Fahri UTKAN |
|
Başarının sırrı |
“Tevfik isterseniz, kavânin-i âdetullaha tevfik-i hareket ediniz.”1
Yani, başarmak istiyorsanız, Cenâb-ı Hakk’ın kâinata koyduğu kanunlara, kurallara harfiyyen uyulmalıdır. Bunu şuurlu bir şekilde yapan, ancak insandır. Bütün canlılar arasında başardığını fark eden de, yalnız insandır. Başarmak isteyen her insan, bir şeyler yapmak zorundadır. Başarı, bisiklet sürmeye benzer. Ancak pedalı çevirdikçe bisiklet yürür. Pedalı çevirmezseniz, bisiklet de yürümez. Yani, bisiklet sürmeyi başaramazsınız. Hiç kimse başarı merdivenine elleri cebinde tırmanmamıştır.2 Başarının Bediüzzaman’daki bir yolu da, yedi aşamalı düşünce mertebelerinde yürümek ve sonuca gitmektir. Bunları sırayla söylemek gerekirse; tahayyül, tasavvur, taakkul, tasdik, i’zan, iltizam, itikad. Sözünü ettiğimiz bu yedi aşamalı düşünce mertebelerinden sonra; insan, bir şeye kesin olarak inandığında—insanda Allah’ın verdiği öyle bir duygu, istidat vardır ki—istediği şeyler ona veriliyor. Bütün mesele bunu fark edebilmek ve ona göre çalışmak... Bundan sonra ise, insan; belli bir hedefe odaklanıp, bu hedefinde sürekli ısrarlı olup, çalışmalarını sorumluluk duygusu içinde, iyi niyet—pozitif (müsbet) düşünme—sahibi olarak, sözünde durarak, dürüst olarak gerçekleştirdiği takdirde, Allah’ın izniyle, başarı da geliyor. Kısaca, hedefe ulaşabilmek için önce onu görebilmek gerekir. Yani, başarıya giden yolun başlangıcında hedefi olmak ve onu hayal edip onu görebilmek gerekir. Daha sonra başarı arkadan geliyor. Veya başka bir ifadeyle, anlamak, yapılacak işin üstesinden gelmenin başlangıcıdır. Anlamak için de önce görmek, fark etmek gerekir. Aslında, başarının önceden tanımlanmış; bilmem kaç altın kuralı, anahtarı, tek bir tanımı, sihirli formülleri, sırrı veya püf noktası, önceden çizilmiş belirli bir yolu ve standart bir rotası yoktur. Her başarı kendine özgün şekliyle gerçekleşir. Her insan kendi tanımını yaparak, rotasını kendine özgün tarzda, kendi kendine çizerek başarıyı çoğu zaman yakalayabilir. Bulunduğumuz ortamdan ayrılmaz ve yerimizden daha ileriye yol almazsak, yeni yerler keşfedemeyiz. Yani, “Kıyıyı gözden kaybetmeye cesaret etmedikçe insan yeni okyanuslar keşfedemez.”3 Veya başka bir açıdan söylemek gerekirse, “Zamanında bir adım atmayan tembel, sonradan yüz adım atmak zorunda kalır.” 4 Asrımızın müceddidi Said Nursî de bu konuda bir açıdan aşağıda aldığım cümlesiyle noktayı koyuyor: “…bir işte muvaffakiyet isteyen adam, Allah’ın âdetlerine karşı safvet ve muvafakatini muhafaza etsin ve fıtratın kanunlarına kesb-i muârefe etsin ve heyet-i içtimaiye rabıtalarına münasebet peyda etsin. Aksi takdirde, fıtrat, adem-i muvafakatla cevap verecektir. Ve keza, heyet-i içtimaiyede, umumî cereyana muhalefet etmemek lâzımdır. Muhalefet edildiği takdirde, dolabın üstünden düşer, altında kalır.” 5 Yani, “Ey evliyâ-i umûr (idareciler)! Tevfik (başarı) isterseniz, kavânin-i âdetullaha (Allah’ın kâinata koyduğu kanunlara) tevfik-i hareket (uygun hareket) ediniz.” 6
Dipnotlar:
1- 5 Mart 325 (18 Mart 1909) Dinî Ceride, no. 77. 2- J.keth moorhead. 3- Andre Gide. 4- Giovio. 5- İşaratü’l-İ’câz, s. 165. 6- 5 Mart 325 (18 Mart 1909) Dinî Ceride, No. 77. 08.02.2010 E-Posta: [email protected] |