Kazım GÜLEÇYÜZ |
|
Haiti dersleri |
Bugünlerde hayat ve ölüm çelişkilerinin en çarpıcı örnekleriyle yaşandığı ibret levhalarını, 7 şiddetindeki depremin yerle bir ettiği Haiti’de müşahede etmekteyiz. Bir taraftan, depremin en çok vurduğu başkentte yüz binlerle ifade edilen ölü sayısı. Çıkarılan cesetlerin, medyada “İnsanlığın bittiği an” yorumlarıyla yansıtılan görüntülerde adeta birer çöp torbası gibi fırlatılıp üst üste yığılması ve ardından toplu halde derin çukurlara gömülmesi. Diğer taraftan, fırsattan istifade yağmacılığa tevessül edenlerin linç edilip, cesetlerinin halatlarla sürüklenerek gezdirildikten sonra ateşe verilmesi. Her tarafın böylesine buram buram ölüm koktuğu bir yerde, enkaz altında canlı arayan kurtarma ekiplerinin depremden günler sonra sağ çıkardıkları insanların coşkulu sevinç çığlıkları ve alkışlarla karşılanması, çok garip bir paradoks. Yağmacıları linç edip yakanlarla bir canın kurtulmasına sevinenler iç içe, belki de aynı kişiler. Bu linç ve yakma tepkisi, enkaz altındaki canlıları kurtarmak ve geride kalanların âcil ihtiyaçlarını karşılamak başta olmak üzere felâketin yaralarını sarmak için topyekûn bir dayanışma gerekirken, birilerinin fırsatçılık yapıp, yağma, hırsızlık ve ölü soyuculuğuna tevessül edecek kadar alçalmalarına duyulan reaksiyonun bir neticesi. Ancak tepkinin bu kadar ilkel ve vahşi yöntemlerle ortaya konulması, ayrıca izaha muhtaç. Demek ki, Haiti’de hem toplumda bu yapı ve karakterde insanlar var; hem de her şart ve durumda düzeni sağlamakla görevli ve sorumlu devlet mekanizması, depremle birlikte çökmüş. Oradaki bir başka ibret tablosu, bilhassa gıda ve su gibi temel ihtiyaç maddeleri dağıtılırken yaşanan izdiham manzaralarında gözleniyor. Zaten yetersiz ve gecikmeli olduğu söylenen yardım malzemelerinin dağıtımındaki ciddî aksamalar, çaresizlik içerisinde bekleyenleri isyan ettiriyor. ABD’nin düzeni sağlama ve yardımları koordine etme gerekçesiyle ülkeye gönderdiği askerler ise, “Orayı da mı işgal ediyor?” suallerini gündeme getiriyor. Daha önce dünyanın başka yerlerinde yaşanan benzer felâketlerde olduğu gibi. Bunlar, Haiti depremi sonrasında olup bitenlerin bize yaptırdığı tesbit ve değerlendirmeler. Tümünde, insan denen meçhulün zaafları, çelişkileri, meziyetleri ve üstün özellikleri iç içe. Bir zaman sonra, belki zorlanılarak ve büyük sıkıntılar çekerek de olsa, düzen tekrar kurulacak. Depremden sağ kurtulanların gıda, su, ilaç, sağlık, barınma ihtiyaçları karşılanacak. Yıkılan binaların yerine yenileri inşa edilecek. Zaman içinde acılar unutulacak ve hayat devam edecek. Ama çelişen iki tablo asla unutulmayacak: Linç edilip yakılan yağmacılarla onları ateşe verenlerin ve enkaz altından sağ çıkanlarla onları coşkulu alkışlarla karşılayanların görüntüleri. Özellikle, tek bir kişinin dahi hayatını kurtarmanın verdiği derin insanî haz ve coşku, dini, ırkı, dili ne olursa olsun, bütün insanlığın ortak ve evrensel psikolojisini aksettiren asil bir duygu olarak yaşanmaya ve paylaşılmaya devam edecek. Aslında hayat kurtarma ve ona ilâveten her insanın yaratılıştan gelen temel hak ve hürriyetlerini savunma misyonu, bütün insanlık âlemindeki temiz vicdanları buluşturan çok yüksek bir ideal. “Masumların imdadına koşanlar ve istirahat-ı beşeriye için ve esasat-ı diniyeyi ve mukaddesat-ı semaviyeyi ve hukuk-u insaniyeyi muhafaza için mücadele edenler” (Kastamonu Lâhikası, s. 148) olarak sıraladığı insanlar için “O fedakârlığın manevî ve uhrevî neticesi o kadar büyüktür ki...” diyen Bediüzzaman’ın ifadeleri, bu ideal için seferber olan insanlık fedailerini tanımlıyor. “Mevcudat içinde en kıymettar, hayattır. Ve vazifeler içinde en kıymettar, hayata hizmettir” diyen Üstadın, hayata dair hizmetler içinde en kıymetli olanın da, fâni hayatın bâki hayata dönüşmesi için çalışmak olduğunu belirten sözleri ise (Tarihçe, s. 329) konunun en önemli boyutunu, ebedî hayatları kurtarma misyonunu vurguluyor. 24.01.2010 E-Posta: [email protected] |