Kazım GÜLEÇYÜZ |
|
“Sivil dikta”nın arkaplanı |
Hükümetin demokratik açılım adı altında gündeme getirip Meclise sevk ettiği ilk düzenleme olan Kamu Düzeni ve Güvenlik Müsteşarlığının kurulmasını askerin ısrarla talep ettiğini ve konunun 2005 yazından beri gündemde olduğunu yazmıştık (13.1.10) Burada, 2005 yazına özellikle dikkat edelim. Şu anda alttan alta seslendirilen birçok sıkıntının kaynağında, o zamanki kritik tercihler var. Bunların başında, gizli anayasa olarak da adlandırılan Millî Güvenlik Siyaset Belgesinin, o dönemde hükümetçe “onaylanıp” yürürlüğe konulması geliyor. (Bkz. 13.11.09 tarihli yazımız.) İrticayı yine bir numaralı iç tehdit sayan, Türkiye’nin bütünlüğünü korumanın yolunu Atatürk milliyetçiliği olarak gösteren, inkılâp kannunlarının “ödünsüz” uygulanmasını isteyen... bu belgenin, uygulamada hiçbir kıymeti harbiyesi olmayan kayıtlarla yürürlüğe konulması, sonuçları bugünlere uzanan sıkıntılara sebep oldu. Gelişmeler, o dönemde bu belge için iktidar açısından yaptığımız “Teslimiyet belgesi” nitelemesinin (21.12.05) haklılığını açıkça teyid etti. Hükümet, asker tarafından hazırlanıp eline tutuşturulan bu belgeye “evet” demek suretiyle, “sakalı kaptırdığını,” yani askerî iradeye boyun eğdiğini gösterdi. 27 Nisan muhtırasına karşı sergilediği direniş dahi durumu değiştiremedi. Çünkü konjonktürel duruşlarla üstesinden gelinemeyecek derin bir problem söz konusuydu. Çözümü için de, o duruşları takviye edip kalıcı zemine oturtacak yapısal reformlar gerekiyordu. 22 Temmuz’da halkın verdiği güçlü destek de, bu yöndeki reformlar için değerlendirilemedi. Bu noktada, “Eğer öyle ise, Ergenekon operasyonları, kozmik oda aramaları, kuvvet komutanlığı yapmış emekli orgenerallerin sorgulanması gibi, cumhuriyet tarihinde örneği görülmemiş gelişmelerin izahı ne? İktidar askere sakalı kaptırdıysa bunlar nasıl olabiliyor?” diye sorulabilir. Bir defa, bütün bunlarda önemli olan, sonuç. İkincisi; 68 kuşağı eylemcilerinden Ertuğrul Kürkçü’nün “AKP tek parti hakimiyetini TSK ile ittifak halinde kuruyor. Bu ittifak Kürt sorunu üzerinde kuruldu” (Vatan, 15.1.10) sözlerine dikkat! Günlerdir tartışılan “sivil dikta” iddiasına çok farklı bir bakış açısıyla yaklaşan bu yorum, iktidar partisine izafe edilen suçlamanın arka planındaki asker silüetine dikkat çekerek, “Vitrinde AKP var, ama gerçekte askerin dediği oluyor” diye ifade edilebilecek bir tesbiti dile getiriyor. Yani AKP’nin sivil bir iktidar olarak ön planda görünmek suretiyle üzerini örttüğü ve derindeki iktidarın askere ait olduğu bir düzen ve işleyiş... Hükümetin demokratik açılımı “devlet projesi” olarak takdim etmesinin perde gerisine de ışık tutabilecek ilginç bir bakış açısı ve yaklaşım. Bu yorum, bir taraftan demokratik açılımdan söz edilirken, diğer taraftan DTP’nin kapatılması, ardından KCK ve BDP’ye karşı yürütülen operasyonların hızlandırılması ve gözaltındaki BDP’li başkanların kelepçeli olarak hizaya sokulması gibi gelişmelere de açıklık getirmiyor mu? BDP’li Hasip Kaplan da bu gelişmeleri, sözünü ettiğimiz 2005’te hükümetin EMASYA protokolünü uzattığını hatırlatarak değerlendirdi. Ve Önder Aytaç’ın bu konuda da soruları var: “Stratejik öneme sahip ve dinsel duyarlılığı olan illere, EMASYA planları çerçevesinde, şehir merkezlerinin güvenliği için, askerî birlikleri metropollere hemen davet edecek valiler mi yerleştirilmekte? Bu bağlamda, Kasım 2009’dan bu tarafa, TSK içindeki birliklerdeki askerlere EMASYA protokolleri çerçevesinde tatbikatlar yaptırılmakta ve sivilin bacağına nasıl ateş edileceği ile ilgili eğitimler mi verilmekte?” (Taraf, 4.1.10) Peki, Balyoz planıyla gündeme gelen tartışmalar, bu sorularla işareti verilen gidişatı tersine çevirme fırsatı olarak kullanabilecek mi? Hükümet hiç değilse şimdi EMASYA protokolünün âcilen iptaliyle işe başlayıp, diğer gerekenleri de yerine getirmek suretiyle, bu durumu değerlendirebilecek mi? 26.01.2010 E-Posta: [email protected] |