Yasemin YAŞAR |
|
Sıdk ve sadakat kavramları üzerine |
Bediüzzaman, talebelerine yazdığı pek çok mektupta, hitap olarak çoğu kez sıdk ve sadakat kavramlarını kullanmıştır. Sıdk kelimesinin daha yoğunlukla geçtiği, Hutbe-i Şamiye adlı eserde, âlem-i İslâm’ın hastalıklarını teşhis ederek, içtimâî hayatta ölen sıdkın tekrar ihyasını anlatır. İşte bu satırlarda sıdk ve doğruluk kelimesinin yan yana zikredildiği göze çarpar. Lügat anlamı olarak sıdk, doğruluk anlamında kullanılmaktadır. Oysa kelimelerde bile israf yapmayan Bediüzzaman’ın, hem sıdkı, hem doğruluğu beraber kullanmasındaki sırrı anlamak gerekir. Risâle-i Nur kelimeleri, adeta canlı ve hayattar bir unsur gibi, kişinin manevî kemâlâtıyla, algı ve niyetindeki ihlâsla alâkalı olarak büyür ve gelişir. Bu yüzden Bediüzzaman, sıdk kelimesinin hemen arkasından doğruluğu zikreder ki, bu okuyucuya kısaca lügat bilgisi anlamında bir açıklama niteliğindedir. Fakat Risâle-i Nur satırlarında derinleşmiş kimseler için bu sırlı bir durumdur. Konuya tekrar dönecek olursak, Allahu a’lem buradaki sır; sıdk kavramının daha derin anlam ve mânâlar ihtiva etmesidir. Sıdk sadece kelâmda doğru olmak, doğru söylemek anlamında değildir. Sıdk doğru sözün yanında, doğru davranışları da ihtiva eden, her türlü uydurma ve samimiyetsiz beyan ve tavırdan arınmış olma, iç ve dış her halinin aynı çizgide olması, hayatın doğruluğa göre planlanması gibi mânâlara gelmektedir. Kısacası özü ve sözü bir olan anlamındadır. Selef-i sâlihîn, Peygamberimizin (asm) vasıflarını anlatırken, öncelikli vasıflarının sıdk, sonra emanet, sonra da tebliğ olduğunu söylerler. Buradaki dizilim ilginçtir. Tebliğ, sıdk ve emanet vasıflarından sonra zikredilmiştir. Demek tebliğ vazifesinin tam olması önce sıdkla, sonra güvenilir, itimat edilir bir insan olmakla olacaktır. Bu yüzden Bediüzzaman, Hutbe-i Şamiye adlı eserinde “Sıdk, İslâmiyetin üssülesası ve ulvî seciyelerin rabıtasıdır ve hissiyât-ı ulviyenin mizacıdır” demiştir. Yani ahlâk-ı âliyenin hayatının ve terakkiyâtın mihverinin sıdkla mümkün olacağı dersini vermiştir. Risâle-i Nurlarda, ‘Müseylime’yi esfel-i sâfilîne düşüren kizb olduğu gibi, Muhammedü’l-Emin’i de âlâ-i illiyîne çıkaran sıdktır ve doğruluktur’ denmiştir. Güzel ahlâkın kapısı doğrulukla açılmaktadır. Peygamber Efendimiz (asm) de doğruluk ve güvenilirliği sayesinde pek çok kişinin gönlüne girmiş ve imanla şereflenmelerine vesile olmuştur. Fazilet odur ki, düşmanları dahi onu tasdik etsin. (Muhakemat) Öyle ki azılı düşmanları dahi “Vallahi biz bu adamın hiç yalan söylediğine şahit olmadık” demek zorunda kalmışlardır. Sadakat kavramı ise sıdk başlığı altında değerlendirilebilecek bir kavramdır. Yani söz ve tavırlarda doğru olmakla beraber duygu düşünce, hayal niyette de doğru olmak anlamındadır. Hak ve hakikate gönülden bağlı olup, hak dostlarına karşı vefa hisleriyle dolarak şartlar ne olursa olsun mesleğine hainlik yapmamak, dünya menfaatine değiştirmemek, halis bir niyetle Allah yoluna bağlanmak anlamındadır. Bu mânâları yaşayan insana da “sadık” denir. Sıdk kavramı ise, sıdk ve sadakati en üst düzeyde yaşayan en zirvelerde olan insan için kullanılır. Bu unvana şüphesiz en lâyık, Hz. Ebubekir’dir (ra). İşte Bediüzzaman, o hâlis, saff-ı evvel talebelerine yazmış olduğu mektuplardaki hitapları, o talebelerinin sadık ve sıdk olan vasıflarını yüceltmek anlamında iken, sonraki talebelerine de ‘Talebeliğin olması gereken vasıfları budur, siz de bu vasıflarla vasıflanın’ anlamında bir irşattır. Hâsılı; şahsî hayatta gel-gitler yaşayan, içi başka dışı başka olan, sürekli değişen insanlar güvenilmez, itimat edilmezler ve insanlar arasına şüphe salarlar. Böyle insanın sözlerine de ehemmiyet verilmez. Nasihatları tesir etmez. Özellikle “emr-i bi’l-maruf nehy-i ani’l-münker” vazifesi ile mükellef olan insanlar, sıdk hassâsiyetinde önemle durması gerekir. Ki beyanları ve tavırları da başkaları üzerinde müessir olsun. Bediüzzaman, bu yüzden doğru İslâmiyet ve İslâmiyete lâyık doğruluğu fiillerimizle izhar etmenin diğer dinlere de hakikî tesir edeceği ve tam bir tebliğ olacağını söyler. Sıdkın zıddı olan yalan ise, ahlâk-ı âliyeyi harap eden bir hastalıktır. Yalan, kişinin şahsî hayatını zehirlediği gibi, içtimâî hayatı da zehirler. Özellikle hizmette önde olan insanların bu konuda göstermedikleri hassasiyet, bulunduğu camiaya pek çok ağır sözler getirip veballere girmesine sebep olmaktadır. 13.02.2010 E-Posta: [email protected] |