Kazım GÜLEÇYÜZ |
|
Açılımlar ve anayasa |
AKP iktidarınca gündeme getirilen açılım denemelerinin başarılı olma şartı, yeni, sivil ve demokratik bir anayasa idi. O olmayınca, diğer bütün adımlar havada kaldı. Belli başlılarını hatırlayacak olursak: Erdoğan’ın katılımının yargı kararıyla engellendiği 2002 seçiminden sonra Gül’ün başbakanlığında işbaşı yapan birinci AKP hükümetinin âcil eylem planında öngörülen önemli hedeflerden biri kamu reformuydu. Yapılamadı. İlk tasarı Sezer’in vetosuna takılıp geri döndükten sonra konu, Gül’ün Çankaya’ya çıkmasını izleyen iki buçuk yıllık süreçte dahi sonuç alma kararlılığıyla tekrar gündeme getirilemedi. YÖK ve katsayı meselelerinde adım atma girişimleri beş yıl boyunca sürekli engellenen hükümet, YÖK’ün başına ancak iki sene önce kendi düşünceleriyle uyumlu bir başkanı getirebildi. Bu süreçte aynı paralelde bir değişim YÖK üyeliklerine yapılan atamalarla da cereyan etti. Ancak yeni YÖK Başkanının görevdeki iki yılını geride bıraktığı şu gün itibarıyla, sistemde kayda değer bir iyileştirme yapılabildiğini söylemek maalesef mümkün değil. Mağduriyetlerin izalesi noktasında atılan tek adım olan katsayıyı kaldırma kararı da Danıştay’a takılmış durumda. Özcan’ın Danıştay kararı sonrasındaki süreçte sergilediği tavır ise güven verici olmaktan uzak. Bir defa Danıştay Genel Kuruluna yaptıkları itirazdan olumlu bir sonuç beklemesinin, en hafif tabirle “safdillik”ten başka bir izahı olabilir mi? Peki, yine Başkanın evvelce “zıkkım” dediği imam hatipler için bu kez “Normal liseye dönüştürülsünler” demesi ve hemen akabinde, başında bulunduğu kurumun “Kişisel görüşü; YÖK’ü bağlamaz” diye açıklama yapması normal mi? Seleflerinden ve eski Millî Eğitim Bakanı Mehmet Sağlam’ın o sözü “tamamen hayalî bir beyan” diye eleştirmesi de işin tuzu biberi oldu. Bu tutarsız ve ciddiyetsiz tavırlara ilâveten, evvelâ “Gerekirse hukuku arkadan dolanacağız” deyip ardından “Öyle demek istemedim” açıklaması yaparak bir çam daha deviren Başkanın Danıştay kararı sonrasında katsayı mağdurlarını rahatlatmak için söylediği “Merak etmeyin; B, C, D, E planlarımız hazır” sözüne kim itibar eder? Asıl önemlisi ise, yine Özcan’ın “YÖK kalkmalı” beyanlarına rağmen, bu yönde de bir adım atılamayışı ve eski sistemin aynen devam etmesi. Sebep, anayasaya bir türlü dokunulamaması. AKP’nin 22 Temmuz’da daha güçlü bir seçmen desteğiyle geldiğinde ilk iş olarak gündeme getirir gibi yaptığı yeni anayasa projesini tepkiler üzerine hemen askıya alıp, peşinden Erdoğan’ın başörtüsü için yaptığı meşhur “Velev ki siyasî simge olsun...” çıkışını takiben üniversitedeki başörtüsü yasağını anayasa değişikliği ile kaldırma girişiminin yol açtığı dramatik sonuçlar da aynı gerçeği teyid eden diğer bir çarpıcı örnek. Keza, bu anayasa, millî iradeyi ve demokrasiyi kısıtlayan yapısal düzenlemeleriyle orta yerde duruyorken başlatılan “demokratik açılım” sürecinin, gelinen noktada çıkmaza saplanması da. Hattâ Ergenekon sürecinde patinaj, hattâ geriye gidiş işaretlerinin giderek artması; ard arda açıklanan andıç ve darbe planlarından, demokrasinin önünü açacak bir netice çıkmaması da. AKP’nin, hakkındaki kapatma dâvâsından kılpayı ile “sıyırması”nın üzerinden bir buçuk yıla yakın bir zaman geçtiği halde, AYM Başkanının kararı açıklarken yaptığı “Parti kapatma kurallarını değiştirin” çağrısının gereği dahi yapılamayınca, DTP’yi kapatan karar geldi ve şimdi yine AKP için yeni kapatma hazırlıklarının tamgaz devam ettiğine dair iddialar dolaşıyor ortalıkta. Bütün bunlar, ihtilâl anayasası ile döşenen mayınlardan temizlenememiş bir zeminde hukukun ve demokrasinin önünü açacak kalıcı ve sağlam bir açılım yapmanın asla mümkün olmadığı gerçeğini tekrar tekrar önümüze koyuyor. Ve “yeni anayasa” projesinin AKP tarafından gerçekleştirilmesinin iyiden iyiye zorlaştığını da. 18.12.2009 E-Posta: [email protected] |
Önceki Yazıları (16.12.2009) - Yargıyı kim yıpratıyor? (15.12.2009) - Açılımdan OHAL’e mi? (11.12.2009) - Açılımdan kaosa mı? (09.12.2009) - Demokrasiye pusu |