40. Yıl Röportajları |
|
BEDİÜZZAMAN VAKFI BAŞKANI VE 40 YILLIK OKUYUCUMUZ AHMET RÜZGÂR |
Yeni Asya, istikrar çizgisinden taviz vermedi. Ahmet Ağabey, kısaca kendinizden bahsedip, Risâle-i Nurlarla tanışmanızı anlatır mısınız?
Memnuniyetle. Ben Ahmet Rüzgâr. 1940 senesinde Şanlıurfa’da doğdum. 1953 yıllarında buhranlı bir döneme girmiş idim. İçimde bir şüphe vardı, o şüphe beni tedirgin etmekteydi. O şüphe “Cenâb-ı Hak madem herşeye kadirdir, öyleyse herkes Müslüman olmalıdır” diye düşünürdüm. Bu konuyu ev komşumuz olan bir arkadaşımla devamlı konuşurduk. Ama ben bir türlü ikna olmuyordum, namazı bile bir hafta kadar terk etmiştim. Bizim peder bunu fark etmiş ve bana “Kaç gündür namaz kılmıyorsun, niye?” diye sordu ve altın ölçen çok hassas ince teraziler vardır onları göstererek dedi ki “Bu teraziyle odun tartsak ne olur?” Ben de 13 yaşlarındaydım. Dedim ki, “Kırılır.” O zaman babam, “Hah” dedi “İşte şimdi senin böyle şeyler için yaşın, kabiliyetin pek zayıf, sen namazını kıl…” Ben namaza başladım, fakat suhre gibi kılıyordum. O ev komşumuz bir gün dedi ki “Rızvaniye Camii'ne Nur Talebeleri gelmiş, onların yanına gidelim.” Ben de olur dedim, Pazar günüydü sabah 9 dersine gittik. Medresenin içine girdik Abdullah Yeğin Ağabey bizi karşıladı. Her taraf pırıl pırıl tertemiz bir mekândı, sergiler biraz eski de olsa o nurlu nezafet insanı cezbediyordu. Neticede Abdullah Ağabeyin yaptığı, aynı zamanda benim ilk dersim olan “Sekizinci Söz” okundu. Ders bittikten sonra herkes kalktı, gidenler oldu. Arkadaşımın işaret etmesine rağmen bir türlü kalkamıyordum. Cezb olduğum ortadaydı. O anda sahrada çok susamış bir insanın eline geçen suyu içercesine ordan ayrılmak istemiyordum, çünkü susamıştım. Dedim ki o arkadaşıma “Bu çok güzel bir eser. Bunun evveli ve ahiri elbette vardır.” O da “Bugün akşam ve yatsı arasında beraber gelebiliriz, her gün burada ders var.” Derslere devam ettik, o şüphe ve vesvesenin tamamı izale oldu. O gün bugündür, hizmet devam ediyor. Allah bizi son nefese kadar hizmetten ayırmasın.
Üstad Bediüzzaman’ı görebilme imkânı buldunuz mu?
Üstadı ziyaret etmek istedim, fakat bazı olaylar oldu ziyaret edemedim. İsterseniz anlatayım.
Buyrun, okuyucularımız okumak isteyecektir.
Abdullah Yeğin Ağabeye, Üstadı ziyarete gitmek istediğimizi söyledik. O da dedi ki, “Üstadımız eşyalarını Urfa’ya gönderdi. Kendisi de gelip Urfa'da kalacak.” Bizlere Üstadın eşyalarını gösterdi ve “Üstadımız burada gelip kalacak, sizin gidip görmenize gerek yok.” Bir nev'i “Gelince görürsünüz” dedi. Ben de o sıralarda terzilik yapıyordum. 20 yaşlarındaydım, 5 gün sonra askere gidecektim... Ramazan ayının son haftasıydı. Üstadın Urfa’ya geldiğini, İpek Palas Oteline yerleştiğini duyduk. Üstadı ziyaret etmek için acilen otele geldik. Çok sıkı güvenlik tedbiri alınmıştı. Abdullah Ağabey de bize “Kardeşim, kalabalık edip bunları evhamlandırmayın. Üstad gelmiş, burada kalacak” dedi. Zaten her gittiğimizde ağabey bizleri dağıtıyordu, öyle olması gerekiyordu. O arada Zübeyir Ağabeyi emniyete çağırdılar. “Hoca efendiyi de alıp Isparta’ya dönün” demişlerdi. Zübeyir Ağabey de “Biz Üstadımıza söyleyemeyiz. Çünkü biz Üstadın önünde taş gibiyiz. Nereye yuvarlarsa oraya gideriz” demiş. Sonradan hükümet tabibi geldi, Üstadı muayene edip 40 derece ateşi olduğunu tesbit etti. Hükümet tabibi “Bu haliyle yolculuk yapamaz” diye rapor verdi. O arada Urfa Demokrat Parti İl başkanı Muhammed Hatipoğlu emniyet müdürüne çıkışarak, “Bu bizim misafirimizdir, zarar gelirse karşında beni bulursun” demişti. Eskiden haberleşme pek kolay olmadığı için merhum Menderes’e de ulaşabilmek bir hayli zordu. Bir takım olaylar meydana geldi. Hiç görünmeyen kuşlar, vefat edeceği gece garip sesler çıkartarak gökyüzünü kaplamıştı. İkindi sıralarıydı Urfa’nın üstünü birden bulut kapladı, adeta gece olmuştu. Bir yandan da kırmızı çamur yağıyordu… Ve Üstadın vefat haberi bizlere ulaştı. Nâşı, Ulu Cami'den alıp defnedileceği yere taşıyorduk. Herkes parmaklarıyla Üstadı taşımaktaydı, çok kalabalıktı. Ben boyumun kısa olması sebebiyle bir türlü tabuta yetişemiyordum, bir ara zorladım ve ayaklarım yerden kesildi. PTT‘ye kadar (500 metre) ayaklarım yerden kesilmiş vaziyette tabutu taşıyordum. Bir de şu vardı: Cumhuriyet gazetesi muhabiri ayakkabıyla içeri girmiş fotoğraf çekiyor. Mustafa Erol, “Bu zatı hayattayken rahat bırakmadınız, vefat ettikten sonra da mı rahat bırakmayacaksınız?” diyerek ona bir tokat atıyor. Muhabirin de kaşı yarılıyor. Hatta sonraki gün gazetelerinde “Nurcular muhabirimizin kaşını yardı” şeklinde haber yapmışlar. Üstadın vefatından sonra hep beraber ağabeylerle oturduk, Üstadın vasiyeti hatıra geliyordu, fakat aksi bir karar yoktu. Üstadın vasiyeti de sonradan ihtilâlciler tarafından yerine getirildi. Böylece Üstadın dedikleri doğrulandı.
Bediüzzaman Vakfı’ndan da bahseder misiniz?
Bediüzzaman Eğitim Kültür ve Sanat Vakfı, cihanşümul olan Risâle-i Nur Külliyatını ve onun müellifi Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerini elden geldikçe geniş insan kitlelerine tanıtmak ve ulaştırmak amacıyla kurulmuştur. Dünyada ilk Bediüzzaman isimli vakıf Urfa’da kurulmuştur.
Bediüzzaman Vakfı‘nın faaliyetleri nelerdir?
23-30 Mart arasını Bediüzzaman Haftası olarak tayin ettik, bu hafta içinde konferans, panel, Risâle-i Nur’dan bilgi yarışması, sempozyum gibi etkinliklerle Bediüzzaman Haftası kutlanmaktadır. Her Ramazan ayının son haftası çevre illerin büyük katılımlarıyla mevlid, kitap sergisi, hatim kampanyaları gerçekleşmektedir. Birlik ve beraberlik içinde yapılan hizmet inşallah daha da devam edecektir.
Yeni Asya gazetemiz hakkında ne söylemek istersiniz?
Evvel gazetemiz ‘İhlâs‘ idi, sonra ‘Zülfikar’ çıktı. Daha sonra ‘İttihad’ çıktı. Bunlar önce haftalık çıkıyordu, daha sonraları ise ‘Yeni Asya’ olarak günlük gazeteyle devam edildi. Hâlen de elhamdülillah, devam etmektedir. Yeni Asya istikrar çizgisinden hiçbir zaman taviz vermedi, bundan sonra da vermeyecek inşallah. Eskiden sıkı yönetim komutanı bizzat gazetemizi arayıp “Şu şu makaleleri keseceksiniz” dermiş. Makaleler devam edince de “Gidin, yazı işleri müdürünü bana getirin” diye emir verirmiş. Bir defasında eski yazı işleri müdürlerimizden Sabahaddin Aksakal Beye diyor ki “Biz ‘Hürriyet, Milliyet, Akşam gibi gazetelerinin yayınını bir telefonla durduruyoruz. Bir hafta oldu size söylediğimiz halde aleyhte yayınları durdurmuyorsunuz. Bu gücü nereden alıyorsunuz?” Sabahaddin Bey de hiç düşünmeden “Biz gücümüzü Allah‘tan alıyoruz. Bize resmî yazılı belge verin durduralım. Ama resmî yazılı belge olmayınca biz yayınımıza devam ederiz” demiş. Ve daha sonra (12 Eylül ihtilâl dönemi) o dönemlerde Yeni Asya’yı 470 gün kapattılar. Hemen ‘Tasvir’ yayınlanmaya başladı ki hizmetler aksamasın.
Mustafa Nezihi Polat denince aklınıza ne gelir?
(Karşılıklı tebessüm ederek) İttihat gazetemiz yayınlanıyordu. İstanbul’da olduğumuz zaman yanına uğrardık. Bizimle sohbet ederdi. Hem çayımızı, kahvemizi içerdik hem de seri bir şekilde daktiloyla makalesini yazardı. Çok ama çok mükemmel bir gazeteciydi. Çok şevkliydi. Sonra trafik kazasında şehit oldu, Allah gani gani rahmet eylesin. (âmin)
Zübeyir Gündüzalp Ağabeyin, Yeni Asya’nın yayın hayatına atılmasında emeği olduğunu biliyoruz. Bu konuda neler söylemek isterseniz?
Tabiî ki Bediüzzaman Hazretlerinin talebelerinden, nurun kahramanı Zübeyir Gündüzalp Ağabey… Zübeyir Ağabey çok ihatalı bir insandı. Hatta bir ara MSP yeni kurulmuş safhadayken ‘Kirazlı Mescid’ sokaktaki dershanede ziyaret etmek istedim. Fakat önce Valide Sultan Camii'nde öğle namazını kıldım. Siyasete kapılmış, önünü arkasını görmeyen müfrit bir arkadaşla namaz çıkışı cami avlusunda münakaşa ettik. Ama ben son derece rahatsız olmuştum. Zübeyir Ağabeyin yanına çıktım. O da yatıyordu, rahatsızdı. Doğruldu ve oturdu. Ben de o cami avlusundaki rahatsızlığımı dile getirdim. Döndü dedi ki: "Kardeşim! Bizim hizmetimiz iman hizmetidir. Bu memlekette şerli bir hükümet kurulsa bile bizim hizmetimiz daha çok artacaktır. Biz çantalarımızı, valizlerimizi Risâle-i Nur kitaplarıyla doldurup, hakikatleri; köy köy, kasaba kasaba gezip neşredeceğiz inşallah…" Zübeyir Ağabey Urfalı olup, tahsil gören öğrencileri tek tek sordu. “(Profesör) Hamdi Atmaca devlet bursu olarak İngiltere’de yüksek öğrenim görüyor. Servet Armağan da Almanya’da doktora yapıyor” dedik. Zübeyir ağabey de “Diğer talebeleri de takip edin. Siz takip etmezseniz, siyasiler bunları pasifize ederler” demişti. Konuşmamız bitti, kapıdan o hasta haliyle ayağa kalkarak bizi uğurladı. Allah ebeden razı olsun.
MUHAMMED ZORLU |
10.02.2010 |