Recep TAŞCI |
|
Karnemiz kırıklarla dolu |
Okul öncesi, ilköğretim ve ortaöğretimde okuyan yaklaşık 15 milyon öğrenci için iki hafta sürecek yarıyıl tatili başladı. 15 milyon. Pek çok ülke nüfusundan daha fazla. Böylesine dinamik bir nüfusa sahip ülkenin sırtı yere gelmez. Yeter ki kıymetini bilelim, eğitim sistemimizi sağlam temele oturtalım. Onlar geleceğimiz, gözbebeğimiz. Karnelerini aldılar. Karne... Heyecan, kaygı, korku, sevinç, gurur... Bütün duyguları barındırır. Oysa rakamlardan ibarettir. Ama her bir rakama bir anlam yüklenir. Zayıf, orta, iyi, pekiyi... Ebeveynler için hayat memat meselesidir. Kırık notlar... Bazı aileler için yıkımdır, dramdır. Tepkiler sert olur. En hafifi surat asılır, küsülür. Daha ilerisi, aşağılanma, cezalandırma... Hatta şiddet. Çocuk olup biteni anlamakta güçlük çeker. Küçücük dünyası kararır. Öğretmenden de, okulundan da nefret eder. Evden kaçan da olur, canına kıyan da. Değer mi? Eğer teşekkür, takdir getirmiş ise... Evde düğün bayram. Dile benden ne dilersen? Çok fonksiyonlu telefonlar, bilgisayarlar, pahalı hediyeler... Kışta kıyamette yollara dökülmeler... Ne öyle, ne böyle... Ölçü kaçırılmamalı, her şey kararında kıvamında olmalı. Elbette çalışanla çalışmayan aynı kefeye konulmamalı, şımartmadan, abartmadan emek ödüllendirilmeli. Başarısızlığın da sebepleri araştırılmalı, pozitif yaklaşılmalı. Bunu yaparken soğukkanlı, sabırlı, sevgi dolu davranılmalı, sevgi başarıya endekslenmemeli. Evet... Karne, öğrencinin bir dönemdeki performansını gösterir. Bu aynı zamanda sadece öğrencinin değil, hepimizin karnesidir. Bir başarı veya başarısızlık söz konusu ise bunda aile, öğretmen ve eğitim sistemi birlikte pay sahibidir. Ayrıca notlar bu belirlemede ne derece objektif bir ölçüdür? Üniversite sınav sonuçları ortada. Onlarca okul birincisi üniversite kapısından döndü. 30.000 lise mezunu sıfır puan aldı. Fenden 700 bin, matematikten 250 bin öğrenci sadece bir kaç soruyu cevaplayabildi. Baraj puanları düşürülerek 100 üzerinden 20 puan alanlar sınavı kazandı. Buna rağmen yüzbinlerce öğrenci, umutlarını gelecek yıla taşıdı. Dershanelere, özel öğretmenlere ödenen paralar, daha önemlisi boşa giden yıllar. Şimdi şu soruyu soralım: Böylesine dökülen yüzbinlerce öğrenci nasıl mezun oldu? Öğretmenlerin hiç mi sorumluluğu yok? Müfredatla, üniversite sınavları farklı mı? Farklı ise neden? Cevaplanmalı. Ya eğitim sistemi? Tam bir keşmekeş, yaz boz tahtası. Hayattan kopuk, ezbere dayanan, bilgi depolamayı marifet sanan bir anlayış. Kısa sürede unutulacak formüller, şemalar, tarihlerle körpe beyinler doldurulur. Derslerde monolog esastır, öğrenciye söz hakkı tanınmaz. Soru soran, eleştiren hoş karşılanmaz. Sadece dinleyen, itiraz etmeyen makbuldür. Bu kafa ile düşünen, araştıran, sorgulayan, fikrini cesaretle ifade eden okuma alışkanlığı kazanan gençler yetişmez. Ayrıca böyle bir zihniyet bilimsel gelişmeleri de önlemektedir. Daha öncede yazdık; bilim dünyasında hiç de haketmediğimiz bir yerde bulunmamız bunun delilidir. Temel bilimler, fen ve matematikte OECD ülkeleri arasında sondan 2’nci, dünyada 60. sırada bulunuyoruz. Dünyanın en iyi üniversiteleri arasına tek bir üniversitemiz girememiştir. Üzülmeliyiz. Velhasıl eğitim alanında biz büyüklerin karnesi kırıklarla doludur. Çocuklarımıza fazla yüklenmeyelim. 01.02.2010 E-Posta: [email protected] |