Osman ZENGİN |
|
Refik Koçak Ağabey de rahmetli oldu |
Risâle-i Nurlarla müşerref olduktan sonra, mahallemizde bir Risâle-i Nur dersi ihdas etmek aşkı doğdu. Fakat, ne öyle bir cemaat var, ne de yer. Üstelik 12 Mart 1971 Muhtırası yeni olmuş, her yerde sıkıyönetimin baskısı var. Sokakta başına takke giyen dedelere dahi, 5 lira para cezasının verildiği günler. Böyle bir durumda tabiî, iş biraz zor gibi görünüyordu. Ama Üstadımızdan aldığımız talimle, (benim hayatımda ömür boyu prensibim olan) “Lâ taknetû min rahmetillah”a sığınıp Allah’tan ümidimizi kesmedik. Hemen işe koyulup, bir avuç da olsa cemaatimizi teşekkül ettirdik. Geriye ders yapacak mekân kalmıştı. Rahmetli anacığım, orada da bize şefkat kanadını açıp ”Oğlum, ağabeylerin bizim evde ders yapabilir” dediğinde nasıl sevinmiştim, ruhu şâd olsun. Öyle sıkıntılı bir vaziyette herkes korkarken, o cesurane bir şekilde bunu bize sağlamıştı. Artık Ankara Etlik’te Nurun ilk nüvesi bizim evde atılmış, ondan sonra da intişar edip gelişerek iş rayına oturmuştu Elhamdülillah. (İnşaallah bu hatıralarımızı yazacağız.) İşte o günlerde, bizden başka, irtibatı sağlayarak cemaatî bağımızı teessüs ettirdiğimiz; camimizin imamı Hurşid Dişbudak, astsubay Kenan Kılkış, Abdullah Türüdü gibi bir avuç dâvâ arkadaşımızla başladığımız sohbetlerimizin halkası giderek genişliyordu. Bunlardan biri de, aslında bizim mahallemizde oturan çok eski bir ağabeyimiz olan Refik Koçak’tı. Bizden önce Nurlarla müşerref olmuş, ama çok ortada görünmeyen bir ağabeyimizdi. Biz onunla da tanışıp beraber olmaya başladık. Artık hiç irtibatımız kopmuyordu. Rahmetli Mustafa Özsoy, İsmail Ambarlı, Durmuş Irkılata ve İsmail Yaman Ağabeylerle de, kadim ve samimî dâvâ arkadaşları olduklarını öğrenince, daha değişik bir bağ ile bağlanmıştık. Mustafa Özsoy ve İsmail Ambarlı cemaat içinde daha çok tanınsa da, diğer iki ağabeyimiz gibi Refik Ağabey de pek öne çıkan yapıda biri değildi. Her faaliyetimize iştirak eden, sadık bir Yeni Asya okuyucusu ve takipçisiydi. Üstelik de, sağlam bir demokrattı. Benim hep beraber olduğum Lütfi Taşçı ve Ali Vapurlu ile de hemşehri olduklarından, bazen onlar da bizim mahalleye geliyor, hep beraber muhabbet ve irtibatımız daha sıkı oluyordu. Allah rahmet eylesin, bizi çok sever, her faaliyetimize de katılırdı. Ben Ankara’dan ayrıldıktan sonra, yakından münasebette olduğu pek kimse olmamıştı. O yüzden, bazen Ali Vapurlu bana sitem eder, ”Senin tekrar Ankara’ya gelmen lâzım, seninle özel irtibatı olan bazı arkadaşlarımızı sen gittikten sonra pek göremiyoruz” derdi. Aslında rahmetli Refik Ağabey hiçbir zaman ayrılmamıştır bizlerden ve gazetemizden ama biraz da yaşlılık ve hastalık ilerleyince, evinden pek çıkamaz olmuştu. En son geçtiğimiz günlerde telefonla görüşmüş, muhabbet etmiştik. Ankara’daki kadim Nur dostlarımızın vefat haberinin çoğunu kendisinden aldığım ÖmerTuncay Ağabey, beni telefonla arayarak, ”Refik Ağabey vefat etti” deyince “İnnâ lillah ve innâ ileyhu raciun” dedim. Beş kadim ve akran olan arkadaşlarından, Mustafa Özsoy’un yanına ilk giden o oldu. İnşaallah cennet bahçelerinde, Peygamberimizin (asm) gölgesi ve Üstadımızın yanında eski nurlu günleri yine birbirine anlatıyorlardır. 05.02.2010 E-Posta: [email protected] |