Elif Eki |
|
Kur’ân’ın dört esası: Hayat yolculuğunda yol haritamız |
Yrd. Doç. Dr. Atilla Yargıcı Harran Üniversitesi Öğretim Üyesi [email protected] 1. ESAS Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri İşaratü’l-İ’caz tefsirinde Kur’ân’ın dört ana unsuru olduğunu bildirmektedir. Bu unsurlar da, tevhid, nübüvvet, haşir, adalet ve ibadettir. Bunlar, asıl vazifesi iman ve ibadet olan insanın hayat yolculuğunda bir yol haritasıdır. Bu dünyaya cahil olarak gönderilen insan, doğumundan ölümüne kadar öğrenmeye muhtaçtır. Buna ilim denmektedir. İlimlerin özü ise marifetullahtır. Marifetullah’ın temeli ise Allah’a imandır. İnsanın fıtratında var olan inanma ihtiyacı, Allah’ın zatında ve sıfatlarında hiçbir ortağı olmadığına, tek olduğuna inanmakla tatmin olur. Bunun için Kur’ân insanı tevhid inancına çağır. Kur’ân’ın ilk nazil olduğu döneme baktığımızda insanların büyük ekseriyeti müşrik idi. Bunlar Kur’ân’ın bildirdiğine göre Allah’a var olduğuna inanıyorlardı. (Andolsun, onlara, “Gökleri ve yeri kim yarattı?” diye sorsan, mutlaka, “Onları mutlak güç sahibi, hakkıyla bilen Allah yarattı” diyeceklerdir.) Zuhruf, 43/9. Ancak geleneklere bağlılık onları akıl ve kalp gözlerini kör etmişti. Bu yüzden kendi elleriyle yaptıkları, hiçbir gücü olmayan, fayda ve zarar vermekten aciz putlara tapıyorlardı. Bu yüzden Kur’ân tevhid üzerine çok vurgu yapmış, insanların akıllarına hitap ederek, akıllarını çalıştırmalarını, düşünmelerini önermiştir. Kur’ân’ın onları rencide etmeden tevhid inancına dâveti zaman içerisinde meyvesini vermeye başlamış ve büyük çoğunluğu fıtratlarının sesine kulak vererek Allah’ın bir olduğuna inanmışlardı. Kur’ân’a baktığımızda tevhid merkezli bir dünya görüşü oluşturmaya çalıştığını görürüz. Kâinattaki varlıklara bakan, onları bir kitabın sayfaları gibi okuyan bir insan, bütün varlıklara tevhid gözüyle bakmalıdır. Gördüğü her şeyde tevhidin izini, özünü fark etmelidir. Her baktığı ve gördüğü güzelliklerde; bir çiçekte, bir çocukta, bir balıkta, bir kuşta O’nun isimlerinin yansımalarını idrak etmeli ve “Bana her şey seni hatırlatıyor” bilincine ulaşmalıdır. Bu tevhid bakışı, insanın her an Allah’ın huzurunda olduğunu hissettirir. Her an Allah’ın huzurunda olduğunu bilen bir kimse, huzurda edebe aykırı bir davranışta bulunmadığı gibi, O'nun emirlerini ve yasaklarını yapma konusunda son derece dikkatli olur.
2. ESAS Kur’ân’ın temel esaslarından birisi de nübüvvettir. Nübüvvet, peygamberlik demektir. Said Nursî’nin Mesnevî-i Nuriye’deki ifadesiyle “nev-i beşerde nübüvvet, beşerdeki hayır ve kemâlâtın fezlekesi ve esasıdır”. Nübüvvet, Hz. Adem ile başlayıp, Hz. Muhammed (asm) ile biten bir ilâhî silsiledir. Kur’ân peygamberleri ve en son da Hz. Muhammed’in (asm), üsve-i hasene olarak gönderildiğini beyan etmektedir. (Ahzab, 33/21) Bu güzel örneklik, peygamberlerin ve en son Hz. Muhammed’in (asm) iman, ibadet ve ahlâklarında gözükür. Bu yüzden Peygamberimizin (asm) ahlâkı Kur’ân’da “yüce ahlâk” olarak övülmüştür. (Kalem, 68/4.) Bu yüzden biz insanların en çok muhtaç olduğumuz şey, başta Hz. Muhammed olmak üzere bütün peygamberlerin hayatları boyunca sergiledikleri güzel ahlâktır. Sabırlı olmayı, sevgi ve şefkatle dolu olmayı ve insanların imanlarını kurtarmaya hizmet etmeyi ve bunun karşılığında hiçbir ücret almamayı, sebat etmeyi hep peygamberlerden öğreniriz. Bunun için Kur’ân peygamber kıssalarını bize anlatır; anlatmakla kalmaz bir de bir çok sûrede tekrar eder. Çünkü bizim onların güzel örnekliklerine her zaman ihtiyacımız vardır. Peygamberler iman, ibadet ve ahlâk bakımından güzel örnek oldukları gibi, medeniyetin gelişmesinde de mu'cizeleriyle önderlik etmişlerdir. İnsanlığa büyük hizmet eden gemi Hz. Nuh peygamberin, saat Hz. Yusuf’un, uçak Hz. Süleyman’ın (Hz. Süleyman’ın rüzgâra binip gitmesi, insanlara havanın kaldırma kuvvetini öğretmiştir) Yine televizyon Hz. Süleyman’ın, (Hz. Süleyman’ın Belkıs’ın tahtını görüntü ve gerçek olarak göz açıp kapayıncaya yanındaki bir kimseye getirtmesi, televizyonun çok ilerisinde eşyanın nakline dair insanlığın aklına yeni fikirlerin gelmesine sebep olmaktadır) ve demirin eritilerek sanayide kullanılması da, Hz. Davud’un eliyle insanlığa hediye edilen yüksek nimetlerdendir. Çünkü Muhakemat’ta bildirildiği gibi, insan kâinatta var olan şeyleri taklit etmekte, bir örneğe muhtaçtır. Kuşu görür. Ama kuş gibi uçmayı Hz. Süleyman’dan öğrenir ve tatbik eder. İşte uçakların bugün insanlığın işlerini ne kadar kolaylaştırdığı, demirin medeniyetin gelişmesinde ne kadar büyük katkıları olduğu, gemilerin yolcu ve yük taşımada ne kadar büyük kolaylık sağladığı, bu sayede insanların daha müreffeh ve daha rahat bir hayat geçirdikleri bir realitedir. Ama bütün bunlar şükür isterken, insanların nankörlük etmesi de, nübüvvetle bağlarını koparmış olmalarından kaynaklanmaktadır.
3. ESAS Kur’ân’ın üçüncü önemli konusu da, haşirdir. Yani insanın öldükten sonra tekrar diriltilecek olması ve Allah’ın huzurunda hesaba çekilecek olmasıdır. İnsanın güzel ahlâklı olması için iman ve peygamberleri örnek alması yetmez. Eğer yapılacak kötülüklere karşılık ceza, iyiliklere karşılık da mükâfat alma inancı olmazsa, insanın toplum halinde huzurlu ve mutlu bir hayat geçirmesi imkânsızdır. Bu yüzden ahiret inancı, iyilikleri yapmaya, kötülüklerden uzaklaştırmaya sevk eder. İyi insanlar hesaplarını kolayca verip cennete gidecekleri ve orada sayısız nimetlere kavuşacaklarıyla ilgili âyetler, insanları o ebedî mutluluk diyarına gitmek için dikkatli olmaya sevk eder. Bunun yolu Allah’ı razı etmekten geçer. Bu da imandan sonra yapılacak amelleri ihlâslı bir şekilde yapmayı gerektirir. Aynı zamanda inançsız, münafık ve müşrik insanların, bir de günahları sevaplarından çok olanların cehenneme gideceğinin anlatılması, onların orada çekecekleri elemlerin etkili bir şekilde tasvir edilmesi, insanın yapmayı düşündüğü kötülüklerden uzaklaştırır. Eğer bu inanç olmasa, insanlar bencil, zalim, ahlâksız, mütecaviz, kibirli, gururlu hasılı kötü ahlâkta sınır tanımaz olur çıkarlar.
4. ESAS Kur’ân’ın üzerinde durduğu dördüncü ana unsur ise adalet ve ibadettir. Toplum halinde yaşayan insanlar ürettiklerini değiş-tokuş yaparken, yani alış veriş yaparken, insanlarla münasebetlerinde adaletin tesisine ihtiyaç duyarlar. Çünkü pratikte bu ilişkilerde bir çok haksızlıklar meydana gelir. Eğer bu haksızlıklar önlenmezse, toplum hayatında düzen, intizam, ahenk diye bir şey kalmaz. Güçlü olanın zayıfı ezdiği, zengin olanın fakirleri horladığı, birbirlerine yan gözle bakanların kavga görültü çıkardığı, birbirlerine acımasızca öldürdüğü, anarşi ve terörün kol gezdiği bir toplum ortaya çıkar. Bunun asıl sebebi de, İşaratü’l-İcaz’da Fatiha Sûresindeki “sırat-ı müstakim”in tefsirinde dikkat çekildiği gibi, insanın ruhuna Allah tarafından koyulan kuvvelerinin ilâhî şeriat tarafından vasat hale getirilmemesidir. Yani, insanda iffet, şecaat ve hikmetten oluşan adalet ve sırat-ı müstakimin oluşmamış olmasıdır. İşte insanın bu adaleti, yani kuvvetlerindeki orta yolu yakalayabilmesi, onları vasat hale getirebilmesi, ancak ibadetledir. İbadet de, Allah’ın emirlerini yapıp yasaklarından kaçınmaktır. Bu yüzden ibadet, insanın duygularını törpülemekte ve dengeli, ölçülü anlamında adaletli hale getirmektedir. Elbette ki, duyguları dengeli hale gelen bir insandan, başkalarını rahatsız edici davranışların zuhur etmesi imkânsızdır. İşte Kur’ândan bir çok âyette zikredilen “insanın ibadet için yaratılmış olması”nın (Zariyat, 51/56) insanın böyle dengeli bir hayat sürmesine, ölçülü duygulara sahip olmasında ve insanlara haksızlık yapmamasında çok önemli bir rolü vardır. Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: Kur’ân, tevhid, nübüvvet, haşir, adalet ve ibadetten oluşan dört ana unsuru, insanı gerçek bir insan haline getirmek için çok önemli bir rol oynamaktadır. Bu yüzden, bu dört unsurun öncelikli kendimizde, sonra çocuklarımızda, sonra diğer insanlarda yerleşmesi için özel bir çaba göstermek gerekir. Bunu yapmakla bir taraftan kendimizin ve başkalarının ahiretlerini kurtarırken, diğer taraftan dünyada da mutlu ve umutlu insanların yetişmesine katkı sağlamış oluruz.
Kur'an nedir, tarifi nasıldır?
Kur’ân, şu kitâb-ı kebîr-i kâinatın bir tercüme-i ezeliyesi; ve âyât-ı tekviniyeyi okuyan mütenevvi’ dillerinin tercümân-ı ebedîsi; ve şu âlem-i gayb ve şehâdet kitâbının müfessiri; ve zeminde ve gökte gizli esmâ-i İlâhiyenin mânevî hazînelerinin keşşâfı; ve sutûr-u hâdisâtın altında muzmer hakâikın miftâhı; ve âlem-i şehâdette âlem-i gaybın lisânı; ve şu âlem-i şehâdet perdesi arkasında olan âlem-i gayb cihetinden gelen iltifatât-ı ebediye-i Rahmâniye ve hitâbât-ı ezeliye-i Sübhâniyenin hazînesi; ve şu İslâmiyet âlem-i mânevîsinin güneşi, temeli, hendesesi; ve avâlim-i uhreviyenin mukaddes haritası; ve zât ve sıfât ve esmâ ve şuûn-u İlâhiyenin kavl-i şârihi tefsir-i vâzıhı, bürhan-ı kâtıı, tercümân-ı sâtıı; ve şu âlem-i insaniyetin mürebbîsi; ve insaniyet-i kübrâ olan İslâmiyetin mâ ve ziyâsı; ve nev-i beşerin hikmet-i hakikiyesi; ve insaniyeti saadete sevk eden hakikî mürşidi ve hâdîsi; ve insana hem bir kitâb-ı şeriat, hem bir kitâb-ı duâ, hem bir kitâb-ı hikmet, hem bir kitâb-ı ubûdiyet, hem bir kitâb-ı emir ve dâvet, hem bir kitâb-ı zikir, hem bir kitâb-ı fikir, hem bütün insanın bütün hâcât-ı mâneviyesine mercî olacak çok kitapları tazammun eden tek, câmi’ bir kitâb-ı mukaddestir. Hem, bütün evliyâ ve sıddîkîn ve ürefâ ve muhakkikînin muhtelif meşreplerine ve ayrı ayrı mesleklerine, herbirindeki meşrebin mezâkına lâyık ve o meşrebi tenvir edecek ve herbir mesleğin mesâkına muvâfık ve onu tasvir edecek birer risâle ibraz eden mukaddes bir kütüphâne hükmünde bir kitâb-ı semâvîdir.
Sözler, Yirmi Beşinci Söz, s. 331
LÜGATÇE:
kitâb-ı kebîr-i kâinat: Büyük bir kitap gibi mânâlar ve hikmetler ifâde eden kâinât. tercüme-i ezeliye: Ezelî tercüme. âyât-ı tekviniye: Oluşla, yaratılışla ilgili âyetler; varlıklarda görülen deliller. mütenevvi’: Çeşitli. tercümân-ı ebedî: Daimî tercüman; Kur’ân. âlem-i gayb: Görünmeyen âlem. keşşâf: Keşfeden, açan. sutûr-u hâdisât: Hâdiselerin satırları, mânâlı olaylar. muzmer: Gizli, saklı, örtülü. miftâh: Anahtar. âlem-i şehâdet: Görünen âlem. iltifatât-ı ebediye-i Rahmâniye: Şefkatli ve merhametli olan Allah`ın ebedî iltifatları. hitâbât-ı ezeliye-i Sübhâniye: Allah’ın ezelden gelen, kusursuz ve noksansız hitapları. hendese: Matematiğin bir kolu, şekil bilgisi; geometri. avâlim-i uhreviye: Âhiret âlemleri. şuûn-u İlâhiye: Allah’a âit çok yüksek, ulvî, kudsî, güzel mânâlar. kavl-i şârih: Açıklayan söz. tefsir-i vâzıh: Ap açık anlatan tefsir. bürhan-ı kâtı: Kesin, en sağlam ve şeksiz delil. tercümân-ı sâtı: Parlak tercüman. mürebbî: Terbiye edici. insaniyet-i kübrâ: En büyük insanlık. ürefâ: Arifler. mezâk: Tatmak, zevk tadacak yer, damak. mesâk: Sevk edilecek yer. |
Olduğu gibi Sultan II. Abdulhamid (1) |
Bediüzzaman diyor ki:
Ben vilayat–ı şarkiyede aşîretlerin hal–i perişaniyetini görüyordum. Anladım ki, dünyevî bir saadetimiz, bir cihetle fünün–u cedîde–i medeniye ile olacak. ...O saik ile, Dersaadete (İstanbul'a) geldim (1907 sonları). Saadet tevehhümüyle, o vakitte—şimdi şiddetlenmiş olan—istibdatlar merhûm Sultan–ı Mahlû’a (Hal edilmiş olan Sultan Abdulhamid'e) isnad edildiği halde, onun zaptiye nazırı ile bana verdiği maaş ve ihsan–ı şahanesini kabul etmedim, reddettim. ...Aklımı feda ettim; hürriyetimi terk etmedim, o şefkatli Sultan'a boyun eğmedim, şahsî menfaatimi terk ettim. Ben ki bir hammalın oğluyum; bu kadar dünya bana müyesser iken, kendi nefsimi hammal oğulluğundan ve fakr–ı halden çıkarmadım ve dünya ile kökleşemediğim ve en sevdiğim mevkî olan vilayat–ı şarkiyenin yüksek dağlarını terk etmekle millet için tımarhaneye ve tevkifhaneye ve meşrûtiyet zamanında işkenceli hapishaneye düşmeme sebebiyet veren öyle umûrlara teşebbüs etmekle büyük bir cinayet eyledim ki, bu dehşetli mahkemeye girdim. ...Daire–i İslâmın merkezi ve rabıtası olan nokta–i hilafeti elinden kaçırmamak fikriyle ve sabık sultan merhum Abdulhamid Han Hazretleri, sabık içtimaî kusuratını derk ile, nedamet ederek kabul–ü nasihate istidat kesb etmiş zannıyla ...merhûm sultan–ı sabıka (Sultan II. Abdulhamid'e) cerîde (gazete) lisanıyla söyledim ki: "Münhasif (sönükleşen) Yıldız’ı Darü’i–fünûn et; ta, Süreyya kadar alî olsun. Ve oraya seyyahlar, zebaniler yerine ehl–i hakîkat melaike–i rahmeti yerleştir; ta Cennet gibi olsun. Ve Yıldız’daki milletin sana hediye ettiği servetini milletin baş hastalığı olan cehaletini tedavi için büyük dînî darü’l–fünunlara sarf ile millete iade et. Ve milletin mürüvvet ve muhabbetine îtimat et. Zîra, senin şahane idarene millet mütekeffildir. Bu ömürden sonra sırf ahireti düşünmek lâzım. Dünya seni terk etmeden evvel, sen dünyayı terk et. Zekatü’i–ömrü, ömr–i sanî yolunda sarf eyle." Demek ki, ben, bu kadar âlim varken böyle mühim vazifeleri deruhte ettiğimden, cinayet ettim.
Divân–ı Harb–i Örfî'deki On Birinci Cinayet'ten; ayrıca Tarihçe–i Hayat, s. 62–63
Hafif istibdadın şefkatli hükümdarı
Dostu kadar düşmanı da vardı, Sultan Abdulhamid'in. Aynı şekilde, meddahı kadar beddua edeni de vardı onun. Gözü kapalı şekilde dost veya peşin hükümle bakarak düşman olanların hemen tamamı, onun şahsiyeti ile siyasetini birbirinden ayırmadılar, bu farklı yönlerini aynı kefeye koydular ve değerlendirmelerini de aynı ölçü ve kıstas ile bakarak yaptılar. Padişah'ın meddah ve muhasımlarının yanı sıra, ayrıca bir "orta yol" bularak şahsından ziyade politikasını, şahsî hayatından ziyade hükümet icraatını tenkit edenler vardı ki, bunların sayısı hem çok az, hem de bu yönleri itibariyle pek bilinmiyorlar. Zira, insanların çoğu bir konuda veya bir şahıs hakkında tahkik ehli olmak yerine, tarafgir olmayı ve adeta renk körlülüğü özrüyle siyah–beyaz kolaycılığına sapmayı tercih ediyor. Ara renkleri bir türlü görmüyor, yahut görmek istemiyor. Siyah–Beyaz kolaycılığıyla hareket edenlerin bir kısmı "Ulu Hakan" dedikleri Sultan Abdulhamid'in şahsiyeti ile birlikte siyasetini de göklere çıkarırcasına meddahlık yaptılar; aynı minval üzere gidenlere bugün de rastlamak mümkün. Aynı tarafgirlik marazıyla hareket eden bir başka gürûh ise, düşmanlıkta sınır tanımaz bir tavırla ona "Kızıl Sultan" damgasını vurdular; ki, bunların da nesli henüz tükenmiş değil. Bu kısacık girizgâhtan sonra, şimdi sırasıyla hem bu şahsiyeti biraz daha yakından tanımaya çalışalım, hem de onunla ilgili olarak farklı değerlendirmelere geniş çaplı bir nazar gezdirelim. Şüphesiz, kendi bakış açımızı da, aktaracaklarımızla paralel şekilde sunmak arzusundayız.
Son kudretli padişah
Otuz üç yıl (1876–1909) padişahlık yapan Sultan II. Abdulhamid, ikamet ettiği Beylerbeyi Sarayında 10 Şubat 1918'de vefat ederek Hakk'ın rahmetine kavuştu. Vefatının hemen ertesi günü (11 Şubat 1918) Topkapı Sarayına getirilen cenazesi, büyük bir askerî merasim ve halktan mahşerî bir kalabalık eşliğinde, Divanyolu'nda bulunan Sultan II. Mahmud Türbesi'nde defnedildi. Cenaze merasiminde, Sultan Reşad ile Başkumandan Enver Paşa da hazır bulundu.
Yüz yıldır bitmeyen tartışma
Sultan Abdulhamid vefat edeli 91 yıl oldu. Yani, onu ebedî istirahatgâhına tevdi etmemizin üzerinden 91 yıl geçmişken, onun tahttan indirilmesinin üzerinden ise tamtamına 100 sene geçmiş bulunuyor. Dolayısıyla, oldum olası tartışmaların odağında yer alan bu mühim şahsiyetin hayat ve hizmet safhalarına dair tartışmaların bugünlerde had safhaya çıkması kuvvetle muhtemel. Ama, bakalım bu kez Sultan Abdulhamid olduğu gibi anlatılabilecek mi, yoksa yine eskisi gibi peşin hükümlü "meddahlık ve düşmanlık" ekseninde gidilip gelinecek mi? Biliyoruz ki ve inanıyoruz ki, bu peşinhükümlü anlayışın ülkemize ve milletimize şimdiye kadar hiçbir faydası olmadı. Aksine çok zararları oldu. En büyük zararı şudur ki: Sultan Abdulhamid'in 33 yıllık saltanat müddeti, Osmanlı'nın mukadderatında olduğu kadar, Meşrûtiyet ve Cumhuriyet tarihi üzerinde de pek büyük bir tesir icra ettiği halde, "düşmanlık ile meddahlık" kısır döngüsü sebebiyle, bu tesirler büyük ölçüde perdelenmiştir. Yani, hakikatin yalın yüzü, yeni nesillere lâyıkıyla gösterilememiştir. Yakın tarihin bu en çarpıcı gerçeklerinden mahrûm bırakılan nesiller ise, ne yaşadığı zamanı kavrayabilmiş, ne de geleceğe yönelik bir projektör tutabilmiştir. Acaba, bu elim vaziyetin sebebiyet verdiği tahayyür ve şaşkınlık hali, nesiller için en büyük bir zarar değil de nedir? Dileriz ve umarız ki, şimdi ve bundan sonraki süreç içinde, Sultan Abdulhamid'in şahsî ve siyasî hayatı birbirinden tefrik edilir, ayrı ayrı şekilde ele alınır ve öyle de değerlendirilmeye çalışılır. Aksi halde "Eski tas, eski hamam"la yola devam edilmiş olunur. |
OKUDUKÇA |
SELİM GÜNDÜZALP - [email protected] SELÂMIMIZI YİTİRMEYELİM...
RASTLAŞTIĞIMIZ her Allah’ın kulu bir selâma değer—çıkarımız olmasa da. Bize vaktiyle öyle öğretmişler. Çok eskiden. Bunu sürdürmek bana tabiî, başka türlüsü kabalık gelir. Teşekkür de bir türlü minnet selâmıdır. O fırsatları da kaçırmam. Sırf dünyada var oluşlarına teşekkür edesim gelen insanlar bile vardır. Bana yol veren bir ilkokul yavrusuna, kahve getiren bir kızcağıza, sinemadaki yer göstericiye teşekkürü aksatmam. Bir konuşmamı sonuna kadar dinleyenlere sabırlarından dolayı teşekkürü unutmam. Bir âyet “Selâmlanıyorsanız, siz daha candan karşılık verin” der. Eskiden tenhaca bir yolda karşılaşan iki din kardeşi “Selâmünaleyküm”, “Aleykümselâm” diye selâmlaşırlardı. Selâm gergin yüzü gevşetir, dudağı gülümsetir, göze parıltı içe ferahlık verir. İnsanı afra tafradan uzaklaştırır, tevazua yöneltir. Otomatikleştiği için artık pek farkında değilizdir, ama vedalaşırken karşımızdakine “Allahaısmarladık” diye en büyük sevgiyi, ilgiyi ve itibarı gösteririz. O da bizi dünyada başka hiçbir millette olmayan apaydınlık dört hece ile uğurlar: “Güle güle” Şu genel somurtukluk ortasında, o selâmın öğüdüne uyabilsek ne iyi olurdu. (…) Selâm, hayatımızın özlü ve önemli bir ögesi. Bunu unutur olduğumuzda çok şey yitiriyoruz.
Haldun Taner, Koyma Akıl Oyma Akıl, s. 167-168
BAŞLAMAK VE ÖTESİ...
‘Başlamak’ güzel şeydir. Çünkü her başlayış bir şey yapmak, bir sonuca varmak hevesinin ilk adımını teşkil eder. İnsan tasarladığı hedefe vardığı zaman mesûd olur. Onun için başlamanın, saadete doğru yürüyüşe çıkmak mânâsına geldiğini söylemekte bir hata yoktur. Ama attığımız ilk adımlar bizi daima saadete doğru götürür mü? İşte orası belli değil. Çünkü sadece başlamak, sadece yürümek, bizi saadete ulaştırmaya kâfi gelmez. Başka şartları da yerine getirmek lâzım. Zaman zaman çocukların okula başladığını görüyorum da bilgi vadisinde çıktıkları bu uzun yolculukta attıkları ilk adımın onları nereye götüreceğini düşünmekten kendimi alamıyorum.
Şevket Rado
ANNELİK DUYGUSU
Çırpınan yavru kuşun döktüğü tüyden yumuşak, Kıyılardan dökülen ince köpükler gibi ak Acı gözyaşları ıslatsa da yastıklarını Bu yataklar avutur bağrına bastıklarını Anne yavrum dese yaşlar birikir gözlerine Anne evlâda serer kalbini yorgan yerine
(Abdullah Öztemiz Hacıtahiroğlu, “Annelerin Serdiği Yataklar” şiirinden...)
İNSANIN KIYMETİ
BİR ağacın başında tek bir meyve bile ağaçtan daha değerli oluyor. Kâinat ağacının başında insan meyvesi de kâinattan kıymetli oluyor. Hele o insan mevsiminin ağzından çıkan o kelime meyveleri ise, ne varsa her şeyden o kıymetli oluyor işte. Tek bir hamd, senâ, ya da tekbir… İşte bunun içindir ki kâinattaki hayatımıza, yerimize ve sözlerimize dikkat etmeliyiz. İnsanın kıymeti neyle ölçülürse ölçülsün, Allah’ın Kur’ân’daki bir âyette belirttiğinden hiçbir şey daha üstün olamayacaktır. Çünkü onu Yaratan konuşuyor o âyette. “Biz insanı en güzel şekilde yarattık.” (Tin Sûresi, 4) Selim Gündüzalp
İNSAN NE ZAMAN AZGINLAŞIR? Şüphesiz ki insan, kendisini ihtiyaçtan uzak görünce azgınlaşıverir. Alak Sûresi, 6-7. âyetler
BİR BEYİT Uğrarsa yolun bâd-ı saba ger Harameyn’e Ta’zimimi arz eyle Rasûlü’s-Sakaleyn’e Lâ edrî
SÜR ÇIKAR AĞYARI... Sür çıkar ağyarı dilden tâ tecelli ide Hakk, Padişah konmaz saraya hane mâmur olmadan!... Şemseddin Sivasî
GÖZ GÖRMEYİNCE... Haktan ayan bir nesne yok; Gözsüzlere pinhan (gizli) imiş Niyazî Mısrî
DUÂ Allah’ım beni senden uzaklaştıracak sevgiyi kalbimden sök al... Beni Sana bağlayacak, beni Sana yaklaştıracak sevgiyi ver kalbime… Şule Yüksel Şenler, Huzur Sokağı
SÖZÜN ÖZÜ Bir mum diğer bir mumu tutuşturmakla ışığından hiçbir şey kaybetmez! Mevlânâ Celâleddin Rûmî
ÖLÜM Ehl-i iman için ölüm, vazife-i hayat külfetinden bir terhistir. , Bediüzzaman, 25. Lem’a, Dokuzuncu Devâ
VARLIK... Bunca varlık var iken; Gitmez gönül darlığı… Yûnus Emre
DÜMEN Günün ilk saati günün dümenidir. H. W. Beecher
TESADÜF Hep isabet edene, hiç tesadüf denir mi! M. Selahaddin Şimşek
KUL HAKKI Bilgili insan, diploması olan insan değil, istediği her şeyi başkalarının hakkını çiğnemeden elde edendir. Pascal
KENDİNE ENGEL OLMAK Amacına ulaşmak mı istiyorsun? O halde kendi yolunu kesme!.. Goethe
İYİ SEÇİLMİŞ KİTAPLAR Asrımızda iyi seçilmiş bir kitap koleksiyonu, hakikî bir üniversite tahsili değerindedir. T. Carlyle |
Başarı için plan gerekli |
HALİT ERTUĞRUL - [email protected] -Geçen haftadan devam-
İnsan dünü geride bırakmıştır. Yarın da gelmemiştir. Başarı için bulunan ânı en iyi değerlendiren insan, amacına ulaşır. Bunu Bediüzzaman Hazretleri şu çarpıcı tesbitle özetlemiştir. Eski hal muhal (Geçmiş gitmiştir.) Ya yeni hal (Ya insan yeni şartlara göre kendini düzenler) Ya izmihlal (Ya da başarısız olur.) Mevcut ânı, en iyi plânlamayla yaşayın. Geçmişin başarısına ve başarısızlığına sığınmayın. O geçmiştir. Zaman saati de durmadan çalışmaktadır. Bunu en iyi şekilde değerlendirin. Unutmayın ki, zaman beklemez. Dün artık tarih oldu. Yarın ise, bir sır durumunda. Bugün de Allah’ın size armağanı, onu harcamayın, başarınız için kendinize hediye edin. “Bir saniye, bir saat, bir gün, bir hafta, bir yıl değil mi?” demeyin. BİR YILIN önemini, sınıfta kalmış bir öğrenci bilir. BİR AYIN önemini, seçime giren bir milletvekili adayı bilir. BİR HAFTANIN önemini, borçları sıkışan bir insan bilir. BİR GÜNÜN önemini, eve ekmek götürmek zorunda kalan bir işçi bilir. BİR SAATİN önemini, üniversite sınavına giren bir öğrenci bilir. BİR DAKİKANIN önemini, uçağını kaçırmış bir iş adamı bilir.
BİR BAŞARI PLANI Başarı konusuyla ilgili olarak, meslek hayatım boyunca öğrencilerimle uyguladığım bir çalışmaya da kısaca yer vermek istiyorum: Başarısız bir öğrencime bir çalışma plânı hazırlamıştım. İki yıllık bir çalışmayla inanılmaz bir başarı sergilemişti. Bu plânı okuyucularımla da paylaşmak istiyorum. 1- Plânlı yaşamayı alışkanlık haline getirin. Günlük ve haftalık plânlar yapın. Ne pahasına olursa olsun uygulayın. 2- Yatak odanıza iki levha asın. Birini sabah, ötekini de akşam okuyun. Sabahleyin, “Bu gün ne yapacaktım?” yazısını okumadan çıkmayın. Akşam ise, “Bugün ne yaptım?” yazısını tekrar etmeden ve yaptığınız işlerden dolayı kendinizi hesaba çekmeden yatmayın. 3- Unutmayın, günlerin değerini bilmeyenin yılları çabuk geçer. 4- Bir işi ertelemenin adı olan “yarın” kelimesini takviminden çıkartın. Çünkü tarih “yarın”ın kurbanları ile doludur. O, ihmalcilerin ve beceriksizlerin sevdiği bir sığınaktır. 5- Amacınız yalnızca ders geçmek olmasın. Okulu iyi dereceyle bitirip, alanınızda akademik çalışma yapmayı düşünün. 6- Arkadaş grubunuzu itinayla seçin. Size destek olacak insanları iyi belirleyin. 7- Öğretmenlerinizle düzenli diyalog kurun, bir vesile bularak sık sık görüşün. Bu size olan ilgi ve güveni arttırır. 8- Gerek derslerinizde, gerekse günlük hayatınızda not almayı alışkanlık haline getirin. Unutmayın ki, akıl defterindeki bilgileri ilânihaye koruyamaz. Her şeyi akıl defterine yükleyin. Not alın, işinizi günlük takip edin. Düzenli hayat, disiplin ve başarı getirir. 9- Önemli işinizi önemsizlerden ayırın. Neyi, ne zaman ve nasıl yapacağınızı plânlayın. Bir ay sonraki işinizi hemen, yarınki işinizi de bir ay sonraya bırakmayın. Ayrıca, işinize en önemlilerinden başlayın, en acilleri yerine getirin. Sonra sıkışır panik yaşarsınız. 10- Çalışarak dinlenin, dinlenerek çalışın. Bazı işler yapıldıkça insanı rahatlatır, dinlendirir. Yemek yemek, namaz kılmak, Kur’ân okumak ve güzel bir kitap okumak gibi... Bazı işler ise ağır ve uzundur, dinlene dinlene çalışılması gerekir. 11- Çalışırken motivenizi bozan ve işinizi aksatan kişilerden uzak durun ve bu türlü girişimlere izin vermeyin. 12- Mekân ve zamanı iyi seçin, çalışma ortamını düzenleyip, sıkıcı olmaktan kurtarın. 13- Mükemmelci olmayın. En iyisini yapıyorum, diye işinizi bırakmayın. Unutmayın ki, mükemmele kavuşmak için, düzenli ve sürekli çalışmalısınız. 14- Enerjinizi güne, haftaya, aya ve yıla yayın. Eforunuzu dengeli kullanın. Çok hızlı çıkış yapıp, finişe kavuşamayan atletler gibi olmayın. Az, düzenli ve sürekli çalışın. Bu sizi sonuca götürecektir. 15- Bir bilene sorun. Karambole çalışmayın. Başarılı olmuş olanların tecrübelerinden yararlanın. 16- Son dakika insanı olmayın. İşinizi zamanında yaparsanız, paniklemezsiniz. İşini son âna bırakanlar, son anda yıkılmaktan kurtulamazlar. 17- Çalışma masanızı düzenleyin, alımlı hale getirin, hatta gelin gibi süsleyin ki, çalışma ortamı sizi sıkmasın. İşiniz bitince de yine düzenli, tertipli ve tertemiz bırakın. Yoksa, dağınık ve sıkıcı masada çalışma, insanı sıkar ve bıktırır. Dün, geçti gitti. Artık ne yapsanız geri gelmez. Bunu bilin. Yarın ise, sadece bir beklenti, bir fikir ama işte o kadar. Oysa bugün, işte elinizde olan gerçek zaman dilimi, bugün. Onun için bugünü ziyan etmeyin. Zamanınızı iyi ayarlayın ve bugününüzü değerlendirin. Konuyu bir ekonomistin şu sözleriyle noktalayalım: Dün – iptal edilmiş bir çektir. Yarın – umut vaat eden bir senettir. Bugün – nakit paradır. Kullanın!
-SON- |
24.01.2010 |