriye’de (s. 76) geçen, ‘İ’lem Eyyühel-Aziz! Kâfirlerin, Müslümanlara ve ehl-i Kur’ân’a düşman olmaları küfrün iktizasındandır. Çünki küfür imana zıddır. Maahaza Kur’ân, kâfirleri ve âba ve ecdadlarını i’dam-ı ebedî ile mahkûm etmiştir’ cümlesi ile başlayan paragraf ile hemen ardından gelen ve kâfirlerin medeniyeti ile Mü’minlerin medeniyeti arasında mukayese yapan paragrafı açıklar mısınız?”

Üstad Bedîüzzaman Hazretleri bahsettiğiniz paragraflarda küfür sıfatı ile îmân sıfatını ele alıyor ve bu sıfatlarla bütünleşmiş insanların davranışlarını masaya yatırıyor. Küfür, îmâna zıttır. Îmân da küfre zıttır. Çünkü küfür hakkı inkârcılıktır. Îmân da hakkı özünden doğrulamaktır.

Küfür sıfatı bir insana girdiği zaman sadece inkârcılıkla bırakmıyor. O insana türlü türlü olumsuz davranışlar da kazandırıyor. İnsanı insanlık sıfatını bitirinceye kadar olumsuz biçimde yönlendiriyor. Ahlâkını, huylarını, alışkanlıklarını, görgüsünü, kültürünü, örfünü, duyarlılıklarını, zevklerini, davranışlarını olumsuz yönde etkiliyor. İnsanda olumlu ne varsa alıp götürüyor. Buna en yakın ve en çarpıcı örnek, geçtiğimiz yüzyılda dünya ile hemen her olumlu konuda ters düşen komünist blok olmuştur. Orada insanın fert olarak değeri yoktur. İnsana ait hiçbir değerin, inancın, dînin, dînî duyguların kıymeti yoktur. İnsanlar komünist ideolojinin köleleridirler... vs.

Kâfirler, Müslümanlara küfür sıfatları sebebiyle düşmandırlar. Kur’ân inkârcıları en şiddetli azapla müjdeliyor. Ebedî Cehennem! Müslümanlar inkârcıları sevemezler, onlarla dost olamazlar, onlarla birliktelik kuramazlar. Çünkü inkârcıların dostlukları yalandır, muhabbetleri düşmanlıktır. Onlardan medet beklenilmez. Onlara karşı Allah’ı dost edinmeli ve Allah’ı kendimize Vekîl tayin etmeliyiz.

İnkârcıların medeniyeti ile mü’minlerin medeniyeti arasında büyük uçurumlar vardır: İnkârcıların medeniyeti aslında medeniyet değil, medeniyet elbisesini giymiş korkunç bir vahşettir. Dışı parlıyor, içi yakıyor. Dışı süstür, içi pistir. Sûreti uğursuz, özü ve huyu aksi ve çarpık bir şeytandandır.

Mü’minlerin medeniyeti ise içi nur, dışı rahmet; içi muhabbet, dışı uhuvvet ve kardeşlik; sûreti yardımlaşma, özü ve ahlâkı şefkat ve merhamet olan tatlı bir melektir. Buna bin dört yüz yıllık İslâm Medeniyeti şahittir. Savaş zamanlarında bile kâfirlerin çoluk çocuğuna, kadınına, kızına, yaşlısına, esirine, eli silâhsız vatandaşına dokunulmamıştır. Bir tane olumsuz örneği yoktur! Barış zamanlarında da, düşmanca değil, insanca davranana dostluk ve insanlık eli uzatılmıştır. Fakat “su uyur, düşman uyumaz” sözünde anlatıldığı gibi, onlara karşı hep uyanık olunmuştur.

Mü’min îmânının ve birlik inancının gereği olarak kâinâta kardeşlik beşiği nazarıyla bakıyor. Gerçekten de bütün mahlûkâtı, bilhassa insanları, bilhassa Müslümanları birbirine bağlayan ip kardeşliktir, uhuvvettir. Çünkü îmân bütün mü’minleri bir babanın şefkat kanadı altında yaşayan kardeşler gibi kardeş yapıyor.

Küfür ve inkârcılık, tam bir soğukluktur, tam bir bürûdettir, tam bir ayrılıktır, fıtrata tam bir aykırılıktır. Kardeşleri bile kardeşlikten çıkarır. Birer menfaat unsuru yapar. Bütün varlıklara ecnebîlik tohumu eker. Her şeye ecnebî ve yabancı gözüyle baktırır. Her şeyi her şeye düşman yapar. Kendi içlerinde görünen kardeşlik bile geçicidir ve sınırlıdır. Ezelî ve ebedî ayrılıktan başka bir getirisi yoktur.

Kâfirlerin medeniyetinde görünen parlaklıklar, iyi yönler, yüksek sanayî ve yüksek teknolojiye gelince... Bunlar tamamen İslâm medeniyetinin, Kur’ân’ın irşâdının ve semâvî dinlerin iktibasıyla, katkısıyla, yol açışıyla, teşvik etmesiyle, yansımasıyla ve etkilemesiyle gerçekleşmiştir. Bakmayın, günümüz İslâm âleminin birer üçüncü dünya ülkesi görünümünde oluşuna. İpin ucunu bırakmışlar, dinin çağrısını bırakmışlar, Kur’ân’ın mesajını hakkıyla anlayamamışlar, uhuvveti ve kardeşliği bırakmışlar, birliği ve berâberliği bırakmışlar, çalışmayı ve gayreti bırakmışlar... vs. Olacağı budur. Geri kalmışlıkla tokatlanıyorlar. Daha ne olacaktı?

Siz bin sene öncesine dönün ve Müslüman matematikçilerin, Müslüman tabiplerin, Müslüman fizikçilerin, Müslüman kimyacıların, Müslüman uzay bilimcilerin, Müslüman coğrafyacıların, Müslüman tarihçilerin yeryüzünü nasıl bir atölyeye çevirdiklerini; Avrupa’yı ve dünyayı bilime doğru, teknolojiye ve sanayiye doğru, aklın gereği olan yeni buluşlara doğru nasıl etkilediklerini ve yönlendirdiklerini görün! Yüz yıllar boyunca Latince’ye ve kendi dillerine çevirip ders kitabı olarak okuttukları İbn-i Sînâ’nın el-Kânûn Fi’t-Tıp adlı eserini, Ebû Bekir Zekeriya Râzî’nin Kitabu’t-Tıp adlı eserini, ünlü matematikçi Harezmî’nin Hisâbü’l-Cebr ve’l-Mukâbele adlı eserini, Câbir bin Hayyân’ı, Sâbit bin Kurrâ’yı, İbn-i Heysem’i, Bîrûnî’yi-–biz unutsak bile—Avrupa henüz unutmadı!

21.12.2009

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri



Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdullah ERAÇIKBAŞ

  Ahmet ARICAN

  Ahmet DURSUN

  Ahmet ÖZDEMİR

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Atike ÖZER

  Baki ÇİMİÇ

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Elmira AKHMETOVA

  Fahri UTKAN

  Faruk ÇAKIR

  Fatma Nur ZENGİN

  Gökçe OK

  Gültekin AVCI

  H. Hüseyin KEMAL

  H. İbrahim CAN

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Kadir AKBAŞ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mehmet C. GÖKÇE

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Mehtap YILDIRIM

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Muzaffer KARAHİSAR

  Nejat EREN

  Nurullah AKAY

  Osman GÖKMEN

  Osman ZENGİN

  Raşit YÜCEL

  Recep TAŞCI

  Rifat OKYAY

  Robert MİRANDA

  Ruhan ASYA

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet BAYRİ

  Saadet TOPUZ

  Said HAFIZOĞLU

  Sami CEBECİ

  Selim GÜNDÜZALP

  Semra ULAŞ

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Umut YAVUZ

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin YAŞAR

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Ümit KIZILTEPE

  İbrahim KAYGUSUZ

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  İsmail TEZER

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu

Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.
Kurumsal Linkler: Risale-i Nur Kongresi - Bediüzzaman Haftası - Risale-i Nur Enstitüsü - Yeni Asya Vakfı - Demokrasi100 - Yeni Asya Gazetesi - YASEM - Bizim Radyo
Sentez Haber - Yeni Asya Neşriyat - Yeni Asya Takvim - Köprü Dergisi - Bizim Aile - Can Kardeş - Genç Yaklaşım - Yeni Asya 40. Yıl