Suna DURMAZ |
|
Kışı özlüyorum |
Bir çok insanın mevsimlerle ilgili unutulmaz hatıraları vardır. Sonbaharın sarı yaprakları, kışın bembeyaz örtüsü, baharın rengârenk çiçekleri, kelebekleri ve uğur böcekleri, yaz güneşinin ısıttığı ılık deniz, yine yaz aylarında çeşit çeşit leziz meyve ve sebzelerle dolu olan bağ ve bostanlar insanı çok farklı âlemlere götürürler. Her birinin kendine has efsunu vardır insanı büyüleyen. Çocukluğum kış aylarının çok soğuk olduğu Ağrı’nın Eleşkirt ilçesinde geçti. Bu yüzden kış mevsimiyle ilgili çok güzel unutulmaz hatıralarım vardır. Yıllardır bir çöl ülkesi olan Kuveyt’te yaşadığımdan, kış ayları geldiğinde, geçmişe özlem duyarak hayalen bir nostalji yaşarım... Toprak damlı ve taş duvarlı olan evimizin arkasında genişçe bir çukur vardı. Gece boyu yağan kar burayı doldururdu. Çukurun karla dolması beni ve mahalle çocuklarını çok sevindirirdi. Çünkü, kış mevsiminde arkadaşlarla oynayabildiğimiz tek oyun, damın üzerine çıkıp yaklaşık iki metre derinliğinde olan kar yığının içine atlamaktı. Hiç üşenmeden, duvara dayatılmış olan merdiven basamaklarını koşa koşa çıkar, hep bir ağızdan ‘hoppaa!’ diye bağırarak pamuk gibi yumuşak olan karın kollarına atardık kendimizi. Bu oyundan o kadar zevk alırdık ki, oyunu defalarca tekrarladığımızdan dolayı kan ter içinde kalırdık. Çoğu zaman kapımızın önü karla kapanırdı. Okula gidebilmek için evin önünde birikmiş olan karın temizlenmesi gerekirdi. Ellerimize aldığımız küçük küreklerle kapının önünü birazcık açar, sonra da en az yarım metre yüksekliğinde olan karlara saplana saplana okula giderdik. Okula giden iki yol vardı. Biri uzun olan çarşı yolu; diğeri dere yolu. Annelerimizin “Sakın dere yolundan gitmeyin ayaklarınıza su dolar” diye tembih etmelerine rağmen, biz kestirme yol diye buzla kaplı olan dere yolunu seçerdik. Derenin üzerini şeffaf bir elbise gibi örten buzların altında, nazlı bir gelin edasıyla süzülerek akan küçücük balıklar görürdük zaman zaman. Okula geç kalma durumu olsa da, büyük bir zevkle onlara bakardık. ‘Nereden geliyorlar ve nereye gidiyorlar? Buzların altında nasıl yaşıyabiliyorlar?’ diye merak ederdik. Buzlar, genellikle üzerine basabileceğimiz kadar kalın olurdu. Bazen de bastığımız yer ince olduğundan ‘çattt!’ diye kırılır, lastik çizmelerimize soğuk su dolardı. Okula vardığımızda ilk yaptığımız iş, soğuktan donmuş olan ellerimizi ve ıslanmış ayaklarımızı sobaya doğru tutarak ısıtmak olurdu. Soğuk günlerde okulda geçirdiğimiz en güzel saat beslenme saatiydi. Beslenme saati gelince, hademeler sıcak sıcak süt dağıtırlar, yanında da askeriyenin fırınlarında pişirilmiş olan çörek verirlerdi. Ahh o çörekler! O çöreklerin lezzetini hiç unutamadım. Bir de, kuruması için dışarıdaki çamaşır iplerine serilmiş olan elbiselerin donup kaskatı kesildiğini hatırlıyorum. Ayazdan sertleşen elbiseler içeri girince, eve mis gibi bir koku saçılırdı. Lavanta, gül, karanfil, yasemin kokularını aratmayan güzel bir kokuydu o. Karla yaptığımız ev temizliğini de unutamıyorum. Annem hergün bir kaç kürek kar getirip bunları halıların ve kilimlerin üstüne serper sonra süpürürdü. Halılara serpilmiş olan kar hiç erimediği gibi, kömür kokusunu ve isini de alıp götürürdü. Çocukluğumun taşıtları taksi, minibüs veya otobüs değildi. Karlarla kaplı olan yolların taşıtları, atların çektiği kızaklardı. Köye, dayımların yanına giderken kızağa binerdik. Açık havada, yün battaniyelere sarılarak lapa lapa yağan karın altında yolculuk yapardık. Bazen de tipiye tutulurduk. Böyle zor şartlar altında yapmış olduğumuz yolculukların birinde el ve ayaklarım donma tehlikesi atlatmıştı. Köye vardığımızda dayımlar hayli telâşlanmışlar, el ve ayaklarımı önce karla oğuşturmuşlardı, sonra da sıcak yünlere sarmışlardı. Sıcakla temas eden ellerim çok acımıştı. Hatıralarımdan hiç silinmeyen o acıya rağmen, Ağrı’nın ilikleri donduran zemheri soğuğunu çok özlüyorum. 24.01.2010 E-Posta: [email protected]@hotmail.com |