Süleyman KÖSMENE |
|
Levh-i Mahv ve Levh-i Mahfuz |
Mehmet Ali Akten: “Otuzuncu Sözde izahı yapılan “Ene”, İkinci makamında geçen “Tahavvülât-ı Zerrât”, “İmam-ı Mübîn”, “Kitâb-ı Mübîn”, “Levh-i Mahv”, “Levh-i Mahfuz-u Azam” terimleri ile Üçüncü Noktada geçen “Yedi Kânûnu” açar mısınız?”
Bedîüzzaman Hazretleri Otuzuncu Söz’de Levh-i Mahv ve İspat ile Levh-i Mahfuz-u Azam’ı birbirine bağlı olarak tanımlar. Levh-i Mahv ve İspat; içinde yaşadığımız değişken âlemdir. Her saat, her an, her saniye her şeyin değiştiği ve hiç durmadan yenilendiği, baş döndürücü bir hızla bir akarsu gibi hiç durmadan akan bu âlem, her zerresiyle Levh-i Mahfuz-u Azam’a bağlıdır. Levh-i Mahfuz-u Azam ise Allah’ın emir, irâde ve ilmine ait büyük kayıt defteridir. Levh-i Mahfuz, lügatte korunmuş levha demektir. Kur’ân’da Kur’ân'ın aslının Levh-i Mahfuz’da korunduğu bildirilir.1 Cenâb-ı Hakk’ın olmuş ve olacaklarla ilgili bütün bilgisi levh-i mahfuzda gizlidir. Levh-i Mahfuzda sebat ve devamlılık esastır. Levh-i Mahv ve İspatta ise değişkenlik ve yenilenmek esastır. Çünkü Levh-i Mahv ve İspat, Allah’ın ilmine ve râdesine göre yazılmış bulunan Levh-i Mahfuz-u Azamdaki İlâhî bilgilerin icrâsı, imlâsı ve yazılımı mâhiyetinde, hiç durmadan değişen bu âlemdir. Allah (c.c.), istediği her şeyi, istediği her an, istediği şekil ve sıfatla değiştirir, tebdil eder. Her şeye, her zaman yeni bir tarz ve yeni bir şekil verir, her şeyi halden hale uğratır. Kâinâtta her şey Allah’ın irâdesiyle, kudretiyle ve hikmetiyle bir yazar-bozar tahtası hükmünde her an değişikliğe uğramakta, her an yenilenmekte, her an tazelenmektedir. Kâinât sarayında her şeyin elbisesinin her saatte tam bir intizam içinde değiştirildiğini beyan eden Bedîüzzaman Hazretleri, Sâni-i Zülcelâl’in zamana bir ip gibi, bir şerit gibi her sene başka bir âlemi takıp gösterdiğini, o taktığı âlemi de senenin her gününde intizamla ve hikmetle yeniden değiştirdiğini kaydeder.2 “Göklerin ve yerin yaratılışı ile dillerinizin ve renklerinizin farklılığı da Onun âyetlerindendir.”3 Âyetinde göklerin ve yerin yaratılışından en son silsile olan dillerin ve renklerin farklılığına intikal eden Kur’ân’ın i’câzkârâne bir îcâz gösterdiğini kaydeden Saîd Nursî, bu âyetin Sâni-i Hakîm’e şehâdet eden âlem sahifesini nazara verdiğini; göklerin ve yerin yaratılmasından, göklerin yıldızlarla tezyin edilmesi ve yeryüzünün hayat sahipleriyle şenlendirilmesine kadar; sonra, güneş ve ayın istihdam edilerek mevsimlerin değiştirilmesinden, gece ve gündüzün birbiri peşi sıra devrine ve bu devir içindeki muhtelif değişikliklere kadar bütün tecellîlerin ve değişikliklerin, Cenâb-ı Hakkın isimlerinin eserleri olduğuna bu âyetle işâret edildiğini beyan eder.4 Saîd Nursî Hazretlerine göre, her şeyin dizgini elinde ve her şeyin anahtarı yanında olan Kadîr-i Zülcelal, gece ve gündüzü, kış ve yazı bir kitap sayfaları gibi kolayca çevirir, dünya ve âhireti iki menzil gibi bunu kapatır, onu açar.5 Kolumuzdaki saatin sabit gibi görünmesine karşın, içindeki çarkların durmak bilmeyen hareketleriyle dâimâ bir zelzele yaşadığını kaydeden Bedîüzzaman, Kudret-i İlâhiye’nin bir büyük saati olan şu dünyanın da görünüşteki sabitliğiyle beraber, dâimî bir zelzele ve değişiklik içinde yuvarlandığını beyan eder.6 Üstad Saîd Nursî’ye göre, dünyanın gece ve gündüzü, o büyük saatin saniyelerini sayan iki başlı bir mil hükmündedir. Sene o saatin dakikalarını saymakta, asır ise saatlerini saymaktadır. Zaman da, dünyayı yokluk dalgalarına atmakta; geçmişi ve geleceği yokluğa vererek, meydanda yalnız hazır zamanı bırakmaktadır. Böylece akıp giden zaman fırtınası içerisinde değişmeyen hiçbir şey kalmamaktadır. Dünyada her şey vahşî bir akarsu gibi hızla akmakta, akıntının her saniyesinde her şey değişmektedir. Her şeyin böylesine değişmeye maruz kalması Cenâb-ı Hakkın isimlerinin cilvelerinin, tasarruflarının ve tecellîlerinin her saniye tazelendiğini göstermektedir.7 Kâinâtın hiçbir silsilesi, tâmir ve tecdid için tahripten ve dağılmaktan kendini kurtaramamıştır. Bir zaman gelir ki; büyük kâinat hakikatının kışır bir sûreti olan şehâdet âlemi, Fâtır-ı Zülcelâl’in izniyle parçalanır ve sonra daha güzel bir sûrette tazelenir; Cenâb-ı Hakkın yer yüzünü değişikliğe uğratacağı hakkındaki vaadi böylece gerçekleşir.8 Hâlık-ı Rahîm’in, bir kuşun tüylü elbisesini her sene hangi kanunla değiştiriyor ise, aynı kanunla her sene yer yüzünün elbisesini de değiştirdiğini beyan eden Üstad Saîd Nursî, Cenâb-ı Hakkın aynı kanunla her asırda dünyanın şeklini tebdil ettiğini, aynı kanunla Kıyâmet vaktinde kâinatın sûretini tebdil edeceğini ve her şeyi âhiret âlemi sûretinde değiştireceğini kaydeder.9 Bedîüzzaman Hazretlerine göre, insan, hayatında dört türlü inkılâp yaşamaktadır: Önce ölü ve yok hükmünde olan insan, sonra hiçten yaratılmış ve kendisine hayat verilmiştir. Sonra bir kez öldürülecek ve en sonunda ise hayatı tekrar iâde edilecektir.10 İnsanın vücudu tavırdan tavıra; yani nutfeden alakaya, alakadan mudğaya, mudğadan et ve kemiğe, et ve kemikten insan sûretine bir kast, bir irâde ve bir ihtiyâr altında, hususî kanunlarla, muayyen nizamlarla, muntazam hareketlerle intikal etmekte, değiştirilmektedir. İnsan önce kalıptan kalıba girip çıkmakta, sonra insan vücudu her sene kendi elbisesini değiştirmektedir. Çünkü bedendeki hücreler hep yakılıp, yıkılıp, yeniden yaratılarak sürekli bir değişikliğe tabi tutulmaktadır.11
Dipnotlar:
1- Burûc Sûresi, 85/22. 2- Sözler, s. 61. 3- Rûm Sûresi, 30/22. 4- Sözler, s. 363. 5- Sözler, s. 390. 6- Sözler, s. 401. 7- Sözler, s. 402. 8- Sözler, s. 489. 9- Mektûbât, s. 281; İşârât’ül-İ’câz, s. 193. 10- İşârât’ül-İ’câz, s. 231. 11- İşârât’ül-İ’câz, s. 58. 01.02.2010 E-Posta: [email protected] |