Kazım GÜLEÇYÜZ |
|
Allah: Sadece savaşta mı? |
Org. İlker Başbuğ’un Genelkurmay karargâhında ilk kez yapılan ve—dayandırıldığı temele yönelik eleştirilerimiz olsa dahi—bu yönüyle takdire şayan olan “Kâzım Karabekir’i anma” programının ardından, gündemdeki balyoz darbe planıyla ilgili olarak yaptığı değerlendirmeler içinde en çok “Allah Allah diye taarruz eden bir ordu nasıl olur da Allah’ın evi olan camiyi bombalar?” sözü dikkat çekti. Bu tepki, söz konusu iddialara TSK adına verilmesi gereken bir reaksiyon ve infialin ifadesi. Millet, “Peygamber ocağı” olarak görüp bağrına bastığı ve mensuplarını Peygamberimizin (a.s.m.) adına izafeten “Mehmetçik” olarak isimlendirdiği ordusundan böyle bir tavrı bekliyor. Ancak mesele, “cami bombalama” iddiasına eksenli ve onunla sınırlı böyle bir çıkışla bitmeyecek kadar derin ve kapsamlı boyutlar taşıyor. Bir taraftan askerî talimatnamelere taarruzların “Allah Allah” diye yapılmasına dair maddeler yazılır ve donanmadaki gemilerin en yüksek direğine Kur’ân-ı Kerim konurken, diğer taraftan TSK adına bu mânâlarla bağdaşmayan görüntüler verilmesi, problemin temelini teşkil ediyor. Konuya “uzak” ve yakın tarihten ve günümüzden bazı örneklerin ışığında bakacak olursak: Meselâ “Dindar” Mareşal Fevzi Çakmak Genelkurmay Başkanı iken birçok yerdeki camiler ot deposuna çevrilip o şekilde kullanılmadı mı? CHP’nin tek parti döneminde belki camiler bombalanmadı, ama meselâ Ayasofya Camiinin müzeye dönüştürülmesi sürecinde, minarelerini de havaya uçurma planları gündeme gelmedi mi? 28 Şubat sürecinin başlamasından bir yıl önce Jandarma Genel Komutanlığının genelgesiyle, kışlalarda yeni cami yapılması yasaklanmadı mı? Osmanlı paşaları adlarına inşa ettirdikleri camilerle anılırken, Cumhuriyet dönemi komutanları, laiklik ve çağdaşlık adına camiye mesafeli, hattâ uzak bir duruşa konumlandırılmadı mı? Rütbeli subayları camide cemaatle birlikte namaz kılmaktan alıkoyan ağır psikolojik baskı hâlâ devam etmiyor mu? Yakın tarihlere kadar, şehit cenazelerinde bile generaller namaz kılmaktan imtina edip cami avlusunun bir köşesinde dizilmiş halde beklemeyi tercih etmediler mi? Kadınlarımızın büyük çoğunluğunca “dinin bir emri” olarak takılan başörtüsüne karşı, adı türban olarak değiştirilmek suretiyle TSK adına ortaya konulan ve yıllardır sürdürülen dışlayıcı ve yasakçı tutumda ısrar edilmesinin sebebi ne? Gerek balyoz planının, gerek BÇG’nin, gerek EMASYA protokolünün kilit ismi olarak gündemde olan e. Org. Çetin Doğan’ın 1. Ordu Komutanlığı dönemindeki marifetlerinden birinin de, askerin eğitimi için hazırlanan bir kitaptan hadis-i şerifleri ve dinle ilgili ifadeleri çıkarttırmak olması ve karargâhın o konuda Doğan’a boyun eğmesi (Zaman, 26.1.10) ne anlama geliyor? (Bu haber bize 19.8.94 tarihli yazımızı hatırlattı. Orada—2007 YAŞ’ında orgeneralliğe yükseltilip KKK Eğitim ve Doktrin Komutanlığına getirilen—Kara Kuvvetleri Komutanlığı Okullar Daire Başkanı Tuğg. Erdal Ceylanoğlu’nun orta dereceli askerî okul komutanlıklarına gönderdiği bir gizli emirle, Gazalî, Erzurumlu İbrahim Hakkı, İbn Haldun, Ali Fuat Başgil ve Şerif Mardin’in kitaplarını “yanlış yönlendirici ve zararlı” oldukları gerekçesiyle yasaklamasını eleştirmiştik. Bkz. Ordu ve Demokrasi kitabımız, s. 96-7) Sayısı maalesef çok daha fazla arttırılabilecek olan bu örnekler, Genelkurmay’ın—TSK’nın değil!—dinle ilişkisinde son derece ciddî sorunlar bulunduğu acı gerçeğini gözler önüne sermekte. “Vicdansızlar”a yönelik “Lânetliyorum” tepkisinde “ordunun tümü”nün sözü edilen iddia ve suçlamalara hedef yapılmasından rahatsızlığını dile getiren Başbuğ’un infialinin yerini bulması için, bu yanlışların bir an önce düzeltilmesi şart. “Allah Allah” nidalarıyla ifade edilen mesaja sadece savaşta değil, hayatın her safhasında ihtiyacımız var. Bu, ordu mensupları için de geçerli. 28.01.2010 E-Posta: [email protected] |