Ali OKTAY |
|
Kâzım Karabekir Paşa’nın bilinmeyen bestecilik yönü |
Geçen gün medyada Kâzım Karabekir Paşa’nın bir anma programı ile hatırlandığını okumuşsunuzdur. Hatta ilk kez bu programa Genelkurmay Başkanı düzeyinde bir katılım olduğu belirtiliyordu. Kâzım Karabekir Paşa haberlerini okuyunca aklıma Paşa’nın aslında pek bilinmeyen bir yönü geldi. Sanırım bir çok kişi Kâzım Paşa‘nın bir zamanlar bir beste yaptığını, hatta anlamlı bir beste yarışmasına katıldığını duymamıştır. Bakınız nasıl? Millî Şairimiz Mehmet Âkif Ersoy’un yazdığı şiir, 12 Mart 1921 yılında büyük bir coşkuyla İstiklâl Marşı olarak kabul edilince, sıra artık bu marşın bestelenmesine gelmiştir. Maarif Vekâleti İstanbul Maarif Müdürlüğü’nden bir beste yarışması açılmasını ister. Kurulan komisyona 55 marş bestesi katılır. Yarışmaya katılan bestekârlar arasında kimler yoktur ki: Giriftzen Âsım Bey, Hüseyin Sadeddin Arel, Lem’i Atlı, Mustafa Sunar, Rauf Yekta Bey, Hâfız Saadeddin Kaynak, Zati Arca, Zeki Üngör, Bimen Şen -ki kendisi gayrimüslim, Ermeni bir bestekârımızdır- Suphi Ezgi, Santuri Ethem Efendi, Leyla Saz. İşte bu önemli ve ünlü bestekârlar arasında biri daha vardı ki oldukça dikkat çekmekteydi: Kâzım Karabekir Paşa. Yarışma sonunda İstanbul Şark Musikîsi Heyeti Reisi Ali Rıfat Çağatay’ın bestesi birinci olarak seçilir ve Karabekir Paşa’ya da İstiklâl Marşı beste yarışmasına katılmanın onuru kalır.
İki Damla Gözyaşı Lise çağlarımın baş ucu tarih kitaplarıydı merhum Mustafa Müftüoğlu’nun “Yalan Söyleyen Tarih Utansın” serisi. İlk kez burada okumuştum ‘O’ yürek burkan şiiri. Millî Mücadele’ye katılmış pek çok komutan İzmir Suikasti bahane edilerek emekli edilmişti. Bu paşalar emekliliğe sevk edilince ne yazık ki büyük geçim sıkıntısına uğramışlardı. Meselâ Cafer Tayyar Paşa, Beşiktaş’ta bir odun deposunda satış memurluğu yapmış, Ali Fuad Paşa yamalı pantolonla gezmek durumunda bırakılmış ve Kâzım Karabekir Paşa ise, o ıztıraplı yılları domates yetiştirerek geçirmiştir. İşte bu geçim sıkıntısının üzerine bir de hanımının hastalığı eklenince bir aile reisi için dayanılması oldukça zor bir durumla karşı karşıya kalmıştı. 15 Ocak 1928 yılında kendi yazdığı şiiri ile sizi başbaşa bırakırken, şiirin mısraları arasından dökülen ıztırabı eminim sizler de hissedeceksiniz.
İki Damla Gözyaşı
Yetmiş lira ile bir müteâkid adam İken, ikiz kızımız da doğdu olduk tamam.
Tam bu sırada hastalık saldırdı bize İki yavrumla anneleri diz dize Sancılar altında kıvranıyorlardı Hayatımın kalmamıştı artık tadı
Kalmamıştı elimde hiç satacak Peki, ya bu hastalara kim bakacak? Satmıştım elimde olanı Yemiştik maziden kalanı
Düşünüyordum, iki elimde başım Dalmışım bunalmışım. Seslendi refikam: -Paşam! Paşam! Nedir bu ye’sin? Nerede her günkü neş’en? Hastalığım artar seni böyle görürsem Bu günler de geçer üzülme sakın, Nerede ise gelir doktorlar vakit yakın.
-Doktorlar mı gelecek dedin? Acı, pek acı bir şeyler söyledin! Söylemeğe bulamıyorum mecal Verecek vizita param yok İclâl!..
Borç felâkettir şuna buna Giremem bu tehlikeli oyuna
Yanıyordu ellerimde başım, Cevap verdi yüksek arkadaşım: -Dedelerimden kalma yadigâr Bir pırlanta ile bir saatim var. Gönderin bedestana sattırın Bu ağır yükü benden attırın.
Taşı, saati uzattı bana Ben de gönderdim sat salonuna Birkaç yüz lira geldi geriye Sıkıntıyı attık biz ileriye
Fakat refikam, döndürürken duvara başını Gördüm iki damla göz yaşını. Kalbimi deldi o iki damla yaş Haksız yere idi bu çetin savaş. 28.01.2010 E-Posta: alioktay@alioktay. net |