Hüseyin GÜLTEKİN |
|
En değerli varlıklarımız ağlamasın |
Dinî değerlerin toplum hayatından tasfiyeye yüz tutması ahlâkî yozlaşmayı, insanların birbirlerine karşı saygı, sevgi, şefkat, merhamet gibi duygularının körelerek işlemez hâle gelmesini netice veriyor. Karşılıklı hürmet, şefkat, hoşgörü gibi insanları birbirine bağlayan güzel hasletlerin işlemediği bir cemiyette candan, samimî, sıcak ilişkilerden bahsetmek elbette mümkün olmuyor. Gençler büyükleri takmıyor, büyükler de gençlere karşı istenilen şefkat ve hoşgörüyü gösteremiyor. Toplumdaki hoş olmayan bu gidişâtın bedelini her sınıf ve yaştaki insanlar çekmekle birlikte, en ağır bedelini yaşlı anne babalar ödüyor olmalı ki, bu konuda onların sık sık sitem ve serzenişlerine şahit oluyoruz. Ömür dakikalarının artık kışını yaşayan, “menşe-i ahzan” olan ihtiyarlığın ağır yükünü kaldırmakta zorluk çeken ihtiyarlarımızın, böyle ahlâkî aşınma yaşanmakta olduğu bir ortamda hayatlarını sürdürmelerindeki zorlukları, güçlükleri her halde tarife gerek yok. Artık her türlü bakıma, sevgiye, şefkate muhtaç haldeki beli bükülmüş ihtiyarlarımızın yardımına kim veya kimler koşacak? Onların sesine kimler kulak verecek? Onlara kimler şefkat kanatlarını gerecek, onları kimler teselli edecek, kimler maddî manevî destekte bulunacak? Bu suâllerin doğru cevabı; ‘evlâtlar’ olması gerekir değil mi? Hayatlarını hayatlarına severek fedâ eden yaşlı anne ve babaların imdadına, yardımına ilk koşması icab edenlerin evlâtlar olduğu her halde kesin bir cevap olsa gerek. Konu ile alâkalı olarak Yüce Allah’ın söylediklerine kulak verelim isterseniz: “Rabbin şunu da emretti: Ondan başkasına ibadet etmeyin, ana ve babaya da iyilikte bulunun, onlardan biri veya her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına erişecek olursa, onlara sakın ‘öf’ bile deme, onları azarlama, onlara güzel söz söyle.” “Onlara merhamet ve tevazu kanadını ger ve de ki. ‘Ey Rabbim nasıl onlar beni küçükken besleyip büyüttülerse, sen de onlara öylece merhamet buyur.’” (İsra Sûresi 23-24) Âyet-i kerimelerdeki açık ifadelerden de anlaşıldığı gibi mağdur anne babaya karşı ilk ve yegâne sorumlunun evlâtlar olduğunu görüyoruz. Yüce Allah’ın “Onlara ‘öf’ bile demeyin”, “Onlara iyilikte bulunun”, “Onlara şefkat kanatlarınızı gerin” diye açıktan emir buyurduğu bu ikazları günümüz evlâtları ciddiye alıyorlar mı bilemiyorum? Doğrusu bir çok evlâdı olduğu halde huzurevlerini zoraki mekân edinen pir-i faniler olmasaydı; yaşlılığın ağır yüküne eklenen hastalıklarına, dertlerine devâ bulmak için hastane kapılarında yalnızlık içinde bekleyen sayısız ihtiyarlara şahit olmasaydım; onca varlıklı evlâtlarına rağmen korkunç sayıdaki yoksul yaşlı anne-babaları görmeseydim; dişinden tırnağından kısarak besleyip büyüttüğü, okutup adam ettiği evlâtları tarafından terk edilmiş nice gözü yaşlı anne-babaların perişan hallerine şahit olmasaydım belki bunları dile getirmeyecektim. Görebildiğimiz kadarıyla, istisnaları olmakla beraber bir İslâm diyarı olduğu halde bu ülkede bir çok ihtiyar anne babanın perişaniyeti, mağduriyeti acı bir gerçektir. Az da olsa anne babasını baş tâcı edinen, onların huzur ve mutluluğu için çırpınan, didinen, gençlerimizin bulunması elbette sevindiricidir. Bu işin şuurunda olan, anne baba hakkını ciddiye alarak o yönde bir gayretin içinde bulunan gençlerimizin sayısının artmasını temennî ediyoruz. Şu hadis-i şerifleri tefekkür etmekte fayda var: “Allah’a itaat etmek, anne ve babaya itaat etmektedir. Anne babaya isyan eden, Allah’a isyan etmiş olur”, “Rabbin rızası, babanın rızasındadır. Rabbin gazabı, babanın gazabındadır.” Bediüzzaman’ın şu tesbitiyle konuyu bitirelim: “Evet, dünyada en yüksek hakikat, peder ve validelerin evlâtlarına karşı şefkatleridir. Ve en âli hukuk dahi, onların o şefkatlerine mukabil hürmet haklarıdır. Çünkü onlar, hayatlarını, kemâl-i lezzetle evlâtlarının hayatı için feda edip sarf ediyorlar. “ (Mektubat, s. 250) 24.01.2010 E-Posta: [email protected] |