Şükrü BULUT |
|
Sadece pazarcılara mı? |
Bundan böyle pazarlarda yüksek sesle bağırıp çevreyi rahatsız eden satıcılara para cezası geliyormuş. Kim almışsa bu kararı, iyi etmiş. Artık Mahmutpaşa’da, Çarşamba ve Perşembe pazarı gibi yerlerde halet-i ruhiyemizi inciten sesler duymayacağız, insanlığa yakışmayan kavga-gürültü manzaralarına rastlamayacağız. Yeri gelmişken; meskûn mahallerde veya yine çarşılarda mikrofonla satıcılık yapanların da gürültüsünden; hastaların, küçücük çocukların, ihtiyarların, gece vardiyasında çalışanların ve musîbetzedelerin incindiklerini hatırlatıp, böyle nahoş gürültülü seslere müsaade edilmemesini yetkililerden istirham etmiş olalım. Medenî ülkelerdeki insanlar gibi, herkesin müsaade edilmiş hudutlarında, kendilerini ve başkalarını rahatsız etmeyecek şekilde davranmasının hem geleceğimizin ve hem de kültürümüzün bir gereği olduğunu hepimiz biliyoruz. Şimdiye kadar sözümüz pazarcılara da geçmemiş olacak ki; bunca gürültü ve ağız kavgalarıyla pazarlarda asabımız bozuldu ve ruhumuz kirlendi. Demek bundan böyle bu tür çevre kirliliklerine devletimiz müsaade etmeyecek. Fakat biz, siz kıymetli okuyucularımızla, söz konusu kirliliklerden yüz defa daha incitici ve zararlı “yeni kirlilikleri” paylaşmak istiyoruz. İnsanlardaki kalp, tansiyon, mide, migren ve ruh hastalarını ölüme sürükleyen dehşetli kirliliği belki bizden daha iyi biliyorsunuzdur. Sokak ve pazar gürültülerinden evlerimize kaçarak, kapı ve pencerelerimizi kapayarak nisbeten kurtulabiliriz. Fakat bu yeni kirlilikten kurtulmak o denli kolay olmuyor. Söz konusu yaygaracı, dedikoducu ve gürültücüler harim-i ismetimize ve hatta misafir odalarımızın baş köşelerine oturarak misafirleri aile ve efradıyla perişan ediyorlar. Belki ekranların tamamını kastettiğimi zannedeceksiniz. Yıllardır irtibatım olmadığından detayları bilemiyorum. Fakat haber programlarını okuyan spikerleri öyle veya böyle bir yerlerden duymak mümkün. Dünyadaki devlet TV’lerini izleyenler, ekranlarımızın ve bilhassa haber programlarımızın yalnızca “bize özel” olduğunu kabul edecekler. Sadece bir dağın başından veya bir vadinin derin derelerinden uğradığı felâketi bütün avazıyla duyurmaya çalışan “bedevilerin” üslûbundaki bağırtıları kast etmiyorum. Avrupa haber okuyanlarının normal seslerle duyurduğu bir hadiseyi “felâket formatında” dinleyici veya seyircilere aktarış biçimleri de çok özel. Olayı peş peşe değişik kelime ve cümlelerle tekrarları, aynı görüntüyü kerratla göstermeleriyle de eşi ve menendi olmayan meşhur haber programlarımızı yapanlar, zaman içinde seyirciyi aptallaştırdıklarının da farkındadırlar. Seyirciyi teslim almak üzere yapılan bu tarz programlar, Batıda yalnızca bazı reklâmlarda görülebilir. Avrupa’da herhangi bir pazara gittiniz mi? İtalya ve Yunanistan’ı bilmem, ama ‘küçük kıt'a’nın diğer ülkelerindeki pazarları az-çok bilirim. Nostaljik ve geleneksel birkaç sesten başka gürültü duyamazsınız. Köln’ün Hippes’i ile Berlin’in Kreuzberg’ini genel çerçeveden azıcık uzak tutmak gerekir. Zira o pazarlarda az da olsa bağıranlar, Türkiye’den yayın yapan kanalların haber saatlerini dinleyen zavallı insanlarımızdır. Sorumsuz ve cahil annelerce ekranla başbaşa bırakılmış çocukların anormal ses ve hareketlerinin, zamanla “haber programı” seyreden insanlarımızda da ortaya çıkışı, sıradan bir içtimaî hastalık olmasa gerek. Muhtevasına azıcık dram, yeterli komedi, bol sihir ve biraz da manyetizma karıştırılmış söz konusu programların NLP teknikleriyle takdimi, kitleleri toptan dönüştürmeye yönelik global programların bir küçük parçası gibi de görünüyor. Ekranların “magic box”lara veya sihirli kutucuklara dönüşmesini, yaklaşık on beş sene önce yalnızca “kartel medyası” diye adlandırılan birkaç kanaldan izlerdik. Fakat şu on senede galiba dindarlarda da özenti başladı. At izi ile it izi birbirine karışınca; bırakın kalp-damar, beyin, mide ve psikoloji hastalarını, sağlam insanları bile hasta edecek programlar yayınlanıyor. Minnacık çocuklar ve pir-i faniler kanlı, ölümlü ve vahşi sahnelerle başbaşa bırakılıyor. İnsanlığın vicdanında derin kanamalara sebep oluyor. Hürriyete koşan musîbetzede insanımızın yolunu yalnızca kapalı yerlerdeki ekranlar kesmedi. Sokak başlarına, trafiğin yüksek debiyle aktığı büyük caddelere nazır köşelere yerleştirilen dev reklâm ekranlarının görüntü kirlilikleriyle, bilhassa AVM diye kısaltılmış “seküler mabedlerdeki” gürültü kirlilikleri yalnızca göz ve kulaklarımızı kirletmekle kalmıyor; milletimizin bilinçaltına sızarak başta kompleks duygusu olmak üzere birçok modern psikolojik hastalığın zuhuruna da vesile oluyor. Bozkırdan, Şarktan, Karadeniz veya Ege’den yolu metropollere düşmüş garip insanların pazarlardaki bağırıp-çağırmalarına elbette ceza gelmeli. Ama pazarcıya elli geliyorsa, ötekiler de en az beş bin ödemeli değil mi? Hele dinozorların eserleri izlenimi veren alış veriş merkezlerindeki gürültü millî benliğimizi eriteceğinden onlara da hatırı sayılır düzenlemeler getirilmeli. RTÜK ve belediyelere millet olarak ricamız olsun. Bir milleti toptan dönüştürerek; tarihî, millî, örfî ve dinî kökenlerinden soyutlamaya çalışan Türkiye düşmanları, hedeflerine bu kadar kolayca ulaşmamalıdırlar. 08.02.2010 E-Posta: [email protected] |